Asfaltı ağlatanlar...

60’lı yıllarda satış stratejisinde yeni rota belirleyerek farklı otomobil tasarımlarıyla genç kitleye ulaşmak isteyen Ford, bu kabuk değişimini önce yarış pistlerinde göstermek istiyor. James Mangold imzalı ‘Asfaltın Kralları’, Ford-Ferrari kapışmasının yanı sıra ‘24 Hours of Le Mans’ta sahne alan İngiliz sürücü Ken Miles’ın tutkulu ve aykırı serüveninden de kesitler sunuyor.

Haberin Devamı

ASFALTIN KRALLARI (BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ BUÇUK YILDIZ)
Yönetmen: James Mangold
Oyuncular: Matt Damon, Christian Bale, Jon Bernthal, Caitrona Balfe Tracy Letts, Josh Lucas, Nuh Jupe, Remo Girone Ray McKinnon, JJ Field, Jack McMullen
ABD-Fransa ortak yapımı

Asfaltı ağlatanlar...

Kapitalizm, kendine hayat alanı bulduğu her yerde kabuk değiştirmeye, sistemi ayakta tutacak yeni hamlelere, fikirlere ihtiyaç duyar, sıcak bakar... 60’lı yıllar; bu genel işleyiş içinde, kendini satış anlamında sıkışmış hisseden ‘Ford Motor Company’nin başındaki isim olan Henry Ford II’nin aradığı parlak fikir, şirketin üst düzey yöneticilerinden Lee Iacocca’dan geliyor: “Değişen kuşaklar, değişen talepler demektir”...

Haberin Devamı

Rekabetin böylesi...

Amerikan otomotiv endüstrisinin bu hantal devi, gençlere yönelik yeni bir otomobil tasarımının peşine düşüyor ve bu ürünün, dünya tarafından fark edilmesi için dünyanın en eski araba yarışı organizasyonu olan ‘24 Hours of Le Mans’a başvuruyor. Şirket ilk olarak eski yarışçı-yeni satışçı Carroll Shelby’ye gidiyor ve kendisinden yarış ve tasarım konusunda yardım istiyor. Sektörün bu deneyimli ismi de yıllardır birlikte çalıştığı ve güvendiği Ken Miles’ı pilot olarak sahaya sürmeyi planlıyor. Ne var ki Ford kanadının hırslı yöneticisi Leo Beebee, ‘Shelby-Miles tandemi’ni bozmak için sürekli ayak oyunlarına başvuruyor.

Haftanın yenilerinden ‘Asfaltın Kralları’ (‘Ford v Ferrari’), öyküsünü yarış pistlerinde kuruyor gibi görünse de aslında şirketler ve zihniyetler savaşında ya da rekabetinde geziniyor. James Mangold imzalı ve gerçek karakterlere dayalı filmin senaryosunu kaleme alan Jason Keller, Jez Butterworth ve John-Henry Butterworth üçlüsü, yer yer klişelerle ilerlese de doğrusu heyecan verici bir metne imza atmış. Bilindiği üzere bütün spor dallarında heyecanı, rekorları ve aşılacak tüm çıtaları yükselten yegâne unsurların başında ‘rekabet’ gelir. Tıpkı Sartre’vari varoluşçuluğun temel kuralı gibi sporda da birçok şey, ‘değili’yle yani karşıtıyla var olur. ‘Asfaltın Kralları’nda ise rekabet yarış otoları arasından ziyade endüstrinin büyük şirketleri arasında yaşanıyor. Ford, ‘24 Hours of Le Mans’ta boy gösterirken aslında derdi Ferrari’nin organizasyondaki uzun soluklu hükümranlığına son vermek. Mangold’un filmi bu süreci aykırı İngiliz sürücü Ken Miles’ın ele avuca sığmaz kişiliği, aile çevresi, karısı ve oğluyla olan ilişkileri bağlamında anlatıyor. Öykünün bir ayağında da Shelby’nin, aslında meseleye vâkıf olmayan ama sefasını sürmek için bekleyen yönetici sınıfına karşı sektörün ‘emekçi’ kanadında duruşu var... Benzer bir çekişme de Henry Ford II’yle Enzo Ferrari arasında yaşanıyor.

