“Avrupa Cazı”nda bir “Gazelhan”.

İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın (İKSEV) evsahipliğinde devam eden 31. İzmir Avrupa Caz Festivali, 14 Mart 2034 Perşembe akşamı, Suriye doğumlu caz efsanesi “Lynn Adib” ve 6 telli bas’ın virtüöz ismi “Marc Bronfosse”u AASSM Küçük Salonda ağırladı. Onlara, davul ve perküsyon’da (ve dahi bendirde...) “Elias Arapoglo” ile saksafon ve flütte “Stéphane Guillaume” eşlik etti.

Haberin Devamı

 

Kulaklara “Present Tense”i üflendikten sonra, “Uşşâk” makamında bir “nefes” (Tawnimar Toubo) ile başlayınca konser, salondaki cazseverlerin yüzünü görmeliydiniz. Sanatı, ustaca pazarlanan “kamplar ve tabular” arasında yaşamaya alıştırılmış yığınlar, ara sıra böyle açmaza düşürülmeli ki, dünyayı, gördüklerinden ibaret sanmasınlar.

 

Her ne kadar, Festival programına gönderdikleri tanıtım yazısında, “Geleneksel Arap müziği ve eski Suriye’nin dinî şarkıları” nı referans göstermiş olsalar da, aslında, Anadolu’dan Hindistan’a, Kuzey Afrika’dan Kafkaslar’a, Balkanlar’a ve elbette Ortadoğu’ya uzanan devâsa bir coğrafyada, 2-3 milyar insanın ilgilendiği ve yüzyıllardır hayat ve kültürlerinin bir parçası olan “makam müziği”nden bahsettiklerini anlamıştık zaten.

 

Haberin Devamı

Festival’in bir “entonasyon ustası”nın adına armağan edilen açılış konserini, “tesadüf” olmaktan çıkartan bir “şark gırtlağı ve şan derinliği” ile doluydu caz gecesi. Adib’in, Amerika ve Paris’te tamamladığı müzik eğitimini, genetik ve kültürel kodlarıyla tütsüleyip, sesi ve müzikal yolculuğunu, cazın tınılarına özgürlük katma heyecanıyla birleştirmesi, “tarz”dan “tavır”a geçiş ayrıcalığı vermişti sanatçıya.

 

Müzikte, “basit olanın dayanılmaz büyüsü”ne bir güzellemeydi konser. Tanrı vergisi sesini, mutlak bir “teknik terbiye” ile gemlemiş olmanın neler yaratabileceğini, nerelere evrilebileceğini gördük ve yaşadık, bir kez daha. İlkel mikrofonlar dahil, teknolojinin, müziğe katkısından fazlasını götürdüğüne inananlardanım ama, Adib’in önündeki “sihirli kutu”ya şapka çıkartmamak da, haksızlık olur artık. Sanatçının sesini, “eşzamanlı kaydedip, sonra kanon halinde iade eden” ve farklı tonları buluşturarak, bir mikropolifoni yaratan bu teknolojik dokunuş da içten bir alkışı hak ediyor sanki.

 

Haberin Devamı

Sahnede, işini “lâf olsun” diye yapan kimse yoktu zaten. Nasıl, 6 telli bas’ın , arşe ile bir “yaylı tanbur”a dönüşüvermesi, şaka gibi serpildiyse salona, saksafon ve flütün “iddiasız, mütevazı ve gülümseyen” coşkusu da, ayrıca görülmeye değerdi. Aynı saksafon, insan sesi ile yarıştı, kavga etti, sevişti yer yer; “karabatak taksim” dediğimiz bir hasbihâl ahengi içinde... Davul ise, “bendir”e mağlup oldu zaman zaman.

 

Hani, “Sakin Şehir”den haberimiz var... “Slow food”a da aşinâyız biraz biraz. Ama, perşembe akşamı dinlediklerimizi, “sakin caz” zorlaması dışında, nasıl tanımlı bir kategoriye sokar “herşeyi bilen”ler; işte onu bilemedim ? Festivalde, bir “gazelhan-ı caz” dinledik ki, son şarkısının adı, “Qalb – Kalb” idi... Siz anladınız onu... Festival’e çok yakıştı bu konser.

Yazarın Tüm Yazıları