GEÇMİŞE ÖZLEM BÜYÜYOR
İşin psikolojik yönünü irdelemek üzere de psikolog Esra Ezmeci’yi aradım. Ezmeci pandemi dolayısıyla sosyalleşmeden uzak kaldığımız, teknoloji ile daha fazla haşır neşir olduğumuz bugünlerde birçok insanın geçmişe daha fazla özlem duyduğu, geçmişteki sanatçıları, yazarları yeniden keşfe başladığını söylüyor, “İnsanlar hele de 80-90’lardan bahsederken ‘Ne güzel günlerdi’ diye iç çekiyor. Teknoloji ile insan ilişkilerinin, dostluğun, aşkın, sevginin ve evlilik anlayışlarının değiştiğini düşünüyorlar, ki zaten de öyle, değişiyor. Bu da geçmişe özlemi büyütüyor. TV’lere bakın! ‘İbo Show’ reytinglerde üstlerde. Ferdi Özbeğen şarkıları dinliyor gençler. Eski diziler, şarkılar, sanatçılar yeniden gündemde” diyor.
UNUTULMA KAYGISI HERKESTE VAR
ORTAK VAAT BAĞIMSIZ YARGI
Son sorudan başlamak isterim. Türkiye’de güvenilir ve bağımsız yargı için umut var mı?
“Türkiye, yargı bağımsızlığı ve yürütme gücü üstünlüğü konusunda maalesef Batı’nın gerisinde. 2012’deki adli açılış yılı töreni için bir sorunlar listesi yapmıştık. Bakıyorum, o zamanki sorunlar bugün hâlâ geçerliliğini korumakta. Daha İyi Yargı Derneği, hukukun işletilmesi konusunda yargının önemini bilerek ve iyileştirmeyi hedefleyerek tam da bu hedefle 9 yıl önce kuruldu. Sorunlara çözüm bulmak ve mutabakat sağlanması adına yola çıktık. Sadece hukukçular değil, işinsanları ve fikir önderlerinden de oluşan bir kuruluşuz. Bugün görüyoruz ki Türkiye’de hukukun üstünlüğünü sağlama konusunda iktidardan muhalefete tüm siyasiler en azından söylem bazında aynı yerde. Hukukun üstünlüğünü sağlama, yargıyı bağımsız hale getirme vaadi var. O nedenle elbette umut var. Siyaseten tarafsız bir kuruluş olarak bu konuda çözüm üretmeye de son derece kararlı, azimli ve istekliyiz.”
‘8 BAŞLIKTA 80 ÖNERİ’
Gelişmiş Ekonomi, Refah Artışı, İleri Hukuk ve İleri Demokrasi için önerilerinizi ilgili bakanlıklara sundunuz. Önerilerin temelinde hangi prensip var?
“Aslında 9 yıldır bilfiil yargının iyiye evrilmesi adına aktif olarak çalışıyoruz. Ancak 2021’in
TARİHÇİ-yazar Prof. Dr. İlber Ortaylı, 81 yaşında hayata veda eden tarihçi Filiz Çağman’ın kendisinin iyi bir dostu ve aynı zamanda selefi olduğunu da belirterek “O dönem ki Kültür Bakanımız İstemihan Talay Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü olarak kendisini tayin etmek istemişti. Ancak gerçek mesuliyet sahipleri gibi tereddütü vardı. Daha sonra kendisini ikna ederek, bu vazifeyi almasını sağladık. Filiz Hanım, Topkapı’nın mirasına, geleneğine uygun davranan biri oldu. Bakın bu çok önemli bir şeydir. 8 yıl bu görevini başarıyla sürdürdü. Minyatür uzmanıydı. Minyatürlerin yanındaki yazıları okumayı çok iyi bilirdi. Topkapı kütüphanesine hâkim olmak demek Osmanlı sanat kültür dünyasına hâkim olmak demektir. Bu vasıfta insan yerli ve yabancılar arasında çok az bulunur, yani oradaki malzemenin hem kâğıdını, hem cildini, hem tezhibini, hem minyatürünü, hem yazısını birlikte okuyup değerlendirmek çok az kula nasip olur. Tarihimizde de sayılıdır. Çok disiplinliydi, çok da vakfetmişti kendini. Deprem sıralarında Kadıköy’deki evini bırakıp müzede, üst odada kalmışlığı vardır. Ben ona ‘Saray-ı Âmire nâzırı’, ‘Topkapı nâzırı’ der büyük saygı ve sevgi duyardım” diyor.
Filiz Çağman
SAYGI GEREĞİDİR BİR ANANEDİR
Çağman emekli olduktan sonra müze müdürlüğü için kendisine teklif gittiğini belirten Prof. Dr. Ortaylı kendisinden icazet alarak göreve başladığını belirterek, şöyle devam ediyor: “Aramızda halef- selef ilişkisi var. O çalışırken ben ona, ben çalışırken o bana yardımcı oldu. Dedim ya Topkapı nazırı idi o benim için. Devir teslim töreninden bir fotoğrafımız var, bahsettiğiniz o durum aslında etek öpme değil. Temennadır. Eski memurlar temenna yaparlardı. Bir üst rütbenin eteğini öper gibi temennada bulunurlardı. Saygı gereğidir, bir ananedir. Öyle bir enderun ananesini gerçekleştirmiştik kendisiyle. Zaten, ben sarayın memurlarına uzman ahali, enderun halkı derim. Benim için saraydaki uzmanlık çok önemlidir. Diğer memuriyetlere benzemez. Bu esası herkese anlattık, Kültür Bakanlığı’na anlatamadık. Yani böyle ananevi müzelerde neler yapılması ve nasıl bir teşkilat, nasıl bir anane yerleştirilmesi gerektiğini bir sürü insana anlattık fakat Kültür Bakanlığı’na anlatamadık. Böylesi yerlerde yerin anlamına uygun geleneklerin devam ettirilmesi gerekir. İnşallah bundan anlarlar.”
