Anadolu’ya ışık tutan bölge Kapadokya

Kapadokya bölgesine ilk kez 60 yıl önce ayak bastım. Oraya her sene birkaç tur yaptıkça bölgeyi daha çok tanıdım; ucu bucağı olmayan bir yerdi. Bölge çok ilginç bir büyüme içinde. Nüfusunun çok arttığını söylemek mümkün değil. Turist sayısında da kontrol sağlanırsa gelecek buranındır. Ama tabii çevrenin korunması en önemli nokta. Bu bölgenin tarihi Anadolu’ya ışık tutuyor.

Haberin Devamı

1963 Nisanında bundan 60 yıl önce Kapadokya’ya adım attım. Kuşkusuz tek başına değildim. O tarihte Mukadder Sezgin Basın-Yayın Turizm Bakanlığı diye bilinen kurumun Turizm Dairesi Başkanı’ydı. Dairesinde hademe dahil 19 kişi çalışıyordu. Bu kadrolarla bazı şeyleri gerçekleştirmesi mümkün değildi. Halbuki projeleri vardı. Pratik bir adamdı. 1960’lı yılların kıtlığı içinde turizm işlerini hiç değilse başkent çevresinde düzenlemeye kalktı ve bunda da başarılı oldu.

İlk iş eleman bulmaktı. Kendi memurlarıyla bu işi yapamayacaktı; sayıca yetersizlerdi. Bazıları da lisan bilmiyordu. Başkentteki iki üniversitede okuyan o da yetmedi yabancı dil bilgisi olan lise öğrencilerini de bir amatör tercüman, rehber kursuna aldı. Amatör lafı yaş sınırını ortadan kaldırıyordu. Ciddi bir lisan imtihanı yapıldı. Kurs başladığı zaman programın daha ciddi olduğu anlaşıldı.

Haberin Devamı

Bakanlığın Polonya asıllı Türk vatandaşlarından Edwin Rizi gibi her şeye koşuşturan bir memuru vardı. O da bazı kursları yüklendi. Arkeologlardan da gelenler oldu. Ama asıl önemlisi Mukadder Bey Tahsin Özgüç, Ekrem Akurgal gibi hocaları hatta Katharina Otto-Dorn’u bir konferans için ayarlamıştı. Sanat tarihinin yükü yine Gönül Öney’deydi; güzel ve bilgili bir asistan kızdı. Entelektüel bir ailede yetişmişti. Sevgi Soysal, Devlet Opera ve Balesi’nin ilklerinden Duygu Yener (Gürer Aykal’ın eşidir) onun kardeşleridir.

Anadolu’ya ışık tutan bölge Kapadokya

DÜNYA İLE TEMAS EDİYORDUK

Ankara içinde geziler yapılıyordu. Akşam kursları çok iyi geçmişti. Doğrusu meraklı olduğumuz arkeoloji ve sanat tarihi gibi dallarda bilgi edinmek zevkli geliyordu. Hafta sonu Ankara içindeki eski eserler görüldü. Bunların bazılarını tesadüfen tanıyordum. Bazılarını hiç görmemiştim. Çoğu Ankaralı, eski Ankara’nın içinde neler var bilmezlerdi, bugün de medeni bir rakama ulaşamadık.

Nihayet mart ayı geçtikten sonra nisanda yurtiçi geziler başladı. Bunlar ilk anda belli bir alandaydı. Konaklama imkânımız olmadığı için Alacahöyük, Boğazköy’e, Göreme’ye, Gordion’a, Konya’ya gittik. O zamanın Konyasını görmek büyük bir şanstı. Pek tabii asıl büyük kazanç Göreme. Aksaray kavşağından sonra şose yolla ulaşılan Ürgüp ve Göreme’nin bizim literatürden tanıdığımız bacaları vardı ama mekteplerde bacaların dışında en hafif bir bilgi verilmeyen kaya kiliseleri, manastırlar hepimizi büyülemişti. Nevşehir ve Ürgüp Selçuklu medeniyetinin, Bizans’ın kaynaştığı yerlerdi.

Haberin Devamı

Anadolu’nun zenginliklerine ilk bakışımızın çok yüzeyden olduğu anlaşılıyor. Zaten Türkiye’nin uç noktalarına ulaşmak bu mütevazı programda yoktu. Nitekim sonuç geldi. Hazirandan itibaren Ankara’nın her yerine “Tourist Information” tabelaları asıldı. Tunalı’daki bakanlığın alt katı enformasyon merkezi olarak düzenlendi. Talebeler orada enformasyon hizmeti veriyordu. Gelen turist orayı mutlaka buluyordu. Kalabalık sefaret mensupları ve o tarihte kalabalık sayıdaki Amerikalılar da.

