Çorba Risalesi

Hava soğuk. Sıcak bir mercimek çorbası iyi gider sanki. Okumaya ara vermeli artık, zira saat geç ve karnım aç..

Haberin Devamı

 

Ve işte harika bir mercimek çorbası önümde şimdi. Acaba aradan ne kadar zaman geçti? Çorba var diye mi ben vardım, yoksa ben acıkınca mı çorba var oldu? Belki de bir eşzamanlılık sözkonusuydu, belki de bildiğim gibi değil hiçbiri, belki, belki de gerçekliğimizin belkiyle yoktur hiç işi! Anlayacağınız, kafam biraz karışık..

Nasıl olmasın ki; son birkaç haftadır “kendim anlayayım da ucundan acık, okurlarıma anlatabileyim birazcık” diye yok kuantum, yok kozmoloji, yok atomculuk ne bulursam tekrar tekrar okumada, üzerine sabah akşam kafa yormadayım.. Nitekim az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, arada iki makale de yazmışım lakin gerçeklikle ilgili gele gele anca “şimdi sıcak bir mercimek çorbası iyi” noktasına varmışım…

Haberin Devamı

Çorbam, içine papara ettiğim kızarmış ekmek parçalarıyla adeta bir “kuantum kuramı” risalesi gibi görünmede gözüme. Sözde çorba ama özde?

İncelersek; Bi defa içindeki ekmekler dolayısıyla -karıştırdıkça içindekilerin yer değiştirdiği- parçacıklı bir görünüm arzetmede. Sonra içindeki herşey birbiriyle ilişkisellik içinde keza çorba da hem benimle hem pişirdiği için eşimle, biz de diğerleriyle, vesaire vesaire. Ve “gerçekten öyle mi değil mi, içecek miyim, içemeyecek miyim, nasıl, ne olacak neticesinde?” diye düşündükçe belirsizlik de giriyor mu işin içine.. Nihayet kuantum kuramının üç temel kavramı da yerini bulmuş oluyor böylece; Parçacıklılık, ilişkisellik ve belirsizlik ilkeleri… Önümdeki o mübarek “kozmik çorba” öyleyse. Umarım içselleştirebilirim içtikçe!

Lucretius’un şiirleri bile mısra mısra, Demokritos, Aristo, Eflatun, İbnü’l Arabi, Razi, Cüveyni, Zenon’un paradoksu dahi çorbada. Der misiniz herşey algıda; neyi görmek istersek orada.. Peki çorba(dolayısıyla evren, madde) sonlu mu sonsuz mu, hareketli mi, donuk mu? Paradoks şöyle; Çorbamı içmek için mantıken önce yarısını içmem gerekir. Bunu yapabilmek için önce o yarının yarısını içmem gerek ve bu böyle böyle, iki mesafe arasının sonsuz noktadan oluştuğu düşüncesiyle asla bitmez. Hatta başlayamaz bile..

Haberin Devamı

İnat edip kafayı bozarsanız çalakaşık tamamını içmek üzere, -anlattığım gibi- çorbayı önce yarısına, ondan evvel onun yarısına ve mecburen gitgide böyle böle böle çorba atomcuklarına varırsınız ki, ister istemez “evrenin bölünemez en ufak bir yapı taşı var mıdır, yok mudur, varsa Allah’ın dahi onu bölemeyeceği gibi bir sonuç çıkar ve bu O’na had getirmek demek olur” falan diye düşünürken dikkatiniz dağıldı ve kazara, vardığınız çorba atomcuğu da ağzınızda bi parçalandı mıydı(meğer bölünebiliyormuş), al işte, çorba içeyim derken atom bombası patlattınız, onca insanın kanına girdiniz, ortalık berbad oldu.. Değer mi hiç?

 

Burdan sizi kurtarırsa kuantum kurtarır, kuantum bilmeden içemezsiniz çorba morba. Önce matematikteki “limit” kavramını kavramanız gerek. Sonra “madde ve zaman”ın ancak “Plank ölçeği” olarak belirlenmiş en ufak birimlere kadar bölünebileceğini öğrenirsiniz. Ama bu sefer de “kendimizi tanıyalım zerre bezerre” diye böle bölüne ve akabinde “acep ne ola ki ötesinde” diye limiti geçtiniz mi; eyvah, ölçek altına düşüp gayboldunuz.. Yine içemedik çorbayı iyi mi? Ya! Kolay değil yaşam gailesi…

Ancaak; “kuantum sıçrama”(bkz.tafra - Nazzam’ın meşhur sıçrama teorisi) yapabilirsek işi kurtarabiliriz; sıçraya sıçraya bölünme zorunluluğundan yırtar, anti madde, kara delik, geçer, paradoksun dayatmasını da aşarız.. Hem sonsuza dek bölünebilse bile bu, çorbayı sonsuz kılmaz ki. Bölünse de sonsuz parçaya, yeniden birleştirildiğinde, başı sonu, hacmi, ağırlığı hep belli. İp gibi; bir metre ip sonsuza da bölünse ve sonra parçalar tekrar birleştirilse yine elinde bir metre ip.. Desene; öldük öldük, dirildik, niye?

