Marangoz’un ayak sesleri

Haberin Devamı

“CAZBANT” sözcüğü, (jazz-band, band, bando genleşmesiyle) bize Türk edebiyatının armağanıdır. Peyami Safa, Bir Tereddüdün Romanı’nda, “İşte kaldırımın nihayetinden bir cazbant sesi geliyor” derken; Adalet Ağaoğlu’nun kaleminde (Üç Beş Kişi), “Radyoda dinlediğin caz, Göl Gazinosu’nda dinlediğin cazbant bilgisiyle şarkılar bestelemeye kalkıyorsun”a kadar uzanır iş... Ruşen Eşref’ten Yakup Kadri’ye, Halide Edip’ten Ahmet Rasim’e, Fethi Naci’ye hattâ Selim İleri’ye kadar hepsi kullanmıştır bu “kıpırtı”yı.

***

Bu resim içinde “org” dediğin benim çocukluğumda yaz kamplarının “cazbant”ında bir sihirli kutuydu, ileri teknolojinin temsilcisiydi. Belki güleceksiniz ama, o yıllarda fütürist bir müziğin ayak seslerini duyardık klavyeden. Orgta “Farfisa kuşağı”dır benim yaşımdakiler... Okul hayatımızda ise mandolin, melodika ve akordeon çocuklarındanım. Blok flüt, gitar ve org 80’lerin icadıdır. En son “Farfisa”ya da yedek subaylığımda dokundum, Çerkezköy Subay Gazinosu’nda... Sonraları ses kartları ve akustik enstrümanlardan örneklenen taklit seslerin yükselen başarısı ile “klavye” sözcüğü bütün rakiplerini saf dışı bıraktı. Sadece “muhafazakâr piyanistlerin gözünde” bunlar pahalı birer oyuncaktır hâlâ... Kilise orgu derseniz, günlük hayatımızın içinde bir lezzet olmadığı için, haliyle biraz mesafeli kaldı kulağımız. Hemen hemen sadece Bach’tı dağarcığımızdaki barok öyküler...

***

Haberin Devamı

Vaziyet işte aşağı yukarı (yok yok tamamen) böyleyken, İKSEV’den çarpıcı bir davet aldık: “Orgun Çılgın Virtüözü / Cameron Carpenter...” Niyetim, merakla endişe arasında gidip geldi. Ama repertuvar ümit vericiydi: “Şostakoviç, Bach, Chopin, Bernstein, Gerswin filân...” Bugün bu satırları yazarken rahatlıkla itiraf ediyorum: “Orada olmasaydım çok şey kaçırmış olacaktım. Çünkü bu –Marangoz-dan bir tane daha yok... Ve –klavye-, onun tasarımında tam bir –kokpit- olmuş.”

***

Geçen perşembe AASSM’de bulunan dinleyiciler, Amerikalı sanatçının “Bu benim rüyam” dediği” bir enstrümanla tanıştılar. Düğün pastası gibi, üst üste 5 klavye, farklı işlevleri olan 24 kabin, yüzlerce düğme ve tuştan oluşan ITO “International Touring Organ” ve Carpenter’ın müziği, herkesi soluksuz bıraktı. Burada ilk sarf edilmesi gereken sözcük “beğeni” değil kuşkusuz. Öncelikle “şaşkınlık, hayret ve ardından yüksek bir hayranlık”. En az elleri kadar ustalıkla kullandığı ayaklarıyla da ulaştığı virtüözite ile o zaten “başka bir şey” yapıyor! O bir org değil, bir müzik projesi-makinesi çalıyor. Hani, gözleri görmeyen Art Tatum’un yıllarca gerçeği bilmeyerek dinlediği ve aslında bir piyano duo’su (yani iki kişi) tarafından yorumlanmış caz plağındaki eser yüzünden hep “iki kişilik çaldığı” söylenir ya, işte öyle bir şey. Carpenter çalarken de tek kişilik bir orkestraydı aslında dinlediğimiz. “Marangoz’un ayak sesleri”ydi onlar. Özgün ve “gibi” den uzak!

***

Haberin Devamı

Arkanızı dönün, sahnede kalabalık-dev bir topluluk olduğuna bahse girer ve kaybedersiniz. Org müziği literatürüne aralarında Mahler’in 5. Senfonisi’nin de bulunduğu 100’ün üzerinde uyarlama kazandıran Carpenter’a alıcı gözüyle baktığınızda, “Bach, Bach değil elbet; diğerleri de...” Ama bu, sahnede yapılan işi asla “eksiklendiremiyor.” Çünkü, insanın müzikteki ufkunun önlenemez yorumlarından ve yaratıcılığın gemlenemez deneysel arayışlarından birini izliyorsunuz. Böyle baktığınızda, özellikle gençlerin çok şey kaçırdığını düşünüyorum. Bir Alaçatı akşamından çok fazlası vardı “sahne ışıkları”nın altında... Peki, sanatçının evinizde bir CD’si olsun ister misiniz? Sanmam! Bir DVD? Belki... Çünkü bu bir görsel şölen, bir gösteri. Rüyanın seyirciye anlatılması. Çalanı ve dinleyeni yoran bu müzikte, algıyı kabul sınırları içine çeken sihir ise, “her şeyin yüz yüze, aynı havayı soluyarak, aynı mekânda ve eşzamanlı” paylaşılması.

***

Haberin Devamı

Sanatçıyı dinlerken, Attila İlhan’ın vurgusuyla, bir “beyhûdelik” girdabına düşüyor insan. Tam yüzeye çıkar gibi olurken, bu defa, Abidin Dino’nun, Nâzım’la paylaştığı iki dizeyi hatırlıyorsunuz: “Bunlar onlar ki gelip gittiler / Gelüben işbu cihanda nettiler?” Sonuçta anlıyorsunuz ki, bu dünyaya gönderilmiş sanatçılar “sadece seyirci olmamak” ayrıcalığına sahiptirler. Verilen araya rağmen daha “sadece seyirci olanlar” üzerindeki “hayret dalgası” geçmeden, bir çırpıda bitirdi Carpenter resitalini. Sahneden, “bis” olarak seçtiği, John Philip Sousa’nın “Stars and Stripes Forever” adlı marşıyla teşekkür ederek ayrıldı. Salon yine dolu değildi. Sanıyorum bu yıl sadece “Orquesta Buena Vista Social Club” (sokak ağzıyla) “full çekecek.” Çünkü konser, Çeşme Açık Hava Tiyatrosu’nda. Çünkü zahmetsiz balık gibi olacak... Sofradan kalk, hoop (meselâ) Omara Portuondo’nun yanındasın. “Oradaydık...” demek için kaçırılacak fırsat mı bu?

Yazarın Tüm Yazıları