Haberin Devamı

‘Asfaltın Kralları’, arka planını bahsettiğim çekişmelerle süslerken önde de Ken Miles’ın destansı mücadele azmini, zaferini, yarışa dair tutkusunu, sevdasını, otomobil tasarımına ilişkin derin bilgisini de perdeye taşıyor. En son ‘Vice’da Dick Cheney’ye hayat verirken kilo almış halini izlediğimiz Christian Bale, bu Miles’ın zayıf bedenini inandırıcı kılmak adına inceldikçe incelmiş, adeta ‘Makinist’teki Trevor Reznik çizgilerine dönmüş. Galli aktörün başarılı performansının yanı sıra Shelby’de Matt Damon ve özellikle de Henry Ford II’de Tracy Letts akılda kalıcı portreler çiziyor.

Asfaltı ağlatanlar...
Gerçek Ken Miles-Carroll Shelby ikilisi...

Biri ‘sanat’, diğeri seri üretim

Haberin Devamı

Doğrusu ben bu denli sürükleyici bir film beklemiyordum ama Mangold’un yapıtı, kimi bölümlerinde sırtını klişelere dayasa da ait olduğu spor gibi adrenalin yükseltici bölümlere (bu noktada görüntü yönetmeni Phedon Papamichael’ın heyecan verici kamera kullanımına ve kadrajlarına dikkat çekmek gerekiyor), ustaca aşılmış virajlara ve geçişlere sahip. Ama 152 dakikalık süresi düşünüldüğünde ise belki pit-stop’ları az olabilirdi!

Bu öyküden kim, nasıl ‘kıssadan hisse’ler çıkarır, bilemem ama filmin ben en çok Ferrari kanadının ‘sanat’ı, seri üretim tarafında yer alan Ford cephesinin de ‘endüstriyel bakış’ı (ya da ‘fabrikasyon’u) temsil ettiğinin hissettirmesini beğendim.

Haberin Devamı

Sonuç? ‘Asfaltın Kralları’nın 1966 yapımı ‘Grand Prix’ (başrolünde James Garner vardı) ya da 1971 tarihli Steve McQueen’li ‘Le Mans’ gibi bir klasik olup olmayacağına kuşkusuz tarih karar verecek ama hakkında şimdiden şu klişeyi söylemek mümkün: “Kaçırmayın.”

Bir de ‘24 Hours of Le Mans’ın bir anlamda önceki kuşakların ‘Formula 1’i olduğunu ve ‘şimdiki zamanlar’da eski cazibesini kaybettiğini belirtelim...
Asfaltı ağlatanlar...
‘Ve Sonra Dans Ettik’

Diğer seçenekler...
Haftanın yenilerinden ‘Ve Sonra Dans Ettik’i (‘And Then We Danced’) Levan Akin yönetmiş, oyuncular Levan Gelbakhiani, Bachi Valishvili, Ana Javakishvili ve Giorgi Tsereteli. Yerli yapım ‘Söz Vermiştin’ Baran Seyhan imzasını taşıyor, filmin başrollerinde Emre Karayel, Aslı Tandoğan, Şenay Gürler ve İlyas Özçakır gibi isimler var. ‘Bir Kadın Zaferi’nin (‘De Dirigent’) kadrosunda ise Christanne De Bruijn, Benjamin Wainwright, Scott Turner Schofield ve Seumas F. Sargent gibi oyuncular yer alıyor, yönetmen Maria Peters. ‘Gece Gelenler’i ise Fuat Yılmaz yönetmiş, oyuncular Müge Taştan, Murat Seviş, Tahsin Dursun ve Halil Topal. Haftanın animasyon seçeneği ‘Ayı Kardeşler: Zamanda Yolculuk’u (‘Boonie Bears: Blast Into The Past’) da Leon Ding yönetmiş.