Bu arada dikkat çorba soğuyor, soğudukça entropi(dağıntı) oluşuyor. Çorba içmenin önündeki engeller bitmiyor. Hele çorbanın “heyula”(yaratılacak olan herşeyin bir bütün olarak kurgu anlamında ortaya çıkması) ile ilişkisi, “cevher midir, cisim midir, cisim ise biçimi araz(nitelik) aldığı için mi öyledir, tözü(aslı) nedir, yoksa çorba birbirlerine etki eden kütle çekimi kuantumlarının dalgalı bir kaynaşması mıdır yahut kovaryant(eşdönüşür) kuantum(nicem) alanlarının dışavurumu mudur, acaba uzay-zaman köpüğü içinde birbirlerine karışan uzay kuantumlarına bağlı hareket eden yapısıyla dünyanın farklı bölgeleri arasındaki korelasyonları(ilinti) ören karşılıklı bilgiden mi doğmuştur” olaylarına girerseniz bu sefer devreleri fena yakarsınız, çorbanızı başkaları içer, hayretle bakakalırsınız…

 

Gayrı yettiyse, artık sadede gelelim de çorba üzerine halihazırdaki bunca tecrübemle oluşan fakirane çıkarımlarımı özetleyeyim sizlere: Bölmekle bu kadar vakit geçirmedense birleştirmek yeğ tutulmalı bence. “Hakikat-ı Muhammedi” noktasına gelmeye “Ali”(ra) kapısı var önde. O da “ilim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” demede. Mevzubahis hakikat noktasına “ahlak-ı Muhammedi” ile erilebilmekte. Lokmamızı lokması olmayanlarla bölüşebiliyorsak işte bu harikulade. Birliğe giden yol farkları yok saymakla değil, fark etmekle. Hasılı herşey -dinamik- bir dengede. Tevekkel olanın kalbine hikmet inmede. Ve herşey yaşanarak değerlenmekte. Maksat içmekse, “el ağzıyla çorba içilmez” neticede…

Hamdolsun, içtik çorbayı ki yazdık yazıyı. Çorbayı yapan, getiren, kotaran baştacı amma çorbaya da bir methiye yakıştırmalı. O halde buyrun son söz olarak Cahit Telkök’ten -bir kısmını alıntıladığım- “çorba efsanesi” şiiri; “Esselamu aleykum çorba içmeğe geldik / Boş mideler sevinsin buğu tütsün sahanda / Limonu biberini bolca saçmağa geldik / Çorba gibi bir nimet olur mu hiç cihanda // Canlı bir efsanedir dededen sormamışız / Hayatın telaşında hiç hayal kurmamışız / Hangi gıdadır önde farkına varmamışız / Çorba gibi bir nimet olur mu hiç cihanda // İster mercimek olsun isterse kelle paça / Diller damak tatlansın bunun masrafı kaça / Bir güzel selam versin sıcaklık dolsun içe / Çorba gibi bir nimet olur mu hiç cihanda // Öyle sulu görüp de kanmayın sakın tasta / Acep neler katmıştır onu kaynatan usta / İnsanı dimdik eder olsan da cılız hasta / Çorba gibi bir nimet olur mu hiç cihanda //…// Fakir evin annesi ey garip haticesi / Yemek olmazsa evde kavgadır neticesi / Un çorbası da yeter çözümün katicesi / Çorba gibi bir nimet olur mu hiç cihanda //…// İster sade suya yap istersen etsuyuna / Asla zam da gelmez şu kuyunun suyuna / Her türlü huya gelir olmaz deme boyuna / Çorba gibi bir nimet olur mu hiç cihanda // Çorba çorba dedikte iştahlar kalktı birden / Bu mesele aklıma başka şey taktı nerden / Bir de çorba vardır ki tesiri başka yerden // Çorba gibi bir nimet olur mu hiç cihanda…” Hu

 

Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ

Yazarın Tüm Yazıları