Sultanım, siz baharı bile getirirsiniz!

Haberin Devamı

Mevsimlerin sultanıdır bahar. Tabii aynı zamanda sultanların da mevsimi…

“Esdi nesim-i nevbahar, açıldı güller subh dem?

Açsın bizim de gönlümüz, saki meded, sun câm-ı cem”

Nef’î’nin Sultan IV.Murat’a ithafen yazdığı bahariyyesi, yani bahar mevsimini anlatan şiiri, bu ahenkli beyitle başlar. (Nef’î’nin bu şiiri, yazıldıktan iki yüz yıl kadar sonra, Hacı Arif Bey tarafından bestelenmiştir.)?Günümüz Türkçesi’ne uyarlayacak olursak:

Esti yeni baharın tatlı rüzgarı, sabah vakti açıldı güller

Açsın bizim de gönlümüz, yardım et saki, sun câm-ı cem

Haberin Devamı

“CAM-I CEM” NE OLA Kİ?

Baharın gelişi, tatlı bir rüzgar, güllerin açması, gönüllerin şenlenmesi tamam da... Nefi’î’nin bahariyyesinde kullandığı “câm-ı cem” nedir acaba?

Câm-ı cem, efsanevi hükümdar Cemşid’e atfedilen sihirli bir cam kadehtir.

Kadim İran kültüründe, Cemşid hakkında çok sayıda anlatı bulunur.

Aslında adı Cem’dir. Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’da “Yima” olarak geçer.

Mitolojiye göre Hindistan’dan ayrılıp, yeni bir din olan Zerdüştlüğü, o öğretmiştir İran halkına. Tıp, musiki ve pek çok sanat onun hükümdarlığı döneminde icat edilir. Adına eklenen -şid lakabı ise, Pehlevî dilinde parlayan, ışık saçan, güneş gibi anlamlar taşır. Elbette bu lakap ona durup dururken verilmez.

700 yıl hüküm süren Cem, bir 21 Mart günü, Azerbaycan’a gelerek, tahtını Doğu’ya bakan yüksek bir yere kurdurur. Güneşin doğuşuyla birlikte hükümdarın eşsiz tahtındaki ve tacındaki tüm mücevherler ışıl ışıl parlayarak, dört bir yana rengarenk ışıklar saçar; Nevruz’u, yani baharın gelişini müjdeler.

Baharı başlatan Cem, mitolojiye göre şarabın da mucididir. Çevresindekilere şarabı tattırmak için yedi köşeli (kimi anlatıya göre yedi kademeli) cam bir kadeh yaptırır. İşte “cam-ı cem” ismi buradan gelir. Fuzulî, şu satırlarla yer verir ona şiirinde:

Haberin Devamı

"Hâk-i Cem üzre çıkıp lale tutup câmını der ?

Ki kimin var ise câmı bugün oldur Cem"

Cemşid’ten çok sonra bir başka hükümdarın, Keyhüsrev’in zamanında bu kadeh, dünyada, hatta kainatta olup biten her şeyi gösteren cam bir küre olarak karşımıza çıkar. Cam-ı Cem’in ilişkilendirildiği bir başka hükümdar da Büyük İskender’dir. Bakî’den okuyalım:

“Cam-ı sarayun olmadan el-hak safa budur

Ayîne-i Sikender u¨ Cam-ı cihan-nu¨ma”

İslamiyetle birlikte cam-ı cem, hükümdar-peygamber Hz.Süleyman ile anılmaya başlar. (Cem, 700 yıl hüküm sürdüğü söylenen Süleyman Peygamber’e atfedilen isimlerden biridir. Zamanla Cemşid ve Hz.Süleyman, efsanelerde ve edebiyatta iç içe geçecektir).

Haberin Devamı

HIZIR-İLYAS’TAN EDERLEZİ’YE

Yüzyıllar geçtikçe, Cemşid’den miras kalan anlatıların dünyevi yönü zayıflarken daha sembolik bir boyut kazanır. Cam-ı cem, tasavvuf şiirinde hakikati (ki yedi makamda ulaşılır) gösteren ayna anlamında karşımıza çıkar. Ayrıca Hızır’ın kıyamete kadar bu dünyada kalmasını sağlayan “ab-ı hayat”ı içtiği kadehle de ilişkilendirilir. Hızır, Cemşid veya Hz.Süleyman gibi dünyevi sultanlığı olmayan, manevi bir sultandır. Ozanlara / aşıklara “dolu bade” içirerek onları maneviyat ve müzik yolculuğuna çıkarır. İnanışa göre baharın ve yazın asıl başlangıcı, (6 Mayıs) Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde her yıl buluştuğu gün, yani Hıdrellez günüdür. 6 Mayıs, Hristiyan kültüründe Aya Yorgi (Aziz George) gününe denk düşer. Böylece Türk-İslam kültüründeki Hıdır-İlyas bayramı, Aya Yorgi günüyle birleşip Osmanlı Balkanları’na din ayrımı olmaksızın yayılır: Hıdrellez, Hedirles, Edirlez, Ederlezi gibi benzer isimlerle. (Goran Bregovic’in yorumuyla ünlenen Roman türküsü Ederlezi de Türkçe’deki Hıdrellez’dir.) Bu bahar bayramı, sadece halk inançlarıyla değil tabiatın döngüsüyle ilgili olduğu için kendine resmi düzeyde de karşılık bulmuştur. Osmanlı Devleti’nde 6 Mayıs’tan 7-8 Kasım’a kadar geçen süre, yani Ülker Burcu’nun görülebildiği zaman dilimi, bahar-yaz mevsimi (rûz-i Hızır) olarak kabul edilirdi.

Haberin Devamı

BAHARI BEKLEYEN ORDULAR GİBİ...

Pek çok kültürde, baharın uyanışı, doğanın canlanışı, hayvanların yavrulayışıyla iktidarın kuvveti arasında sembolik bir ilişki görülmüştür: Maddi-manevi gücü birleştiren muktedir hükümdarlar, insanlığa baharı getirdiler. Ancak şunu da unutmayalım... Bahar-yaz ayları neşe, şiir ve musiki ayları olduğu gibi aynı zamanda savaş mevsimidir de. Ordular ve donanma sefere, tam da bu zamanlarda çıkardı. Sefere çıkan Sultan Süleyman gibi padişahlar, Hz.Süleyman gibi özel güçleriyle devleri, cinleri emri altına alamıyordu belki... Ama onlara methiyeler düzen maharetli şairleri vardı. Bakî’ye göre baharın güzelliğini getiren de yüce padişahın dirayeti değil miydi*?

Haberin Devamı

Devr-i gül sanman cihanı böyle tezyîn eyleyen

Yümn-i ikbâl-i Hudavend-i cihân-bân eyledi

(Sanma ki gül mevsimidir cihanı böyle süsleyen

Uğurlu ve talihli hükümdardır o, cihanı koruyan)

* “Bahariyye der-Medh-i Sultan Murad Han ‘aleyhi-r rahmetü ve’l-gufran”, Bakî Divanı içinde, Haz.Sabahattin Küçük, 1994. Ayrıca, bkz. Arzu Kalender, “Taze Can Buldu Cihan: Osmanlı Şiirinde Bahar”, Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2002 ve Sıtkı Nazik, “Bakî Divanı’nda Sevgilinin Otorite Sahibine Teşbihi”, Turkish Studies, 2012.

Yazarın Tüm Yazıları