Haberin Devamı

‘Oyun’dan ‘Kraliçe Lear’e...

Lear’le empati kuracağımız dönemlere geldik

Pelin Esmer, yönetmenlik serüvenine ‘Oyun’la başlamıştı. Film, Toroslar’da bir köyde yaşayan, günlerini tarlada, inşaatta, evde ve bitmek tükenmek bilmeyen işlerde çalışarak geçiren bir grup kadının hayatın yükünü hafifletmek amacıyla bir tiyatro oyunu yazmalarını ve sahneye koymalarını anlatıyordu. Esmer, 14 yıl sonra aynı ekipten beş kadınla buluştu ve onların şimdiki halleri ve sanat hayatları üzerine yeni bir film (‘Kraliçe Lear’) çekti. Yönetmenle, birçok festivalden ödüllerle dönen ‘Kraliçe Lear’i, ekiple tekrar buluşma fikrini ve serüvenini konuştuk...

Asfaltı ağlatanlar...

Yıllar önce bu ekiple tanışma nasıl oldu, ‘Oyun’u çekme fikri nereden  doğdu?

- 2003 yılının Haziran ayıydı, bir reklam filminde yönetmen yardımcısı olarak çalışıyordum, gazetenin arka sayfasında bir haber okudum. “Mersin-Arslanköy’de kadınlar bir araya gelip bir tiyatro kurdular ve köylerinde oyun oynuyorlar.” O gün sete zihnimde bu muhteşem haberle gittim. Çekimler bitti, paramı aldım, ertesi gün otobüse atlayıp Arslanköy’e gittim. Bu şahane kadınlarla tanışmam lazımdı. Köye vardım. Kamyona doluşup ormanda dikim yapmak üzere gündelik yevmiye işine gidiyorlardı. Peşlerine takılıp dikime gittim. Çay arasında ve dönüşte kamyonda muhabbeti ilerlettik. Bana dediler ki “Biz yeni oyuna hazırlanıyoruz.” Konusu nedir? “Bu sefer kendi hayat hikâyemize dayalı bir oyun oynamak istiyoruz, bizden olunca daha iyi oynarız.” Ne zaman? “Dikim işi bitsin, üç hafta sonra.” Peki ben de gelsem, bu sürecin filmini yapsak beraber? “Ne güzel olur.” Eh o zaman üç hafta sonra görüşürüz, dedim. Pek inanmadılar geri geleceğime galiba ama üç hafta sonra onlar dikimi tamamladılar, biz de üç kişilik bir ekip, kamera ve ses malzemesi, temmuz ayında oradaydık ve çekimler başladı. Altı hafta oyun hazırlıklarıyla onların gündelik hayatları birbirine karıştı, bir yandan oyun sahnelenebilecek mi, bir yandan film nasıl olacak heyecanı derken, hayatımın en güzel ve heyecanlı yazıydı. İki senelik bir montaj ve post prodüksiyon sürecinin sonunda da onları anlatan ‘Oyun’ filmi ortaya çıktı.

Tekrar ekiple buluşma ve ‘Kraliçe Lear’ı çekme fikri ya da motivasyonu neydi?

