Sosyal hayatın son hızlı haftasının çılgın özeti

Shopi go Art’ın birinci yıl yemeği, mekan sahiplerinin rol aldığı o kısa filmin galası, ismine bayıldığım Bomonti kafesi, Arnavutköy’de bir modern meyhane ve bir de “Emily in Paris”. Ufak İstanbul gezintimize buyurun...

Haberin Devamı

İstanbul’un sosyal hayatında aralık başından bu yana hız kesmeyen davetler, yemekler ve etkinliklerde son virajdayız.
Haftaya pek bir şey kalmaz, her şey normal seyrine döner, eve kapanır “Emily in Paris”in şaşkın maceralarını izleriz artık.
Zaten herkes patır patır hasta. Sosyal hayatın seyri “Squid Game”deki cam köprü oyunu gibi, ya düşüyor ya da yoluna devam ediyorsun.
Neyse, hafta başı Wu Bomonti’de pek hoş bir yemek vardı.
Dijital sanat platformu Shopi go Art’ın birinci yıl yemeği.
Genç sanatçıların eserlerini erişilebilir fiyatlarla satan,
dahası yeni sanatçıların önünü açan sanat platformunun yemeğinde en sevdiğim şey
şu oldu:
Neredeyse tüm sanatçılarını davet etmişler. Bu nedenle körler sağırlar yemeği değildi.
Yemek sonrası şöyle bir Bomonti mekanlarını da dolaştım.
Pazartesi gecesi olmasına rağmen her yer doluydu. Isola’sından Batard’ına kadar...
Mekanların dönüştürücü gücü işte, 5 yıl öncesine kadar nadir sayıda insanın gece dolaştığı bu sokaklarda şimdi ciddi hareketlilik var.
Bomonti’de fink atarken daha önce görmediğim bir kafe de gördüm.
Öncelikle ismine vuruldum: Halüsinasyon!
Böyle beklenmedik mekan isimlerini seviyor ve destekliyoruz.
HAYATTAN SOĞUYORSUN
İstanbul’daki günler geceler “Emily in Paris” tadında geçmiyor tabii.
Bir yerden bir yere ulaşana kadar hayattan soğuyorsun.
Taksi şoförleriyle şu muhabbeti yapmaktan bıktım:
- Abi bugün acayip bir trafik var, öyle böyle değil.
- Yok, inanın bana dün de öyleydi, bir farkı yok. Matrix gibi.
- Abi, valla bugün farklı, diyorum sana.
- Peki.
Böyle dön dolaş aynı konuşma balonları.
Hakikaten: Emily bir şekilde İstanbul’da bir ajansta çalışmaya başlasa ne olurdu acaba?
Trafikten çıldırıp hediye paketi gibi kıyafetleriyle yürür müydü bozuk kaldırımlarda?
“ACAYİP” FİLMİNİN İKİ STARI KİM?
Bir başka gece, yine cam köprüden seke seke ilerlediğim...
Bu kez Mandarin Oriental Oteli’nin balo salonunda Pernod Ricard davetindeyim.
Davetin nedeni Tolga Karaçelik’in yazıp yönettiği bir kısa filmin galası.
Filmi ilginç kılan şey, rol alanların tamamen İstanbul gece hayatının önde gelen mekan sahipleri ve işletmecilerinden oluşması.
Tüm davetlilerin kahkahalar eşliğinde izlediği ve gram sıkılmadığı “Acayip” adlı bu kısa filmin iki starını açıklıyorum:
Nişantaşı Must’ın ortaklarından Ercan Gümüşkaya ve Ruby’nin sahibi Ali Ünal.
Ercan’ı bir diziye ya da filme koy, o denli rahat ve nasıl derler “ekran yüzü var”.
Ali Ünal ise tam ters köşe. Meğer onun da içinde bir oyunculuk cevheri yatıyormuş.
VE BİR MEKAN TAVSİYESİ...
Yazının koştur koştur ilerleyen son satırları ve son deminde bir mekan tavsiyem var.
Arnavutköy’deki Şişko Perihan.
Epeydir duyduğum ama bir türlü gidemediğim mekana bir grup arkadaş gidip çöktük.
Hani bu modern meyhanelerde ya mezeler ya da yemekler bir türlü özenli olmaz ya, Şişko Perihan bu önyargımı yıkan bir yer oldu.
Ortalıkta değil, ara sokakta olmasını da sevdim.
Gidiniz ve “Emily in Paris” dizisini bir çırpıda unutunuz...

Yazarın Tüm Yazıları