Bitlis’te beş minarenin peşinde

Bir zamanlar kıymeti anlaşılamayıp biraz geri planda kalmış olabilir ama 90’lar boyunca çok çabaladı Bitlis... Anayoldan şehre hiç uğramadan geçip gidenlere meydan okurcasına, elindeki değerlerin önce kendi farkına vardı, sonra da dünyaya tanıttı. Bitlis’in cazibesi tarihi dokusuyla kendine çekiyor meraklı gezginleri.

Haberin Devamı

Bitlis hâlâ sevindirici bir biçimde otantik kalan nadir kentlerimizden... Ulaşım için en kolay yol, uçakla Muş’a ya da Van’a kadar gidip oradan bir otobüse atlamak. Muş-Bitlis arası otobüsle 1 saat kadar, Van’dan Muş’a karayoluyla ulaşmaksa yaklaşık 3 saat sürüyor. Tarih boyunca adı pek değişmemiş Bitlis’in. Asurlular, Bit-Liz ya da Bet-Liz (Liz’in Yurdu veya Liz’in Kalesi); Persler, Bad-Lis demişler şehre. Kulağa tek farklı gelen isim Ermenilere ait.

Onlar Pageş veya Pagişi adını vermişler. Evliya Çelebi ise kentin adını Büyük İskender’in hazinedarlarından Bedlis’ten aldığı konusunda ısrarcı. Günümüzde adı geçince çoğumuzun aklına gelen ‘Bitlis’te Beş Minare’ türküsünün hikâyesi ezgisi kadar acıklı. 20’nci yüzyıl başlarında Bitlis’i işgal eden Ruslar tarafından birçok aile göçe zorlanmış. Bir baba ve oğul geride nelerin kaldığını, neler olup bittiğini anlamak için geri dönmüş. Baba bir tepede beklerken oğlunu şehre göndermiş. Oğul beş minare dışında şehirde her şeyin yıkıldığını söyleyince babanın dudaklarından bu türkü dökülmüş: “Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel.” Bir tepenin eteklerine kurulu Bitlis’i keşfederken meşhur beş minarenin izini sürelim. Tatvan’dan gelirken yol sizi beş minareden ilkine götürecek.
Bitlis’te beş minarenin peşinde
Aralarında en güzeli olduğu söylenen minare, Gökmeydan Camisi’ne bitişik. Mardin’in nispeten daha ünlü camilerini andırmasına rağmen, bu camide Mardin’in bal rengi taşlarının yerine, Bitlis’e has Ahlat taşlarına rastlıyoruz. Bu nefes kesen minarenin yanındaki caminin sıradanlığı hayal kırıklığı yaşatıyor. Çok kısa bir yürüyüş sonrasında İhlasiye Medresesi’ne varacaksınız. 1589’da 5. Şeref Han’ın yaptırdığı medrese Selçuklulara özgü kapıları ve mimarisiyle ayırt ediliyor. İçeride 14 ve 15’inci yüzyıllara ait birçok önemli şahsiyetin türbesi var.
Bitlis’te beş minarenin peşinde
Tatvan’dan şehre giren yol sizi beş minareden ilkine götürecek. Aralarında en güzeli olduğu söylenen minare (üstte) Gökmeydan Camisi’ne bitişik...