- Aradan geçen 14 yıl içinde onların ve benim yaşadıklarımız, değişenler, değişmeyenler, umut ihtiyacı, merak... Haziran 2017’de, ‘İşe Yarar Bir Şey’ filmimin dağıtım süreciyle boğuşurken, dünya ve ülkedeki manzara pek de karanlıkken, umudun mumla arandığı günlerden birinde telefonum çaldı. Hüseyin Arslanköylü arıyordu. ‘Oyun’ filminde tanıdığımız filmdeki lise müdürü. Beni aradığında Mersin Büyükşehir Belediyesi Tiyatro ve Sinema Müdürü’ydü. Telefonda dedi ki, “Çok güzel bir projemiz var. Mersin’in en fazla 800 nüfuslu kıyıda köşede kalmış 30 dağ köyüne Karagöz-Hacivat, köy seyirlik oyun ve senin ‘Oyun’ filmini götürmek istiyoruz. Ekip, yine ‘Oyun’dan tanıdığımız Arslanköylü tiyatrocu arkadaşlarımız Zeynep, Ümmü, Fatma, Cennet, Behiye ve Mersin Şehir Tiyatrosu profesyonel oyuncularından oluşan karma bir ekip. Bir kamyona 300 sandalye, birkaç aksesuar, bir-iki kostüm, jeneratör, beyaz perde ve film için projeksiyon makinesi atıp 30 dağ köyüne turne yapacağız, iznin olursa ‘Oyun’ filmini de izletmek istiyoruz o köylerde.” 14 yıl önce, onların kendi köylerinde tiyatro yaptıklarına dair o gazete haberini okuduğumda duyduğum heyecan tekrar canlandı. Telefon konuşmamızın sonunda ben de gelmek istiyorum dedim Hüseyin’e. Böylece uzun zamandır mumla aradığım umudun ucu göründü. Bunca karanlığın içinde gözümü alan bir ışıktı bu projeleri. Dahil olmamak hayatı ıskalamak olurdu. Yine üç hafta sonra oradaydık, yine üç kişilik bir çekim ekibiyle. Kamyonlarının peşinde çok güzel bir yolculuğa çıktık hep beraber.

Asfaltı ağlatanlar...
Shakespeare’in ‘Kral Lear’de dert edindikleriyle Arslanköylü arkadaşlarımın kendi hayatlarında dert edindiklerinin kesiştiği noktaları bulmak mümkün.

Peki niçin ‘Kral Lear’, Shakespeare’in başka bir eseri ya da başka bir tiyatro eseri niye değil desem?

- ‘Oyun’ filmiyle tanışmamızdan bugüne aradan 14 yıl geçmiş. Hayatı, yaşananları, yaşanamayanları, yaşlanmayı, ölümü daha farklı bir yerlerden sorgulama yıllarına yavaş yavaş varmışız onlar da, ben de. Kral Lear ile öyle ya da böyle bir empati kurabileceğimiz dönemlere gelmişiz. Ayrıca Kral Lear’in kızlarının mal, mülk ve babalarıyla olan ilişkilerinin kendi hayatlarımızdaki yansımalarını, ortak yanlarını çok rahatlıkla bulabiliriz. Aradan geçen yüzyıllara ve bambaşka coğrafyalara rağmen, insanın özüne erişmiş Shakespeare’in ‘Kral Lear’de dert edindikleriyle Arslanköylü tiyatrocu arkadaşlarımın kendi hayatlarında dert edindiklerinin kesiştiği noktaları rahatlıkla onların bugünkü hayatlarında bulabileceğimizi sezdim. Bu nedenle ‘Kral Lear.’

‘Oyun’la ‘Kraliçe Lear’ arasında 14 yıl var, bir 14 yıl sonra tekrar bu ekiple yeni bir sinemasal buluşma olacak mı dersin?

- Güzel bir jübile olurdu bu ama önümüzdeki 14 yıl içinde onlar tiyatro, ben de sinema yapmaya devam edersek... Biz devam ederiz, sen de o zaman bir 14 yıl sonrasını sorarsın umarım.

Bir sonraki proje belli mi?

- ‘İşe Yarar Bir Şey’den önce aklıma düşen bir senaryo vardı, şimdi ona geri dönüyorum. Yavaş yavaş yavaş yazmaya başladım. Adı ‘O da Bir Şey Mi?

 

 

Yazarın Tüm Yazıları