İLBER HOCA’NIN ‘EL ETEK ÖPME’ SERÜVENİ
TARİHÇİ-yazar Prof. Dr. İlber Ortaylı,
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bilal Yorulmaz, “Bu makale ne bir rapor ne de bir yermedir” diyerek söze girip, makalenin öğrencisi Tuğba Akar tarafından kaleme alındığını söylüyor, şöyle devam ediyor: “Cem Yılmaz’ın 3 filminin ‘sinema ve din/değerler’ bakımından mercek altına alındığı bu proje aslında yüksek lisans öğrencimizin tezinin yanı sıra sunduğu bir makaledir. Bizler, bu bölümdeki eğitimcilerimiz ve öğrencilerimiz, spesifik olarak sinema ve din alanı üzerinde çalışıyoruz. Yani bizim işimiz bu. Çoğunlukla çizgi filmler, zaman zaman da öğrencilerimizin talep etmesi halinde, filmler üzerinde değerlendirmeler yapıyoruz. Daha net ifade etmek gerekirse, ‘Hadi Cem Yılmaz’ı ya da filmlerini taşlatalım’ falan gibi bir gayemiz yok. Maalesef Türkiye’de din konusu fazlaca bölünmelere yol açan bir konu olduğu ve kimse de makaleyi baştan sona okumadığı için ilginç bir şekilde gündem oluverdi. Bu, yurtdışında da sıklıkla yapılan akademik bir çalışmadır ki akademik çalışmaların popüler kültür malzemesi olmaması gerektiğine inanıyorum.”
NEDEN CEM YILMAZ VE FİLMLERİ?Burada araya giriyor ve “Neden Cem Yılmaz ve onun filmleri?” diye soruyorum. Doç. Dr. Yorulmaz, “Özel bir sebebi yok. Öğrencimiz çizgi film yerine farklı olarak bir film makalesi yazmak istedi bu 3 filmi karşılaştırmalı olarak ele aldı. Biz de ‘Hayır, yapma’ demedik. Bunu Cem Yılmaz filmleri ile de yapmaya başlamadık. Nebraska Omaha Üniversitesi’nde uzun yıllar Prof. William Blizek ile çalıştık. Gişe rekortmeni Hollywood filmlerinden yabancı filmlere, belgesellerden kısa filmlere kadar değişik türlerde filmler, sinema ve din uzmanlarının ilgi alanına girmekte ve sinema-din çalışmalarına yönelik büyük bir ilgi bulunmakta. Mesela Elysium ve Matrix ile alakalı değerlendirmelerimiz de var” diyor.
‘DİN ÜZERİNDEN KUTUPLAŞMA VAR’
“
ANTİDEMOKRATİK BİR KARARBilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Emre Erdoğan durumun bir paradokstan ibaret olduğunu söylüyor. İlk sorum şu: ‘Twitter’ın yaptığı yasal mı?’ Prof. Dr. Erdoğan ‘Evet, yasal’ diyerek, şöyle devam ediyor: “Twitter, Facebook gibi platformlar özel şirketler. İstedikleri kişiye ‘ses vermek’ ya da vermemek hakkına sahipler. Yapılan etik mi? Orası tartışılır. Her ne kadar özel kurumlar da olsalar kamusal bir görevleri var. 88 milyon takipçisi olan, ABD’nin en az yüzde 50’sinin oyunu almış bir başkandan bahsediyoruz, ‘Hizmet vermiyorum’ diyebilirler mi? Tek taraflı bir karar. ‘Ayrımcılığa, şiddete, ırkçılığa müsaade edilsin’ demiyorum ama karar tek taraflı alınamaz. Alınırsa, o tek kişi, hoşuna gitmeyen her sesi kapatmaya başlar ki bu antidemokratiktir.”
KİME KARŞI RİSK
Twitter’ın özel bir şirket olması sebebiyle “Üretilen içerik riskli, demokrasiye zarar getiriyor” deme hakkı olduğunun altını çizen Prof. Dr. Erdoğan “O zaman da ‘Trump benzer tondan tweet’ler atarken tehlike oluşturmuyordu da neden şimdi?’ diye sormak gerekir. Bir durumun tehlikeli olup olmadığı, kime karşı tehlike yarattığına kim, nasıl karar veriyor? Trump, ABD Başkanı iken kullandığı ırkçı dile itiraz etmeyen, ki seçim sürecinde yanılmıyorsam sadece 1 kez müdahale edildi, Twitter, konu iç siyasete geldiğinde, ‘Nasıl olsa iktidardan düştü’ diyerek ‘engelleme’ hakkı olduğunu mu hatırladı? Seçimi kaybetmeseydi böyle bir şey yapabilirler miydi?’ diye soruyor.
