Paylaş
Bu tartışmanın başlangıç noktalarından biri, ekonomi yönetiminde meydana gelen beklenmedik, sarsıntı yaratan değişikliklerle birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kuvvetli bir reform söylemine yönelmesi oldu.
Bir başka kulvarda da Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, son günlerde yaptığı konuşmalarda birbiri ardına verdiği bir dizi mesajla kamuoyunun dikkatini yargı reformu başlığına çekti.
Ancak son yargı reformu tartışmasında -geçmişteki benzer süreçlerle kıyaslandığında- bu kez göze çarpan farklı bir durum var. O da kamuoyunun hiç de azımsanmayacak bir kesiminde reform vaatlerinin hemen üstüne atlamayan, önce uygulamayı görmek isteyen ihtiyatlı bir duruşun belirmekte oluşudur.
NETLEŞMESİ GEREKEN SORULAR
Bu temkinli bakış bir dizi faktörden kaynaklanıyor. Bunlardan birincisi, AK Parti’nin 18 yıldır iktidarda olmasının yarattığı psikolojiyle ilgilidir. Kesintisiz bu kadar uzun bir süre iktidarda kaldıktan sonra varılan noktada yargıda köklü bir reform ihtiyacından söz edildiğinde bu bir yorgunluğa yol açıyor.
İkincisi, daha önce gerçekleştirilen benzer reform hamlelerinden sonra reformun ruhundan ve lafzından uzak düşen uygulamaların tetiklediği inandırıcılık meselesidir. Reform düzenlemelerinin yargı alanında hayatın akışıyla sıkça örtüşmemesi, bazı kronik sorunların aynen devam etmesi, kaçınılmaz olarak toplumun geniş bir kesiminde şüpheci bir bakışın belirmesine neden oluyor.
Bu bağlamda, telaffuz edilen reform hazırlığının gerçekten tarafsız ve bağımsız bir yargı hedefiyle değişim yönünde sahici bir arzuyu mu yansıttığı, yoksa konjonktürün dayattığı bir sıkışıklığı aşmak, zaman kazanmak için başvurulan taktik bir hamle mi olduğuna dair kamuoyunda belirmiş olan soruların yanıtlarının netleşmesi gerekiyor.
GÜL: ‘ADALET YERİNİ BULSUN, İSTERSE KIYAMET KOPSUN’
Reformla uygulamanın örtüşmemesi durumuna pek çok çarpıcı örnek verilebilir. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün konuşmalarında tarif ettiği, evrensel standartları taahhüt eden ‘ideal hukuk evreni’ ile Türkiye’de HSK ile birlikte bazı savcı ve hâkimlerin karar ve tasarruflarının yarattığı ‘reel hukuk evreni’ çoğunluk iki ayrı galaksinin koordinatlarında yer alıyor.
Adalet Bakanı Gül, son zamanlarda toplumun farklı kesimlerinde yankı bulan çıkışlar yapıyor. Örneğin, geçen hafta 12 Kasım’da Ankara’da yaptığı bir konuşmada “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun... Bizim yargıçlardan, yargı mensuplarından beklediğimiz budur” şeklindeki sözleri bugüne kadar kayda geçen en kuvvetli beyanlarından biriydi.
Aynı konuşmada Gül şunları da eklemişti: “Arkadaş, yargı konjonktüre bakmaz, hatıra bakmaz. Yargı birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka, Anayasa’ya bakar. O yüzden adalet yerini bulsun, ne olursa olsun, yargı mensuplarının yanında HSK vardır. Bu millet vardır...”
Tabii Gül’ün bu açıklamasını dinleyen insanların ilk aklına gelen hadiselerden biri geçen şubat ayında aralarında Osman Kavala’nın da bulunduğu Gezi davası sanıkları hakkında beraata hükmeden hâkimler hakkında Hâkim Savcılar Kurulu’nun (HSK) hemen ertesi günü soruşturma izni vermesi olmuştu.
Bir darbe davasında (Korgeneral Metin İyidil dosyası) iktidar çevrelerini memnun etmeyen bir karar alan istinaf mahkemesi heyetinin geçen ocak ayında HSK tarafından fiilen dağıtılıp üye hâkimlerin başka illere tayinlerinin çıkartılması da yine hafızalardan silinmiş değil.
“Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” sözlerinin sahibi Adalet Bakanı Gül, bu tasarruflara sahne olan toplantılarda hazır bulunmasa da HSK’nın ‘başkanı’ konumundadır.
REFORM YORGUNLUĞU MU?
Galiba, öncelikle bütün yollar yargının Anayasa’da yazıldığı gibi bağımsız ve tarafsız bir şekilde işlediği hususunda toplumda bir güven duygusunun yaratılmasına çıkıyor.
Bu arada, problemli yargı pratiklerinin aşılabilmesi için mevzuat değil, yalnızca zihniyet değişikliğinin yeterli olacağı hususunda genel bir mutabakatın varlığından söz edilebilir. Mevzuatta düzeltilmesi gereken eksiklikler bulunsa bile, hak ihlallerinin büyük bir bölümü doğrudan uygulamadan kaynaklanıyor.
Ayrıca, savcıların, hâkimlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarını hayata geçirmeleri sorunların önemli bir bölümünün çözümü açısından yeterlidir. Yeterlikten öte bu zaten bir zorunluluktur. Ancak AİHM içtihatlarından vazgeçtik, bazı yargıçların Anayasa Mahkeme kararlarına meydan okudukları bir yargı ortamında bunlardan söz etmek lüks görünüyor.
Sonuçta bütün bu faktörler bir araya geldiğinde, önceki reform paketlerinin problemli yargı uygulamaları konusunda sözde kalmasının yol açtığı bir reform yorgunluğunun belirdiği söylenebilir.
Üstelik, infaz indirimleriyle cezasını tamamlamadan hapisten çıkan bir organize suç örgütü liderinin siyaset dünyasına dönük tehditlerinin, başlamış olan reform tartışmasının üzerine –ne yazık ki– çok rahatsız edici bir gölge düşürdüğü inkâr edilemez.
BEKLEYELİM, GÖRELİM
Sıraladığımız bu çekinceleri belirtmiş olmakla birlikte, her şeye rağmen eğer olumlu yönde sonuçlar doğuracak bazı adımlar atılacaksa, yine de bunları desteklemek durumundayız. Ama bir koşulla: Reform uygulamada gerçek anlamda bir değişikliğe yol açacaksa...
Ayrıca, toplum vicdanında rahatsızlık yaratan bazı kritik davalarda ivedilikle atılacak adımlar, reform iradesinin sahiciliğinin anlaşılması bakımından da bir mihenk taşı olacaktır.
Bu çerçevede bekleyip görmek ve nihai değerlendirmeyi uygulamaya bırakmak en doğru yol görünüyor.
Paylaş