Nostaljiden moda devrimine...

Eskici, antikacı, bit pazarı gezmeyi sever misiniz? Bir zamanlar birilerinin çok severek kullandığı, gözü gibi baktığı eşyaları karıştırmak bir nevi zaman yolculuğu sayılır.

Haberin Devamı

Bugünün plastikliğinden, taklitçiliğinden, uydurukluğundan eser olmadığı günlerin eşyalarını, kıyafetlerini sanki dünyanın en büyük hazinesine ulaşmış gibi saatlerce incelemek, fotoğraflara bakmak...
Sahiplerinin nasıl insanlar olduğunu düşlemek...
Her şeyin “tanıdık” olduğu günlere gitmek, o sıcaklık hissini hatırlamak...
İstanbul malum, “Aradığınız bakkala şu an ulaşılamıyor” durumunda.
Kentsel dönüşüm bir yandan tanıdık görüntüleri hızla mahallelerden silerken, öte yandan durmak bilmeyen rant açlığı sayesinde 40 yıllık dükkanlar tarihe karışıyor, yerlerini bugünün zincir mağazaları alıyor.
“Yenilik kötüdür” demiyorum ama insanların o sıcak duygusunu, o tanıdıklık hissini, mahalle kültürünü söküp alan ve yerine kent kimliğine aykırı yapılar konduran yenilik, kötü yenilik.
İşte tam da bu yüzden insanlar eski değerleri, eski görüntüleri, eski eşyaları, eski duyguları daha çok özlüyor. Facebook’taki eski fotoğraf gruplarına muhakkak rastlamışsınızdır.
Şehrin eski görüntülerini, günlük yaşamdan kesitleri; mahallelerin bugünkü halleriyle geçmişteki hallerini karşılaştıran fotoğraflar koyuyorlar.
İçlerinde saatlerce kaybolmak mümkün bu fotoğrafların, aynı zamanda bir şehre ne kadar acımasız davranılabileceğinin vesikası gibi.
Her ne kadar iç burulması ile tatlı bir nostalji hissi içinde gidip gelseniz de, o tatlı nostalji hissi ağır basıyor.
Ağrı kesici almak gibi bu fotoğraflara bakmak.
Eski kıyafetler de öyle bana kalırsa.
Geçen gün sürekli gittiğim bir eskicide bavullar dolusu kıyafet buldum.
Kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan bir binanın, 30 yıl kapalı kalmış bir odasından çıkmışlar.
70’lerin başında gençliğini yaşamış, ince zevk sahibi bir kadının bavullar dolusu 35-40 parça giysisinden bahsediyorum.
Yıpranmamış ve solmamışlar, eski sandık kokusu hariç “yeni aldım” diyeceğiniz kadar iyi durumdalar üstelik.
Elbiseler, etekler, bluzlar, ceketler...
60’lar 70’ler sevdalısı bir insan evladı olarak, kıyafetleri karıştırırken kafama huni takarak Kadıköy sokaklarında koşasım geldi, aklımı yitiriyordum.
Hepsini torbalara doldurarak eve taşıdım, defalarca yıkayarak, üzerine beyaz sirkeli sular sıkarak, sahip oldukları o “eski” kokusunu çıkarmayı başarabildim.
Elimde 70’li yıllar kıyafet müzesi açacak kadar çok, yeni ve giyilebilir kıyafet var şimdi.
40 yıllık bu kıyafetlerle günler boyu uğraşırken ne düşündüm, biliyor musunuz? 80’lerden sonra giyim sektörü, hızla tüketim kültürünün önemli bir parçası haline geldi ya... Hani içinde bulunduğumuz düzen, tüketim malzemesi olmayan malları dahi “durmaksızın tüketmeniz gereken” öğelere dönüştürdü ya...
İşte, elimde belgeleri, kanıtları duruyordu! Elimdeki kıyafetler hazır giyim sektörünün tüketim kültürünün oyuncağı olmadığı yıllara aitti.
Yani, “tüketilmemesi” için yapılmıştı.

Haberin Devamı

Temel prensip: Dayanıklılık

Haberin Devamı

Tüketim kültürün hepimizi birer öğütücüye dönüştürmediği zamanlardaki kıyafetler, uzun yıllar yeni kalacak şekilde, dayanıklılık prensibiyle üretiliyordu.
Bugünkülerdeki vaziyeti pek iyi biliyorsunuz: Kısa zamanda eskimeleri, yenilerine ihtiyaç duyulacak hale gelmeleri, kısacası “tüketilmeleri” için üretiliyorlar.
Daha da önemlisi, o yıllarda 3. Dünya ülkelerinde neredeyse bedavaya ve içler acısı koşullarda çalıştırılan milyonlarca tekstil işçisinden de bahsetmiyorduk.
Moda, sadece yıllar içinde şekli değişen bir kavram değil.
O, işin sadece görünen kısmı.
Üstelik görünen kısmında pek farklılık yok. Bugünün hazır giyim markalarının web sitelerine bakın, eskinin kataloglarından farklı olmadığını görürsünüz.
Fakat önemli bir değişim var bu alanda: Modanın kaynağı değişmiş durumda.
Artık “ihtiyaç karşılamak” için değil, tüketim üzerine kurulu sistemin dişlileri dönsün diye var.
Dolayısıyla yeni nesil köleliği sürdüren bir kola dönüşmüş durumda hazır giyim sektörü.
Sektörün devleri, durumu göstermeyi pek tercih etmiyorlar doğal olarak.
“The True Cost” gibi belgesellere de denk gelmediyseniz, indirim deliliğinde kendinizi kaybetmeniz, alışveriş canavarına dönüşmeniz, satın aldığınız ürünün kaynağını, nasıl ve ne koşullarda yapıldığını sorgulamamanız olası.
İşte tam bu noktada “Fashion Revolution”, yani moda devrimi hareketi devreye giriyor.
Onun hikayesi de yarına...

Yazarın Tüm Yazıları