DİJİTAL DİKTATÖRLÜK
Trump’ın başından beri çok büyük nefret suçları işlediğini, hatta rahip Brunson konusunda Twitter üzerinden Türkiye’yi tehdit ettiğini de hatırlatan Prof. Dr. Erdoğan, Twitter’ın ‘Barışı tehlikeye atacak söylemler içindesiniz’ hatırlatması yapmadığını belirterek, şöyle devam ediyor: “Facebook, farklı algoritmalarla ‘Ne görmemiz’ şimdi de Twitter ‘Ne duymamız’ ve ‘Kimden duymamız’ gerektiğine karar veriyor. İnsanların silahla okul basabildiği, o silahı sosyal medyadan kolaylıkla alabildiği ‘özgür’ bir ortamda neden Trump’ı duyma özgürlüğüne sahip olmayalım ve buna neden Jack (Twitter’ın kurucusu) karar versin? Durum, dijital diktatörlüğe dönüşebilir.”
DENETİM ŞART
Twitter’ı insanların birbirine kolaylıkla hakaret edebildiği, hiçbir içerik kontrolünden geçirilmeden paylaşılan kirli bilginin, doğrusuna oranla 6 kat hızla yayılabildiği, mitlerin, komplo teorilerinin rağbet gördüğü bir alan olarak yorumlayan Prof. Dr. Erdoğan bir düzenlemenin şart olduğunu düşünüyor ve “Kilit nokta da burası. Bu düzenlemeyi kim yapacak? Bize bir oyuncak veriyorlar, biz o oyuncağı kullanıyoruz. Bir noktada popüler oluyor, önemli bilgi kaynaklarından biri haline geliyor. Sonra da kimin konuşup konuşmayacağına kendileri karar veriyorlar. Olmaz. Yarın öbür gün hoşlarına gitmeyen herhangi birisini de susturabilirler. Şirket ‘Beğenmeyen gitsin’ diyebilir ama o zaman da demokrasi ve ifade özgürlüğü meselesi tartışmaya açılmış olur. Dolayısıyla ince bir çizgide yürünmesi zorunlu.”
KARARI KİMSE İLE İSTİŞARE ETMEK ZORUNDA DEĞİLLER
AKSİYON FİLMLERİNİ ARATMAYAN GECE
6 Ocak olaylarının en akılda kalacak fotoğrafı kongreyi basan Viking dövmeli, boynuzlu miğferli grup. Kim bunlar?
5 yıl önce, 2016 ABD Başkanlık seçimi öncesi Clinton, danışmanları ve diğer Demokratik Partili seçkinlerin, Washington’daki bir pizza restoranının merkezinde olduğu çocuk istismarcısı bir şebekeyi yönettiği iddiaları internet üzerinde yayılmıştı hatırlarsanız. İşte bu komplo teorilerini yayan ve seçkin Demokrat Partili isimleri çocuk istismarcısı şebekeyle bağlantılandıran Pizzagate komplo teorisini ortaya atan grup Q(Anon) grubuydu. Kongreyi basan boynuzlu-kürklü miğferli, Viking dövmeli adamlar da bu grubun üyeleri. Aşırı sağcı komplo teorileri hareketi olarak biliniyorlar. İslam ve Yahudi karşıtı, ırkçı söylemlerle sosyal medya üzerinden örgütlenen bu grup, daha sonra buralarda yasaklanınca komplo teorilerini alternatif medya uygulamaları üzerinden yaymaya devam etti.
UÇUK KOMPLO TEORİLERİ
En uçuk komplo teorileri neler?
POPÜLİST SAĞIN ‘KURTARICI’ SÖYLEMİ
KARŞILAŞTIRMALI siyasetbilimci Dr. Aysuda Kölemen, elit ve elitizm kavramlarının özellikle popülist sağ partiler tarafından sıklıkla kullanılan bir kavram olduğunu belirtiyor. Dr. Kölemen, “Dünya genelinde nereye giderseniz gidin, özellikle sağ popülist partiler ‘Durum kötüleşti, ülke darda’ diyerek elitleri suçlu, ‘kurtarıcı’ olarak da kendilerini işaret ederler. Popülist sağa göre ‘Ülkenin ferahı elitleri yönetimden düşürmekte saklıdır.’ Çünkü popülizm bir düşmana ihtiyaç duyar. Birilerinin ötekileştirilmesi gerekir ki açıklanamayacak durumların bir açıklaması olabilsin. Buradan hareketle elitizm özellikle de sağ için ‘günah keçisi’dir diyebiliriz” diyor.
KİMDİR BU ELİTLER?
Dr. Kölemen, dünya liderlerinden örnekler vererek şöyle devam ediyor: “Eski ABD Başkanı Bush dünyanın en zengin ve güçlü ailelerinden gelmesine rağmen Amerika’da ‘halktan biri’ olarak görülürdü. Obama ise daha halktan olmasına rağmen roka sevdiği için elitlikle suçlanmıştı. Bizim sofralarımızda sıkça olmasına rağmen roka ve zeytin Amerika’da egzotik bir yiyecek kabul edilir. Roka sevmesi Obama’ya elitliği getirmişti. Neden? ‘Adama bak, ne acayip zevkleri var, bizden değil’ algısı yüzünden. İngiltere’de şampanya, Fransa’da egzotik kahve içenler, Türkiye’de suşi yiyen ya da elinde kadeh ile dolananlar ‘elit’ olarak resmedilir. ‘Onlar bizim gibi yaşamıyor, düşünmüyor, bizim okuduklarımızı okumuyor-beğenmiyor, bizim dinlediklerimizi dinlemiyor’ diye düşünülür. Şehirli, okumuş, belirli kültürel kodlara hâkim herkese ‘elit’ denilir. Elitler, genellikle, kötüyü temsil eder. Pek çok toplumda elitlik ‘halktan kopukluğu’ da ifade ettiği için milletten görülmez, ‘Zaten onlardan bir hayır da gelmez.’
