AİHM’den ifade özgürlüğü ayarı

AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) gazeteci-yazarlar Şahin Alpay ve Mehmet Altan hakkında verdiği hak ihlali kararları, gazeteci tutuklamaları meselesi açısından yepyeni bir durum yaratmış bulunuyor.

Haberin Devamı

AİHM, bu dosyalarda, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tutuklama ölçütlerini düzenleyen ‘özgürlük ve güvenlik hakkı’na ilişkin beşinci maddesini ve aynı zamanda ‘ifade özgürlüğüne’ ilişkin onuncu maddesini ihlal ettiğine hükmetmiştir.

 Konuyu değerlendirirken, beşinci maddeyle ilgili ihlalin sonuçları açısından Alpay ve Altan’ın durumlarında ilk bakışta bir farklılığın belirdiğine dikkat çekelim. Alpay’ın yargılaması sürdüğü için kendisi hakkında henüz bir mahkûmiyet kararı bulunmuyor. AİHM, ihlali Alpay’ın tutuklanması tasarrufu üzerinde verdi ve serbest bırakılması talebinde bulundu. Ancak İstanbul’daki 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, geçen cuma günü ‘evden çıkmaması’ koşuluyla Alpay’ı zaten tahliye ettiği için, AİHM’nin kararı, sadece geriye dönük olarak kendisinin tutuklanmış olması durumunun hukuksuzluğunu kayda geçirmiş oluyor.

Haberin Devamı

Mehmet Altan’ın durumu Şahin Alpaydan biraz farklı. Çünkü Altan 16 Şubat tarihinde İstanbul 26’ncı Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı. Bunun sonucu hukuken ‘tutuklu’ statüsünden ‘hükmen tutuklu’ statüsüne geçti.

Bu durumda Taha Akyol’un dünkü yazısında belirttiği gibi, Mehmet Altan tahliye edilmek için geçmişte İlker Başbuğun Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliyesi örneğini izleyebilir ve serbest bırakılması talebiyle önce yerel mahkemeye, olumsuz yanıt çıkması durumunda da AYM’ye başvurabilir.

*

 Ancak AİHM’nin ifade özgürlüğüne ilişkin 10’uncu maddeden verdiği ikinci ihlal kararı, tutukluluk ve mahkûmiyetle ilgili bu tartışmaların üstüne çıkıyor. Şöyle ki, mahkeme, her ikisinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmederken, olağanüstü hal rejiminin bu özgürlüğü sınırlamak için bir gerekçe oluşturamayacağı görüşünden hareket etti.

 İşin püf noktası da burada. İfade özgürlüğünden verilen ihlal, bu yönüyle aslında beşinci maddeden verilen ihlalin üstüne çıkıyor. Kararın mantığı açısından bakılırsa, ifade özgürlüğü kapsamında olan bir eleştiri hakkının kullanılmış olmasının, doğal olarak tutuklama ya da mahkûmiyet gibi tasarruflarla yaptırıma uğramaması gerekiyor.

Haberin Devamı

 Bu mantık üzerinden gidildiğinde, tutukluluk gibi mahkûmiyet kararlarının da tartışmalı hale geldiğini söylemek mümkündür.

*

 AİHM’nin kararı Türkiye açısından ne anlama geliyor?

 İki noktaya dikkat çekelim. Birincisi, Türkiye 1987 yılında bireysel başvuru hakkını kabul ettikten sonra 1989 yılında AİHM’nin ‘zorunlu yargı yetkisi’ni de tanımış, yani AİHM’nin vereceği kararlara uyma yükümlülüğü altına girmiştir.

 Türkiye, 2004 yılında gerçekleştirdiği bir anayasa reformu ile AİHM kararlarını ulusal hukukunun üstünde tutmayı kabul etmiştir. Anayasa’nın 90’ıncı maddesine yapılan eklemede şöyle deniliyor:

 “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Haberin Devamı

 Yani, “Ulusal mahkemeyle AİHM kararı arasında uyuşmazlık çıkarsa, Strasbourg’daki mahkeme kararını uygulayacaksınız” diyor Anayasamız.

 Bu çerçevede AİHM’den önceki gün çıkan karar, Türkiye’de gazetecilerin tutuklanmalarının tabi olduğu hukuki kriterler açısından belirleyici niteliktedir. Bu karar ışığında, yazdıkları yazılardan, hükümete karşı eleştiri hakkını kullanmış olmaktan dolayı gazetecilerin soruşturmaya uğramamaları, tutuklanmamaları gerekiyor.

*

 Bu karar, özellikle mahkemelerde sanık durumunda olan bütün gazeteciler açısından çok kuvvetli bir hukuki dayanak oluşturacaktır. Türkiye’de savcı ve hâkimlerin bundan sonraki süreçte gazetecilerle ilgili dosyalarda AİHM’nin getirdiği bu kriterlerine uygun bir şekilde davranmaları gerekecektir, eğer Anayasa’nın 90’ıncı maddesine uyulacaksa.

Haberin Devamı

 AİHM, kararlarında aynı zamanda Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin ve bağlayıcı olduğunu belirterek, hukukun üstünlüğü ilkesi açısından bu kararlara uyulması gerektiğini de vurgulamıştır. Bu durumda birinci derece mahkemelerin AYM kararlarına uymama gibi bir hareket serbestisi bulunmamaktadır. Tabii, Türkiye Avrupa hukuk sistemi içinde yol almaya devam edecekse...

Yazarın Tüm Yazıları