Broşürler basılmıştı. Bu broşürleri hazırlayanlar turizm dairesinin elemanlarıydı. Doğrusu çok güzel broşürlerdi. Doğru ve kısa bilgiler veriyorlardı. Bütün Türkiye için çıkarılmaya başlandı. O tarihte Türkler vatanlarını tanımak için Ernest Mamboury, Thomas Schröder, Guide Bleu ve Karl Baedeker’in baskılarına müracaat etmek zorundalardı. İlk defadır ki Türkiye’de geniş bir öncü rehber kitap ortaya çıkacak gibiydi.

Haberin Devamı

Doğrusu yaptığımız işlerden çok keyiflenmiştik. Ankara gibi İstanbul’un aksine dış dünyaya kapalı görünen bir başkentte dünya ile temas ediyorduk. Hatırlıyorum, lise birinci sınıftaydım. O yılın sonunda eylül ayında ne yapıp edip Bursa, İzmir ve Burdur üzerinden Antalya’ya gittim. Bu gezi için rahmetli annemle epey mücadele ettik. Ama Türkiye henüz bakirdi. O bakir Antalya ve Alanya’yı bir daha görmem mümkün olmadı. Aynı şeyi ikinci sene okulun turizm kolunda, oralarda tertiplediğim bir geziyle sağladık. Rehber öğretmenimiz kimyacımız Osman Bey’di. Efes’i ve Bergama’yı görmüştüm, Selçuk’a bakmıştım. İzmir’den demiryolu ile ulaştığımız Selçuk kasabasından Efes Harabeleri’ne tırmanmak ayrı bir keyifti. Bugün o lüksün, o dönemin çok uzağındayız. Her şey artık motorize oldu. Bu harabeleri gezmenin de tadı kaçtı.

Haberin Devamı

Bu hafta Kapadokya’da turizm rehberlerine bir konferans verdim. 60 yıl önce ayak bastığım bu toprakta eski bir tercüman, rehber, mihmandar olarak bölgeyi anlatıyordum. O tarihte otel yoktu. Sadece Turizmkent bir Tusan Hotel inşa etmişti. Ortahisar’da bir pansiyon vardı. Nevşehir’de alışılmış kasaba otelinin dışında pek bir şey yoktu. Birkaç sene içinde hepsi gelişti. Oraya her sene birkaç tur yaptıkça bölgeyi daha çok tanıdım; ucu bucağı olmayan bir yerdi.

Kaya kiliselerini gezenlerin sayısı çok azdı. Bugün binlerce insan geziyor. Doğrusu buna pek sevinemiyorum. Anlayan da anlamayan da orada. Bu yalnızca yerli turistler için değil yabancılar için de söz konusu.

Haberin Devamı

SINIRLAMA UYGULANMALI

1977 yılında Kremlin’in Genel Müdürü dört uzmanıyla beraber Ahmet Taner Kışlalı’nın bakanlığı döneminde Kışlalı’nın davetlisi olarak geldiklerinde onlara kısmen mihmandarlık yaptım. Bakanlık danışma kurullarındaydım. Rusya’ya önem veriyorduk. Genel Müdür Mihail Petroviç Sovyet bürokratlarına has bilmiş tavrıyla âdeta direktif verir gibi doğru şeyler söyledi: “Ben Kremlin’in müzelerini bile haftanın her günü açmam. Bazıları bir hafta dinlenir, bir hafta açık kalır. Sebebi aspirasyon-nefes. Fresklerin nefese tahammülü yoktur. Siz nasıl oluyor da buraya bu kadar insanı sokuyorsunuz?” Hakikaten dar kaya kiliselerinin tarih boyu geçirdiği, insanlar tarafından yapıldığı fizikî tahribattan daha fazlasını bekliyordu. Zaman ve nefes. Bu konuda artık tedbir alındığını görüyoruz ama alınmayan bir tedbir var. Bu bölge kiliselerine sadece kontenjan tespit edilerek girilmesi ve herkese açık tutulmaması. Kesinlikle sınırlamanın uygulanması.