SİYASET MALZEMESİ
“Amerika, Macaristan, Hindistan gibi sağ popülist hükümetlerin görevde olduğu ülkelere bir bakın! Siyasetçilerin ‘Onlar zaten ne iş yapıyorlar ki?’ ya da ‘Halkı anlamıyorlar, halkı ezmek için varlar’ söylemlerini sıklıkla duyarsınız. Okumuştan korku, popülizmin önemli bir öğesidir. Mesela Trump. Üniversitelere giden ödeneklerin kesilmesi için elinden geleni yaptı ve başarılı da oldu. Bush, Trump gibi liderlerin konuşmalarına dikkat edin. Gramatik olarak hayli basittir. Sofistike bir dil yerine gündelik kelimeler kullanırlar. Bu da halkın hoşuna gider, ‘Bizim dilimizden konuşuyor, bizi anlıyor’ dedirtir. Bir araştırmaya göre şehirli birçok Amerikalı işini bilen, yetkin insanlara oy vermeye meyilli olduğunu söylerken, kırsal kesime gidildikçe, yoksul ve eğitimsiz Amerikalıların daha az yetkin kişilere oy verdikleri görülmüş. Neden? Çünkü liyakata karşı bir öfke ve haset var. ‘Bunlar kendilerini bir şey sanıyor’ diye düşünen halk, hiçbir zaman eşit ücret, eşit eğitim hakkına ulaşamayacaklarını düşünerek ‘Yeter ki bizden olsun’ diyebiliyor.
ÇAĞIN HASTALIĞI OLABİLİR
CERRAHPAŞA Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı uzmanı Prof. Dr. Derya Uludüz, COVID-19 hastalarında baş ağrısı, halsizlik, hatta felce varan nörolojik bulguları bildiklerini ancak ‘beyin sisi’ ile son 2-3 aydır sıklıkla karşılaşmaya başladıklarını söylüyor. Araştırmaların beyin sisinin koronavirüs geçirildikten sonra aylarca devam edebileceğini gösterdiğini belirten Prof. Dr. Uludüz, hastanede koronavirüs tedavisi alan, yoğun bakımda yatan hastalarda ise daha yoğun görüldüğünü belirterek şöyle devam ediyor: “Yoğun bakımda tedavi görenlerin 3’te 1’i virüsü atlatanların ise 10’da 1’inde görülebiliyor. Sisli beynin nasıl oluştuğu konusunda uzmanlar arasında ortak bir fikir yok. Enfeksiyon esnasında oluşan bağışıklık sağlayıcı antikorların yanlışlıkla sinir sistemine saldırmasından ya da enfeksiyon nedeniyle hasar gören sinir hücrelerinin birbirlerine yanlış sinyaller göndermesi nedeniyle olabileceği ileri sürülüyor. ‘Her şey rüya gibi, net düşünemiyorum, sürekli unutuyorum’ diyorsanız dikkat!..”
UZUN VADEDE DEMANS YAPAR MI?
“Normalde kısa vadede, birkaç ay içerisinde hastanın doktor desteğiyle süreci atlatması olası. Ama uzun vadede bir hafıza problemi yaşatır mı? İşte burası soru işareti. Zira virüs beyinde yavaş yavaş ilerliyor. Beyin bariyerlerine kan yoluyla geçiş yaparak ulaşıyor. En çok etkilediği yer hafıza bölgesi. İşte bu bizim ‘Acaba çağımızın hastalığı beyin sisi olabilir mi’ endişesi yaşamamıza sebep oluyor.”
HAFIZAYI GÜÇLENDİRİN
Peki bu işin bir tedavisi yok mu? “Maalesef etkili bir tedavi yöntemi yok” diyor Prof. Dr. Uludüz ve yapılması gerekenleri şöyle özetliyor: “Hafızayı destekleyecek Omega3, B12, C ve D vitamini takviyeleri öneriyoruz. Ayrıca hafızayı desteklemek için bulmaca çözmek, açık havada yürümek gibi fiziksel aktiviteler yapın. İyi uyuyun. Uyuyamıyorsanız melisa, papatya çayı ya da yatmadan önce muz ekstresi öneririm. İyi beslenin: basit karbonhidratları ve şekeri hayatınızdan çıkarın.”
‘BUNADIM SANDIM’
2021 GÜMBÜR GÜMBÜR GELİYOR
MODERN çağın Nostradamus’u olarak tanınan astrolog-yazar Can Aydoğmuş “Tarih tekerrürden ibaret, astroloji de onun bir yansıması” diyor ve 2020 yılındaki tutulmaların önceki yıllara gönderme yaptığını belirterek şöyle devam ediyor: “Orta Çağ Avrupa’sında yaşanılan Kara Veba, dünya savaşı sırasında ortaya çıkan İspanyol gribi, bugün ise koronavirüs. Bu dönem o dönemlerin tekrarı gibi. 2020-2021 ve 2022 aslında birbirine bağlı yıllar. Jüpiter 2020 kasım sonunda Satürn’ün yanına gelerek en zayıf ve en düşük konuma geçti. 21 aralık gecesi de 2 gezegen 800 yıl sonra birleşti. Özgürlük ve bağımsızlık gezegeni Jüpiter’in yeniden güçlü ve iyi konuma geçmesi Nisan 2022’de. Satürn ise 2023 Ocak ayında eski konumuna gelecek. 2020 fragmandı. 2021 ve 2022’de gümbür gümbür!”
