İstanbul Sözleşmesi kadınlar için hayati bir kazanım

Üzerinde yaşadığımız yerkürede kadınların eşitliğinin tanımlanması ve şiddete karşı korunmalarında hukuksal zeminde ortaya konmuş olan en ileri metin ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak adlandırılıyor. Resmi ve uzun adıyla da ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’...

Haberin Devamı

Türkiye’nin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne dönem başkanlığı yaptığı 2011 yılında İstanbul’da düzenlenen komite toplantısı sırasında imzaya açıldığı için sözleşmenin adı kısaca bu şekilde geçmektedir. İstanbul Çırağan Sarayı’nda 11 Mayıs 2011 tarihinde düzenlenen törende dönemin Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu ev sahibi sıfatıyla sözleşmenin altına ilk imzayı atan bakan olmuştur.

Türkiye, ardından sözleşmenin onay işlemlerini de süratle sonuçlandırmıştır. Onay sürecindeki adımlar tam bir sembolizmle örülüdür. Sözleşme TBMM Genel Kurulu’nda büyük bir mutabakatla ve alkışlarla kabul edildiğinde tarih 24 Kasım 2011’di. Oylama ‘25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün bir gün öncesine denk getirilmişti.

Sözleşmenin daha sonra Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan bir Bakanlar Kurulu kararıyla Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanması da Dünya Kadınlar Günü’ne, 8 Mart 2012 tarihine denk getirilmiştir. Kararda dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaları hemen dikkat çekiyor.

Haberin Devamı

Aslında Türkiye bu sözleşmeye her bakımdan tuğrasını vurmuştur. Metnin müzakerelerinde Türkiye’yi temsil eden ve bu süreçte aktif bir rol oynayan ODTÜ öğretim üyesi Prof. Feride Acar, daha sonra sözleşmenin uygulamasını izlemek üzere Avrupa Konseyi bünyesinde oluşturulan Uzmanlar Grubu’nun 2015’ten 2018 sonuna kadar 4 yıl süreyle başkanlığını yapmıştır. Keza, yine sözleşmeye taraf ülkelerin oluşturduğu ‘Taraflar Komitesi’nin 2014’te kurulmasından ardından dört yıl süreyle başkanlığını da o dönemde Türkiye’nin Avrupa Konseyi nezdindeki daimi temsilcisi olan Büyükelçi Erdoğan İşcan yürütmüştür.

*

İstanbul Sözleşmesi’nin önemi, kadının korunması başlığında uluslararası hukuk alanında bugüne dek ortaya çıkmış en ileri metin olmasıdır. Bu metin, kadını hedef alan şiddetin önlenmesi ve kadınların korunması için üstlenilen taahhütler ve getirilen kurumsal mekanizmalar anlamında daha önce kabul edilmiş olan Birleşmiş Milletler sözleşmelerinin çok önüne geçmiştir.

Haberin Devamı

Ancak sözleşmenin en kayda değer yönü, kadının toplum içindeki statüsünü tarif ederken erkek karşısındaki konumuyla ilgili olarak temel aldığı evrensel eşitlikçi bakıştır.

Bu bakış, daha sözleşmenin hemen giriş bölümünde ‘kadına şiddet’ sorununun “Kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü” olarak nitelendirilmesinde karşımıza çıkıyor.

Bu paragrafın devamında, “Bu eşit olmayan güç ilişkilerinin erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasına, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellemesine yol açtığı” vurgulanıyor.

*

Sözleşmeye hâkim olan bakış, sorunun temelini erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yolunda tarihten gelen yerleşik kabulde görüyor. İstanbul Sözleşmesi, işte bu kabulün kırılması anlamında tarihi bir metindir.

Haberin Devamı

Sözleşme, bunu yaparken “toplumsal cinsiyet” kavramından yola çıkıyor, kadınlara yönelik şiddetin yapısal niteliğinin “toplumsal cinsiyete dayandığını” belirtiyor. Metinde “toplumsal cinsiyet” kavramı “toplumda kadınlar ve erkekler için uygun olduğu düşünülen sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” şeklinde tarif ediliyor.

Sözleşmeye göre, bu kavramdan hareket edildiğinde, “Kadına karşı şiddet, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikincil konuma zorlayan temel bir sosyal mekanizmadır”.

Daha sonraki ‘Önleme’ başlığı altında ‘Genel yükümlülükler’ sıralanırken, metinde ortaya konan şu hedefin altını özellikle çizmek istiyoruz:

Haberin Devamı

“Taraflar, kadınların aşağı bir cins olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkekler için alışılagelmiş (klişeleşmiş) rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargıları, örf ve âdetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin (kalıplarının) değişimini sağlamak için gerekli önlemleri alırlar.”

*

Somut düzenlemelere gelince... İstanbul Sözleşmesi şiddeti önlemek, kadınları korumak, şiddete ilişkin kovuşturma süreçlerini işletmek ve bu alandaki politikaların esaslarını belirlemek üzere son derece geniş bir alana yayılan düzenlemelerin kâğıda döküldüğü bir metin olarak dikkat çekiyor. Bütün bu alanlarda taraf olan devletlere önemli sorumluluklar ve ödevler yüklüyor.

Haberin Devamı

Sözleşmede akla gelebilecek hemen hemen her problemli durum düşünülmüştür. “Zorla gerçekleştirilen evliliklerin feshi, iptali ve sonlandırılmasını sağlamak” buna dahildir. Bu çerçevede ceza davaları da kastedilerek, şiddete dönük hafifletici mazeretlere de kapıyı kapatıyor İstanbul Sözleşmesi: “Taraflar, kültür, örf ve âdet, gelenek, din veya sözde ‘namus’un işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret olarak kullanılmamasını sağlayacaklardır.”

Getirilen bir başka kritik düzenleme, her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak ‘arabuluculuk ve uzlaştırma’ da dahil olmak üzere ‘zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçleri’ni yasaklanmasıdır. Bu şekilde şiddetin üstünü örtme arayışlarına set çekilmiş oluyor.

Devrimci nitelikteki bir başka yönü “resen yargılama” ilkesinin getirilmiş olmasıdır. Buna göre, açılmış olan soruşturma ve kovuşturmaların “Mağdurun ifadesine veya şikâyetine bağlı olmaksızın ve mağdurun ifadesini veya şikâyetini geri çekmesi durumunda dahi devam edebilmesi sağlanmalıdır”.

*

Sözleşmenin geçmesinden sonra aynı yıl 6284 sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ çıkartılmıştır. Bu yasayla sözleşmenin özellikle koruma ve kovuşturmaya ilişkin düzenlemeleri önemli ölçüde ulusal mevzuatın da bir parçası haline gelmiştir.

Gerek sözleşme gerek çıkartılan yasa, Türkiye’de kadınları şiddetten koruma ve toplumdaki statülerini güçlendirmeleri yönünde çok ileri kazanımlar getirmiştir. Ancak getirilen bu düzenlemelere rağmen kadına dönük şiddetin sıkça ölümle de sonuçlanan vakalarla devam ediyor olması, değil değiştirmek, sözleşmeye her zamankinden daha çok sahip çıkmamızı zorunlu kılıyor.

Türkiye gibi erkeği kadından üstün gören zihniyetin toplumun geniş bir kesiminde  hala çok  baskın olduğu bir ülkede, İstanbul Sözleşmesi’ndeki kazanımlardan geri adım anlamına gelecek en ufak bir adım dahi, yaratacağı olumsuz atmosfer ve psikolojiyle kadınların aleyhine sonuçlanacaktır.

 

Yazarın Tüm Yazıları