Kapadokya o zaman da çalışkan insanların bölgesiydi. Nevşehir, Türkiye’nin en büyük kamyon filosuna sahipti. Kayaların içindeki depolar birtakım sebze ve meyvenin depolanıp uygun bir mevsimde yüksek fiyata satılmasına müsaade ederek bir servet getiriyordu. Haklarıdır. Bölgenin çocukları cin gibiydi. Her aileden birkaç kişinin bürokrat olması ananeydi. Yavaş yavaş Avanos’un klasik çanak çömlek üretimi bugün seramiğe dönüştü. Bugün Kapadokya artık otellerin ve seramik atölyelerinin bulunduğu bir bölge haline geldi. Venessa Seramik önemli bir atölye ve ihraç malı üretiyor. Bazaar 54’te yöresel halılar elam dokunuyor, iyi örnekler var. Başarılı bir üretim noktası.

Avanos çok değişmedi. Aynı ustalar kendilerini geliştirdiler. Artık testi, çanak, çömlek gibi o zamanın Türkiyesi’nde aranan özelliklere sahip meta yerine baya seramik ve porselen üretimine geçtiler. Şahane parçalar ortaya çıkıyor. Avanos, Kızılırmak’ın civarında demir bakımından zengin çamuruyla bu sanayiyi döndürmeye devam ediyor.

Bölge ile ilgili rehber kitaplar çıkıyor. En son elime sevgili meslektaşımız Mustafa Uysun’un “Kapadokya’nın Kutsal Sanatı” kitabı geçti, oğluna ithaf etmiş. Baba oğul ikisi de rehberdi. “Rehberdi” diyorum çünkü oğul Emin Uysun Adıyaman’daki depremde İsias Otel’de hayatını kaybedenler arasında. Görüyorum ki mihmandarlık bir meslek olarak aile içinde kuşaktan kuşağa geçen bir meslek haline geliyor. Her şeyin ırsi olanı iyidir. Bunun da devam etmesi gerekiyor. Ajwa, Azerbaycanlı bir şirket ve sanat galerisi gibi. İyi bir inşaatta, eserlerle döşeli. Bölgede otellerin rastgele yerlerde kurulmaması, bilhassa kayaların kullanılmaması gerekiyor.

Anadolu’ya ışık tutan bölge Kapadokya

TABİİ ÇEVRE KORUNMALI

Ürgüp canlı bir şehir haline geldi. Fakat burada bir sınırlama gerekiyor. Fazla tabela var. Otel sayılarını da bölgelere sınırlamak gerekiyor. Mustafapaşa, Sinasos-Soğanlı bölgesi Kapadokya’daki Helenik mirasın kalıntısı bir şehirdir. Fakat çok ilginçtir; Ürgüp’teki Hıristiyanlar Karaman’daki Hıristiyan Türklerdir. Bunu eserlerinde de görmek mümkün.

Bölgenin insanı ilk anda çok bilmiş bir girişimcilikle dağa tepeye otel yapmaya kalktı. Bugün bunun kontrol altına alınmasına çalışılıyor. Başarı derecesi nedir bilemiyorum. Şehirler değişiyor ama galiba kontrol altına alınan bir şey var. Temiz havayı, yaz akşamlarının serinliğini önleyecek, ortadan kaldıracak bir kirlenmeye rastlamak mümkün değil. Ayrıca Kapadokya üniversite bölgesi oldu. Aksaray, Nevşehir’de, Mustafapaşa’daki Kapadokya Üniversitesi ile hatırı sayılır bir öğrenci kalabalığı var.

Maalesef turizm şirketlerinin doldurduğu şişirme ziyaretçi sayısını karşılayacak durumda değil. Bir zaman hepimizin rahatça girdiği Floransa’daki Ufizi hatta Doumo ve Vatikan müzeleri dahil büyük müzelerin hepsinde kontenjan uygulaması başladı. Türkiye’deki müzeler ünlü ve tahribe karşı da çok hassas olan Göreme Vadisi’nin çoktan böyle sıkı bir kontenjana tabii olması lazımdı. Aynı şekilde Ayasofya da böyle bir eserdir.

Şehir çok ilginç bir büyüme içinde. Nevşehir yarı yarıya köyde oturan çiftçilerin kışın oturdukları apartmanlarla dolu. Yani mevsimlik metropol büyüyor. Bölgenin nüfusunun çok arttığını söylemek mümkün değil. Turist sayısında da kontrol sağlanırsa gelecek buranındır. Ama tabii çevrenin korunması en önemli nokta. Bu bölgenin tarihi Anadolu’ya ışık tutuyor. 

Yazarın Tüm Yazıları