SÜREÇ TEKRARLANACAK
“Asıl rahatlama 2023 Ocak’tan sonra başlar. Savaşlar, hastalıklar, ekonomik kriz, salgın ve salgının yarattığı her tür etki 2023’te son bulur. O zamana kadar gezegenler bizi sınamaya devam edecek! Bu süreci doğum sancısına benzetebiliriz. Daha iyiye evirilmek için bu sancıları çekiyoruz. Jüpiter ve Satürn’ün birleşmesi dünyada birçok kurumun yara alacağı, halkla yöneticilerin karşı karşıya kalacağı, kanaat liderlerinin birbirleriyle çatışacağı, gerginliklerin yaşanabileceği, insanların özgürlük duygusunu yitirmiş hissedeceği, korku ve panik yaşanabileceğini gösterir. 2021 Mayıs sonu Jüpiter Satürn’ün yanından çıkacak, gezegenler ters dönmeye başlayacak. Böylelikle ‘bir tık’ nefes alıp, rahatlayacağız. Ama dikkat! Bu genel bir rahatlama değil. 2020 Mayıs- Haziran’ında da böyle oldu, bir anda eski normale dönüldü. Sonrasında virüs etkisini arttırdı, İzmir’de deprem yaşandı. Jüpiter hala düşük konumda olacağından sonrasında benzer süreçler yaşanması olası. Virüsün mutasyona uğraması, depremler, çatışma ve gerginlikler, ekonomik gerileme devam edebilir.”
YENİ KEŞİFLER OLACAK
“Hep kötü değil! Bilimin, teknolojinin öne çıkacağı, yeni keşifler, ilaçlar bulunacağı da bir dönem olacak. Pek çok hastalığın tedavisi, yanı sıra yeni doğal kaynaklar- madenler- antik şehirler (Göbeklitepe gibi) daha önce keşfedilmemiş yerler bulunacak. Zenginliklerimiz artacak. Türkiye esas çıkışı ise 2023 yılının sonuna doğru yaşayacak. Emlak ve toprak değerlenecek. Yeni tarım alanları, fabrikalar açılacak. Deniz ve karada sınırlar genişleyecek. Amerika ve Çin ise ekonomik ve siyasi anlamda zorlu süreçler yaşayacak. İngiltere’yi sıkıntılı günler bekliyor. Orta Doğu’da da yine hareketlenmeler var.”
İYİLİK EDEN İYİLİK BULUR
EV İÇİ BULAŞ YÜZDE 85’E YÜKSELDİ
Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan en çok görülen bulaş türünün ‘ev içi’ olduğunu söylüyor. Yani ‘Teyzem temiz insandır’ ya da ‘Aman kuzenime ayıp olur’ diyerek akraba, hısım, konu komşu ile görüşmeye devam ettiğiniz sürece risk altındasınız. Prof. Dr. İlhan, “Evdeki kalabalık ne kadar azalırsa bulaş ihtimali de o kadar azalır. Ev içerisindeki bireyler arasında çalışanlar, sürekli dışarıda olmak zorunda olanlar olsa bile çekirdek aile az sayıda bireyden oluştuğu için virüsün yayılma ihtimali dardır. Oysa dışarıdan misafir kabul ettiğinizde ortamdaki kişi sayısı artacak, haliyle bulaş da artacaktır. Ev içi bulaşma oranları yüzde 85’e yükseldi” diyor.
DÜN NEGATİF BUGÜN POZİTİF
“Akrabanız olsa dahi dışarıdan gelen bir kişinin COVID pozitif ya da asemptomatik olmadığını yüzüne bakarak nereden bileceksiniz?” diye soran Prof. Dr. İlhan şöyle devam ediyor: “Bu nedenle yılbaşını çekirdek ailenizle geçirmeniz hem kendi sağlığınız, hem de biz sağlık çalışanlarının yükünü azaltmanız açısından çok önemli. 4 günlük kısıtlama var önümüzde. Bu 4 gün, eğlence zamanı gibi düşünülmesin. ‘Nasıl olsa işyerinde beraberiz, nasıl olsa aşı çıkacak! Bizde toplanıp eğlenelim’ demek büyük risk. Beraber geçirilen zaman uzadıkça, ki 4 gün yani 96 saatten bahsediyoruz, risk de büyümekte. Dün negatif olanın bugün pozitif olmayacağının garantisi yok. Aksi halde yılbaşı sonrası vaka ve ağır hasta sayımızda istenmeyen artışlar görülebilir.”
ÇOCUKLUĞUMUZDAKİ YILBAŞI MÜMKÜN
YAZAR ve profesyonel koç Damla Kunç Koçman, pandemi ile 1 yıldır hepimizin eve kapandığını, değişip dönüştüğümüzü hatırlatıyor. Geri dönüp bakınca aslında çoğumuz “Asla yapmam” dediğimiz birçok duruma uyum sağladık. Koçman “Özdisiplini, özyönetimi olan, kendiyle zaman geçirmeye alışmış kişiler bu süreçte nispeten zorlanmazken buna alışık olmayan, daha çok sosyal hayattan beslenen kişiler hayli zorlandılar. Ama artık hepimiz hayatta kalmanın formülünü biliyoruz”diyor. Yeni bir yılın başlayacağı, umutlarımızın arttığı yılbaşı gecesine gelince... Salgın dolayısıyla bu yıl
'BÖYLE BİR AÇIKLAMAM YOK'Prof. Dr. Ercüment Ovalı COVID-19’a karşı yerli ilaç geliştirmek için karantinaya girmiş ancak sonucunda önerdiği Dornaz Alfa isimli ilaç halihazırda Yeni Zelanda’da kullanımda olması nedeniyle hayli eleştirilmişti. Sonrasında da hiç konuşmadı. Ta ki düne kadar... Ortada ‘Antikor kokteyli’ denilen yeni bir ilaç iddiası olunca hemen aradım. ‘Böyle bir açıklama yaptınız mı?’ diye sordum. Yanıtını virgülüne dokunmadan veriyorum.
