'Bulaşırsa bulaşsın' mı?

“Temmuz, ağustos, eylül/Her mevsimde durma gül/Hayat inan çok kısa, belki çıkmayız yaza/Boş vermişim, boş vermişim, boş vermişim dünyaya/Ağlamak istemiyorsan sen de boş ver dünyaya”

Haberin Devamı

Böyle diyordu Ajda Pekkan’ın seslendirdiği, 1967 tarihli Fecri Ebcioğlu şarkısı. Bu şarkıyı birkaç gün önce Hürriyet’teki “Bulaşırsa bulaşsın” başlıklı haberi okuyunca hatırladım. Şöyle yazıyordu haberde: “Neden maske takmadıkları sorulan bazı gençlerin yanıtları şaşırttı: ‘Zaten herkese bulaşacak diyorlar. Ölen ölsün kalan sağlar bizimdir.’, ‘Zaten bu hayatı şans eseri yaşıyoruz.’, ‘Gençler bir şekilde atlatıyor.’

Bulaşırsa bulaşsın mı

Antik çağlardan beri yetişkinler, gençleri eleştirip durdular. “Zamane gençleri”, umursamazlığın, kaybolan değerlerin, bozulan dünyanın sembolü olarak görüldü. Bu Roma’da da böyleydi, Osmanlı’da da... Şimdi gündemde Z kuşağı (belki de “zıtlaşma kuşağı” demeli) var. Kuşaklar arası değer çatışması, bugün de ortadan kalkacak gibi değil. Haliyle yukarıdaki haberi okuyanların en hafifinden “Vay vicdansızlar”, “Şu hale bak” gibi tepkiler vermesi şaşırtıcı olmaz. Ama gelin görün ki kızmak, “delikanlı diye kesip atmak işin kolay yolu.” Zor olansa gençlerin neden böyle konuştuğuna kafa yorup umursamazlığın önüne geçebilmekte. MFÖ’nün dediği gibi: “Bunun bir başı sonu yok mu? Sebepsiz sonuç olur mu?”

EMPATİ ÖĞRENİLİR Mİ?

Araştırmalara göre ders kitaplarındaki bilgiler (buna ahlâk bilgisi de dahil) gençlerin “bilişsel” gelişimine katkı sağlıyor ancak duygulara etki eden “duyuşsal” yeteneklerin gelişimi için farklı yöntemler gerekiyor. Bu yöntemlerden ilki, sahada çalışmak. Yani başkalarına, “ötekine” faydası dokunan projelerde yer almak. Kendinden daha zor durumdaki insanları, hayvanları veya doğal çevreyi ‘dünya gözüyle’ görmenin farklı bir dönüştürücü gücü var. Empati “yüz yüze” olunca daha derinden gelişen bir duygu. Hani denir ya “Görünce içim acıdı” veya “Görünce içim açıldı” diye... Saha ziyaretlerine yararlı işleri, geliştirecekleri bilim projelerini de eklemek gerek. Çünkü kişisel katkısıyla -küçük de olsa- bir şeyleri değiştirebilmek insanlara umut veriyor, idealler hayata anlam katıyor. Başkasına hayrı dokunanın, kendine de hayrı dokunuyor. Elbette tüm gençlerin koşa koşa böyle projelere katılmasını beklemek hayal. Ama bu tür faaliyetler temel eğitimin parçası olursa yaşayacakları olumlu değişimi hayal etmek zor değil. İyi düşünce ve umut kendi kendine yeşermiyor, düzenli olarak beslemek gerekiyor.

LAFTA KALMAYAN ÖRNEKLER

Değerler eğitiminin bir yolu da rol modelleri. İnsanlık tarihi boyunca peygamberler ve onların izinden giden veliler, bilgeler, değerler eğitiminde hep en ön sırayı aldılar. Modernleşmeyle birlikte bu kadim gelenek farklı bir boyut kazandı: Devlet liderleri, bilim insanları ve sanatçılar, rol modeli oldular. Öğretmenlerin değeriyse hiç azalmadı. Ne var ki gençler üzerinde en etkili rol modelleri öncelikle anneler, babalar ve aile büyükleri. Hal böyleyken, biz yetişkinlerin gençleri kınayıp onlara “ayar vermekten” daha önemli bir görevimiz var: Kendimize çekidüzen vermek. “Yalan dünya, her şey bomboş” nakaratlarıyla, hayatımızın sadece olumsuz yanlarını dile getirirken nasıl doğru örnekler olabiliriz ki? Israrla “Biz düzelemeyiz, bizden adam olmaz”, derken “hazret-i insan” olduğumuza inanmak mümkün mü? Tabii şunu da hatırlayalım: Onların yaşındayken büyüklerin gözünde biz nasıldık acaba? Öyleyse gelin, dünyayı iyileştirmeye kendimizden başlayalım. Mesela en basitinden çatık bir ifade yerine gülümseyen bir bakış... Bakarsınız maskenizin üstünden görünen o olumlu bakış, zamanla başkalarına da bulaşır. Zaten konu iyilikse, bırakalım gönlümüzdeki güzellikler -genç, çocuk, yetişkin, yaşlı- herkese bulaşsın.

Bulaşırsa bulaşsın mı

Haberin Devamı

‘SURVIVOR’ MODU

“Kendi kadrini bilmeyen elin kadrini ne bilir” der bir atasözü. Eskiden duvarlara asılan yazılardan biri de insana kendi manevi değerini hatırlatırcasına “hazret-i insan” olurdu. Oysa günümüzde gençlerin kendilerini değerli görmeleri hiç kolay değil. Hayatta oluşunu bile ‘şans eseri’ sayan gençler için “evde çocuk, okulda öğrenci” olmak tatmin edici bir rol sayılmaz. Ayrıca yakın gelecek için gelişim umudu taşımayanların kendilerini amaçsız, önemsiz hissetmeleri doğal değil mi? İşte gençlerdeki bu umutsuzluk hali, toplumsal değerlere tepkiye dönüşüyor ve başkalarıyla “empati” kurmaları zorlaşıyor. Etik değerler aritmetikten çıktığı anda da geriye sadece “survivor” modu kalıyor: “Ben gitmediğim sürece adadan kim giderse gitsin.” Güncel ifadesiyle “değerler eğitimi”, tüm bu empati eksikliğini gidermek için çok önemli. Peki ama gençler değerler eğitimi almaya meraklı mı?

 

Yazarın Tüm Yazıları