Hiç kimsenin hiçbir şey bilmediği yaz

Üç baba denizde, dizlerine kadar suya girmiş konuşuyorlar: “Peki servisler nasıl olacak? Daha az çocuk mu binecek servise? O zaman iki kat daha fazla servis aracı tutması mı gerekecek okulun? Peki yemek? Soğuk yemek paketlerde mi gelecek? 6 yaşındaki daha yeni sosyalleşen çocuğa, sosyal mesafe mi öğretilecek?”

Haberin Devamı

Başka bir anne yakınıyor mesafeli şezlongundan: “Bittim ben online okulda. İki oğlan iki farklı odada. Ben arada. Zaten küçük hiç oturmadı ki başına...”

“İlk hafta açılsa da göndermem, duruma bakarım” diyenler... Kimse eylülünü bile göremiyor, öyle bir temmuz.

Sıcağa, denize ve yine her zamanki saatlerinde, yine hep bir ağızdan, kendilerine eş bulmak için ciyaklayan ağustosböceklerine rağmen, bu yaz, başka bir yaz.

Bu yaz denizde yüzerken, yüzüne sudaki maskenin yapıştığı yaz.

Bir yerde kahve içtikten sonra, “E garson eldivenli değildi, bu kamıştan bir şey olur mu?” diye sorduğun bir yaz.

Bu yaz, herkes karantinasını geride bırakmak için, “korona yok canım artık”cılık oynuyor. Hele ergenlik çağındakiler, 20’li yaşlar, onları asla evin klimasında tutamıyorsun. Deliler gibi birbirlerine kavuşmak isteyen âşıkları tutamadığın gibi, onları da tutamıyorsun. Artık birbirlerine dokunmak, bir şeyler içip koronayı birkaç saatliğine unutmak, güneş batışlarının dalgalarla buluştuğu o yerde dans etmek istiyorlar.

Haberin Devamı

Mezuniyet törenlerinde kep fırlatır gibi, maskeleri fırlatıp güneşine koşuyor herkes. Sanki ev hapsinin sonu kutlamaları gibi. Kimse de bu kaynaşmanın maliyetini hesaplayamıyor şu an.

Yaz yaz bir sisin içinde gibiyiz, adım attıkça göreceğiz olacakları. Bu da insan beyni için ne yorucu bir şey. Kontrol ve beklenti yokken yol almak, hiç bizim türümüze göre değil. Şaşaladık.

“Yaz geldi, hadi bakalım limonatanı iç de rahatla” da olmadı. Herkes evlerin içinde birbirinden bıktı bunaldı. Evet, baharda her şey güzeldi, şükürler edildi beraber olunduğuna, sağlıklı kalındığına, ailece vakit geçirildiğine. Yaz gelince, ışığı ve ritmi değişti işin.

Gece yarısı arkadaşlarımıza, “Valla bende korona yok, gel bir sarılayım” deyip sarılmaya başladık. Dirsek selamı tamam ama sonra yan yana oturup yemek de yiyoruz, birbirimize telefonumuzdan bir şey gösterirken telefona dokunuyoruz.

Sosyal mesafenin yazın bir arada korunması zor oluyor. Tam bunları düşünürken, arkadaşım Melbourne’dan mesaj attı: Melbourne tekrar karantinada! E nasıl oldu, sıfır vakaydınız en son siz? İşte simdi günde beş yüze çıktı dedi. Orada kış. Acaba onunla mı alakalı diyorum. Ben de sisteyim, bilmiyorum. Birinci dalgada mıyız? İkinci dalga mı Melbourne’daki? Dalgaları birbirinden ne ayıracak? Azaltan şey karantinalarsa, o zaman normalleşme beraberinde hep vakalarda artış mı getirecek? Bu döngüye aşı mı son verecek?

Haberin Devamı

Kafasında bu sorularla, şemsiyesi altındaki gölgesinde, evde yaptığı sandviçini ısıran amca, kafasını dağıtmak için “Biraz önce bütün sahili boşalttılar, köpekbalığı geldi sandılar ama kılıçbalığıymış” dedi.

Ha iyi, bugün bu konuyla geçer. Kılıçbalığının da aynen öyle tepesinde suyun üzerinde gezdirdiği yüzgeci mi varmış? Diyelim ki hâlâ burada (çünkü ben de tam denize girmek üzereyim) kılıçbalığı insana bir şey yapar mıymış? İnsana bir şey yapan şeylerle neden donatıldı etraf?

Eskiden ne güzel, hepimiz yan yana oraya buraya gidiyor, her yeri tıklım tıkış dolduruyorduk ve insana bir şey olmuyordu. O cicim ayları mıydı bu zamanlarda yaşayanların? Eskiye hiç gitmiyorum. Orayı hiç tahayyül edemiyorum çünkü. 60 milyon yıl önce, gezegende insanın i’si yok. Dinozorlar cirit atıyor düşünsenize. Dünyada o dönemin doğasını, seslerini düşünün... Şimdi timsahlara sormak lazım belki o günleri.

Haberin Devamı

Kısaca bilmiyoruz. Bilmemelerin yazı. Kimde var bilmiyoruz, nasıl bitecek bilmiyoruz, nasıl bir şey bilmiyoruz. İsveç, ekonomi, Trump. Her gün dünyanın koronayla dansıyla ilgili acı ve trajikomik şeyler. Okulları bilmiyoruz, işimizi bilmiyoruz. Bilmemeyi de ruh halimiz bize yakıştıramıyor.

Uzun uzun susuyoruz. Oturup düşünmemeye çalışıyoruz. Herkes kafayı dağıtmak için bir şey arıyor. Bu konu, odadaki fil gibi havada asılı dururken, akşama ne yesek sorusunun bile tadı yok. Her şeye rağmen yürümeye devam etmeyi öğrendiğimiz için, el yordamıyla ilerliyoruz.

“Dünya iyiye gidiyor” diyenler vardı, “Dünya kötüye gidiyor” diyenler vardı, şimdi hepimiz “Dünya nereye gidiyor” diyoruz. Belirsizliğe tahammülü olmayan türümüz için, bu koca bilinmeze alışmak zaman alacak, hatta belki bir sonbahar ve kış daha alacak.

 

Yazarın Tüm Yazıları