ŞAŞKIN VE ÜZGÜNÜM
“23 Nisan’da bir TV kanalına verdiğim röportajdan başka hiç konuşmadım. Bir toplantıda yaptığım bu konuşma da sanki basına demeç vermişim gibi servis edilmiş. Israr ve inatla, anlayamadığım bir şekilde benimle uğraşılıyor. ‘Beni affedin, konuşmak istemiyorum’ dedikçe sanki konuşmuşum, sansasyonel açıklamalar yapmışım gibi haberler çıkıyor. İnanın şaşkın ve üzgünüm. Nasıl bir iştir bu? Anlayamıyorum. Toplantıda konuşulmuş, kulaktan kulağa yayılmış, benim demecimmiş gibi yazılmış. Şunu söyleyeyim böyle bir açıklama yapmadım.” Prof. Dr. Ovalı “Korona oldunuz mu? İyi misiniz? İlaç geliştirdiniz mi?’ gibi sorularıma ise “Ayrıntıya girmeye gerek yok” diyerek yanıt vermedi.
SİNEMANIN YERİNİ SİNEMA DOLDURUR
TÜRKİYE’nin en ünlü yapımcılarından, TIMS&B Prodüksiyon Kurucu Ortağı ve Yönetim Kurulu Başkanı Timur Savcı, “Sinemanın yerini ancak sinema doldurur” diyerek giriyor söze, şöyle de devam ediyor: “Pandemi ile sinema sektörü tamamen durdu. Sinema salonları neredeyse 1 yıldır kapalı ve 2-3 ay daha kapalı kalacağa benziyor. Dijital mecralar, durum itibariyle, 1-0 önde gibi gözükse de sinemanın ölmeyeceğini düşünenlerdenim. Zira mecralar değişebilir, dengeler değişebilir ancak kaliteli ve zengin içeriğe olan ihtiyaç hiçbir zaman değişmez. Elbette dijital platformlarda iyi yapımlar var ve olacaktır da ama bu yapımlar beyazperdeye yansıyan kaliteli ve içerik açısından zengin bir filmin yerini hiçbir zaman tutamayacak. Dijital platformlar bu noktada açık büfeye benziyor biraz! İlk başta seyirciye hayli cazip gelse de bir süre sonra onlarca seçeneğe rağmen tabağın boş kaldığını fark ediyor ve ‘İzleyecek bir şey yok’ demeye başlıyorsunuz. Ayrıca unutulmamalı ki herkesin evinde izlenilen film ya da diziyi görsel şova dönüştürebilecek dev ekranlar, projeksiyonlar, ses sistemleri de yok. Tanımadığınız insanlarla, aynı beyazperdeye bakarak acı, sevinç, hüzün, mutluluk gibi benzer duyguları paylaşıp film izlemek evde TV karşısında ya da bir telefon ekranına bakarak film izlemekten farklı ve keyifli bir deneyim. Lig maçlarına bakın, onun da seyircisiz keyfi yok. Sinema da öyle. Sadece film izlemeye değil o atmosferi yaşamak için sinemaya gider, sosyalleşirsiniz...” diyor.
DÖNÜŞÜMÜZ MUHTEŞEM OLACAK
SİNEMA Yatırımcıları Derneği Genel Sekreteri Fevzi Genç sinemanın dijitale kayma sürecinin pandemi ile hızlandığını söylüyor ve “Ancak hatırlatmak isterim ki biz sinemacılar daha önce yeni teknolojik gelişmeler yaşandığında da benzer durumlarla karşılaştık” diyerek, şöyle devam ediyor: “1950’lerde TV yaygınlaştı. Sinema yok oldu mu? Hayır. Sinema kendini de olumlu anlamda geliştirerek bunu bertaraf etti. Sonra 70’ler sonu- 80’lere gelindiğinde video kaset furyası sonra onun dijitalleşmiş hali, VCD-DVD derken sinema her gelişmeden güçlenerek çıktı. Şimdi de dijital platformlar gündemde. Geçmişi referans alırsak sinema elbette bunu da kendine pay çıkararak; belki seyircisinin bir kısmını oraya bırakıp, kendisine yeni bir seyirci grubu bularak, değişip, evrimleşerek bertaraf edecektir. Sinemacı arkadaşımız Tolga Akıncı şöyle bir örnek vermişti. Ben de o örnekten gideyim. Hepimiz evde kahve yapabiliyoruz, ucuz da... Ama arkadaşımızla kahve içmeye gidiyor muyuz? Gidiyoruz. Neden? Çünkü insan sosyal bir varlık ve sosyalleşmek istiyor. Bundan sonra, bana kalırsa, dijital platformlara yapılan filmler ile sinemada gösterilecekler ayrı olacak. Yüksek bütçeli filmler çekildiği sürece sinema salonları film izleme merkezi olarak kalır. Zira dijital platformlar o yüksek bütçeleri karşılayamazlar.”