Ortada yükselen kale

Medreseden sonra yol keskin bir açıyla Aşağı Bitlis’e doğru gidiyor. Şehrin tam ortasında yükselen muhteşem kale, hemen etkisi altına alacak sizi. Devasa bir kaya kütlesinin üzerinde duruyor ve neredeyse 3 kilometre uzunluğunda bir surla çevrili. Ancak ne yazık ki tüm güzelliğini elinden alan kötü bir onarım geçirmiş. Bugün ayakta kalan surlar 16’ncı yüzyılda Osmanlılar tarafından yeniden inşa edilenler. Kalenin doğu tarafındaki burca dikkatli bakın. Herhangi bir nedenle idamlarına karar verilen mahkûmlar buradan aşağı atılarak infaz edilirlermiş. Bu nedenle de burcun halk arasındaki adı ‘Kanlı Kule’. Türküde sözü geçen diğer dört minareden en eskisinin şehrin çarşısındaki Ulu Cami’nin yanında duran, 1150 yılında inşa edilmiş görkemli minare olduğu düşünülüyor.
Bitlis’te beş minarenin peşinde
Meşhur beş minarenin ikisi mimari açıdan daha az ilgi uyandıran Kalealtı Camisi ve Meydan Camisi’ne ait. Minareleri aramanın vakit kaybı olacağını düşünmeyin, çünkü bu sayede kentin kalbine ulaşıyoruz. Burada bir zamanlar Ermenilerin oturduğu ve tarihleri 19’uncu yüzyıla dek uzanan birçok görkemli taş konakla karşılaşacaksınız. Sadece onlar değil, aralarında bir tablo güzelliği sergileyen, nehir kıyısındaki Alemdar Camisi ile 1916’da şehri ziyareti sırasında Atatürk’ün namaz kıldığı Atatürk Camisi’nin de olduğu birçok tarihi yapıyı görün. Bitlis’te başınızı nereye çevirirseniz çevirin geçmişin size göz kırptığını göreceksiniz.

Çarşının içinde sattıklarına göre ayrılmış farklı bölümler ve o bölümlere açılan birçok kapı var. Örneğin paslı bir tabela, bir zamanlar buğdayın satıldığı Buğday Pazarı’nın yolunu işaret ediyor. Diğer taraftan, Bitlis’te karşılaşacağınız en büyük sürprizlerden biri de harika Şerefiye Camisi. Tüm süslemeleri özenle yapılmış bu muhteşem yapı, tarihi 1529’a kadar giden bir külliyenin parçası olmasına rağmen Osmanlı’dan çok Selçuklu mimarisini yansıtıyor. Alemdar Camisi’nin yakınlarındaki arka sokaklar, Van Gölü’nün kuzey kıyısındaki Ahlat ilçesinde olduğu gibi, birçok Selçuklu kümbetini saklıyor. Yakınlardaki Hatibiye Medresesi’ni de gezi listenize mutlaka ekleyin.

Süslü, tarihi evler

Bitlis’in kalbindeki tarihi evler çok şey anlatıyor bize. Atalarımız yaşadığı coğrafyanın özellikleriyle uyum sağlayan yapılar inşa etmesi gerektiğini biliyor. Bitlis’in deprem kuşağında olduğunu bildiklerinden evleri yamaçlarda bir kale gibi yapmışlar. Bu nedenle de çoğu günümüze kadar ulaşabilmiş. Birbirinin önünü kapamamaya özen gösterilerek yapılan binalarda kesme taş kullanılmış. Genellikle iki katlı, toprak damlı. Alt kat mutfak, üst kat yaşam alanı. Bitlis evlerinde de bir ‘başoda’ kavramı var ve burası evin en renkli odası. Süslemelerde çiçeklerden gül, renklerden kırmızı ve mavi en çok tercih edilen detaylar...

Et bekletilmiyor

Zengin ve birçok bakımdan farklı bir mutfağı var Bitlis’in. Örneğin et, kesimden sonra bekletilmeden yeniyor. Yemeklerde kullanılan malzemelerin çeşitleri ve miktarları nedeniyle oldukça masraflı bir mutfak. Lezzetleri için söylenecek söz yok, o nedenle büryan kebabı ve avşorun tadına bakmadan şehirden ayrılmayın. Büryan kebabının en lezizinin sabah erken saatlerde olduğunu söylüyorlar. Büryancıya gittiğinizde yemeğin suyunu toplayan küçük bir çanakla beraber kuzunun tamamının kuyuda nasıl piştiğini de görün.

Yazarın Tüm Yazıları