SALONLARA DESTEK PAKETİ
Genç, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
KALP SAĞLIĞINI KORUMANIN 5 ALTIN KURALI
İSTANBUL Florence Nightingale Hastanesi’nden kardiyoloji uzmanı Prof. Dr. Selen Yurdakul salgına rağmen tüm dünyada yaşanan hayat kayıplarının ilk sıradaki sebebinin hâlâ kalp-damar hastalıkları olduğunu ve hele de böylesi bir dönemde kalp sağlığının ihmal edilmemesi gerektiğini söylüyor. Peki ama nasıl? Prof. Dr. Yurdakul’un bugüne kadar kalp sağlığı ile alakalı sorun yaşamayanlar için 5 altın kuralı var.
1)Düzenli ve sağlıklı besleneceğiz: Özellikle fast-food, yağlı yiyecekler, hamur işi ve abur cubur gibi kolesterolü de arttıran yiyeceklerden uzak duracağız. Kilo almamaya özen göstereceğiz.
2)İyi uyuyacağız: Evde kalınan sürede gece geç saatlere kadar oturmak yok! Hele de sabah erken kalkılıyorsa... Yetersiz ve az uyku kalbi yoran etkenlerden biri.
3)Vücudu hareketsiz bırakmayacağız: Maske, mesafe ve hijyene dikkat ederek, mümkünse açık alanda en az 30 dakika yürüyüş şart. Düzenli spor ve egzersiz sağlıklı bir beden sağlar.
4)Sigara içmeyeceğiz: Koronavirüsün sigara içenlere içmeyenlere göre daha kolay bulaştığı bir gerçek. Sigara akciğerlere ve kalbe zarar verir.
5)Stres ve depresyondan uzak duracağız:
VİRÜSÜN GÖÇ ETMESİ ENGELLENEBİLİR
SAĞLIK Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, hafta sonu tam kapanmanın etkisinin 7-10 gün içerisinde etkisini göstereceğini, İstanbul’da vaka sayılarında yaşanan yüzde 25 düşüşün ise kısmi kısıtlamaların sonucu olduğunu söylüyor. ‘Ancak’ diyerek uzunca bir parantez açıyor: “Türkiye geneline baktığımızda Samsun gibi Hatay gibi vaka sayılarının arttığı illerimiz var. O nedenle vaka sayılarındaki düşüşün devamı ve tüm illere yayılması çok önemli. Şu an plato çiziyoruz. Hastalarda 6 bin, vakalarda 30 bin civarında sabitiz. Bu gidişi aşağı yönlü çevirmek zorundayız ki ‘Başardık’ diyebilelim. Bu da kurallara harfiyen uyulması, seyahat yasağı gibi uygulamalarla olabilir.”
GÖRECELİ AZALMA VAR
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı da olan Prof. Dr. İlhan, “Son birkaç gündür bizim fakülteye başvuranların sayısında da göreceli bir azalma gözlemliyoruz. Bunun kalıcı olması için 2 yol var. İlki toplumun kurallara uyması. İkincisi de kamusal anlamda alınacak ekstra önlemler. Ben ikincisine gerek kalmaması için ilk kuralın önemine vurgu yapmak isterim. Çünkü bu yasaklar bizlerin sağlığı için. Mesela şu an! Sizinle konuşurken camdan bakıyorum. Sokağa çıkma yasağı devam etmekte! Ama sitenin bahçesinde ve hemen dışarıdaki yürüme yollarında bir kalabalıklaşma, banklarda koyu bir sohbet var. Oysa zorunlu haller dışında sokağa
çıkılmamalı” diyor.
SEYAHAT YASAĞI UYGULANABİLİR
Salgının başka illere yayılmasının önlenmesi adına şehirlerarası ulaşım kısıtlamasının faydalı olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. İlhan, şöyle devam ediyor: “Zorunluluk ya da görev dışında seyahatin engellenmesi virüsün göç etmesini engelleyebilir. İlla bir yasağa da gerek yok. Toplum bu konuda hassas olmalı. İller arası seyahat haziran ayına kadar yasaktı biliyorsunuz. Yazın gelmesi ve yasağın kalkması ile salgın Anadolu’da da yaygın hale geldi. Tekrarı yaşanmaması için zorunlu haller dışında bir yere kıpırdamamalı. Ayrıca akşam sokağa çıkma kısıtlamaları belki daha da daraltılabilir. Ama önemli olan bu aşamaya gelmemek. Çekirdek aile ile bir süre daha evde kalmak ve ziyaretçi kabul etmemek gerekiyor. Bunu başarabilirsek salgının üstesinden gelebiliriz.”
BU İŞ ARTIK PSİKİYATRİNİN KONUSU
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tufan Tükek, hem Çin hem de Alman aşılarının faz 3 çalışmalarını yapan ekibin de üyesi. Aşı ile ilgili sayısız kongre konuşması ve konferans veren Prof. Dr. Tükek, işin uzmanı olmayan, sürekli komplo teorisi üreten kişilerin özgüvenleri konusunda şaşkın. Söylentilerin Bill Gates’in kimlerin iyileştiğini, kimlerin test edildiğini ve kimlerin aşı olduğunu gösteren ‘dijital sertifikalar’ olabileceğini söylediği bir konuşmayla alevlendiğini belirten Prof. Dr. Tükek, “Ama bu konuşmada kimse mikroçiplerden bahsetmedi. Kaldı ki böyle bir teknoloji de yok. Bu komplo teorilerine inanılıyor olması bizim değil psikiyatrinin konusu artık” diyor.
AKIL ALIR GİBİ DEĞİL
Aşıların kısırlaştırdığı, genetiğimizle oynandığı gibi komplo teorilerinin uzun yıllardır ‘aşı karşıtları’ tarafından çekinmeden kullanıldığını belirten Prof. Dr. Tükek “Yüzyıllardır aşı var. Suçiçeği, kabakulak, kızamık gibi onlarca hastalığı bu sayede yok etmişiz. Aşı olmasaydı herhalde insanlığın sonu gelmişti. Bunları görmeyin; bilimsel hiçbir dayanağı, kimin seslendirdiği belli olmayan teorilere inanın! Akıl alır gibi değil. Sesleri çok çıkıyor olabilir. Sosyal medyayı çok iyi kullanıyor olabilirler ama aşı karşıtları aslında ellerinde bilimsel veri olmayan bir avuç insan” diyerek ülkelerin salgın ile mücadelede çok fazla gücü kalmadığına da dikkat çekiyor.
BAŞKA ÇARE YOK
1) KOMPLO TEORİLERİNE İTİBAR ETMEYİN
Soru: Bugüne kadar “Ah bir aşı bulunsa da rahat etsek” diyorduk. Bugünse masada 11 farklı aşı adayı var. Ancak şimdi de aşı karşıtlığı ile mücadele ediyoruz. Ne değişti? Korkunun sebebi ne?
Cevap: “Ülkemizde aşı karşıtlığı değil ancak bir ‘aşı tereddüttü’ olduğunu düşünüyorum. İnsanlar bilmediklerinden korkarlar. Bir konuyla ilgili temel düzeyde bilgi arttıkça tereddüt de azalır. Bu noktada tüm aşıların geliştirme yöntemleri, etki mekanizmaları, olası yan etkileri halkın anlayacağı sadelikte basın ve sosyal medyada yer almalı, ekranlar bilimsel kongrelere dönmemeli ki kafalar karışmasın. Ayrıca halkımız bu noktada sosyal medyadaki asılsız bilgi ve komplo teorilerine itibar etmemelidir.”
2) SAHADA EN GÜÇLÜ SİLAH AŞIDIR
Soru: Buradan hareketle aşı olmalı mıyız? “Evet” ise neden?
Cevap: “Koruyucu sağlık hizmetleri, tedavi edici sağlık hizmetlerinden önce gelir. Başarıya insanları hastalıktan koruyarak ulaşabilirsiniz. COVID-19 gibi yaygın bir hastalıkla mücadele ederken yoğun bakım yatak kapasitesini arttırarak sorunu çözemezsiniz. Sorunun kaynağına inmeli ve çözümü kaynakta aramalısınız. Yani hastalığa yakalanmanın önüne geçilmeli. Maske, mesafe, temizlik ve kalabalıklardan kaçınma bunlar arasında. Aşı ise bu salgından kurtuluşumuz için en etkili araçtır. Hastalığı daha hafif atlatmamızı sağlayacaktır. Ayrıca toplum bağışıklığını sağlamanın da en etkili yolu aşıdır. Toplumun yüzde 60’ından fazlasını aşılamalısınız ki siz salgından kurtulabilesiniz.”
3) MUTLAKA AŞI OLUNMALI
BEN YANDIM, SİZ YANMAYIN
PİLATES eğitmeni Nur Üzümcü, siber dolandırıcıların ağına ‘sahte site’ aldatmacasıyla düştüğünü fark ettiğinde hesabındaki paranın 5 bin lirası çoktan gitmişti. Üzümcü “Sosyal medya üzerinden ünlü bir alışveriş sitesinin ‘Efsane’ indirimi linkine tıkladım. Bütçeme uygun bir etek beğendim. Maaş kartımla, şifremi girerek siparişimi verdim. Vermez olaydım. Daha 1 saat geçmeden arkadaşlarım aramaya başladı. Güya onlara ‘indirim’ kuponu ile bir link göndermiş, gönderdiğim linke tıklamalarını tavsiye etmişim. O an dolandırıldığımı anladım. Hemen bankayı aradım. Ama çok geçti” diyor.
SESİMİ DUYAN OLMADI
Üzümcü, pandemi nedeniyle işlerinin eskiye oranla az olduğunu ve bu olay nedeniyle büyük sıkıntıya düştüğünü söylüyor. Soluğu İzmir Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlar ile Mücadele bölümünde alan Üzümcü, şikâyetinin burada değerlendirilemeyeceği söylenerek geri gönderilmiş. Çalıştığı bankaya da giden ancak olumlu bir dönüş alamayan Üzümcü, “Dolandırıcılar sitenin birebir aynısını yapmışlar. Ben gerçek olup olmadığını anlayacak profesyonellikte değilim. Her şeyi geçtim, kendilerine mesaj atılan birçok arkadaşım da benim yüzümden aynı tuzağa düştü. Belki benim de dolandırıcı olduğumu düşünüyorlar. Maddi-manevi yaşadığım bu zorluğun hesabını kim verecek?’ diye soruyor.
PARANIZI GERİ ALMAK MÜMKÜN
BİLİŞİM konusunda uzman avukat Halil İbrahim Çelik, salgınla alışveriş alışkanlıklarımızın da değiştiğini ve internet üzerinden yapılan harcamaların geçen yıla oranla yüzde 500 arttığını hatırlatıyor. Buna bir de ‘efsane’ kampanyalar eklenince çoğumuz dolandırıcıların açık hedefi haline geldik. Avukat Çelik “Paranızı geri almanız mümkün” diyor. Peki nasıl olacak? “Dolandırıcıların 2 yöntemi var” diyen Çelik şöyle anlatıyor: “İlk yöntem hesabınızdaki paraya bloke koymak. Böyle bir durum varsa hemen savcılığa suç duyurusunda bulunun. Sonrasında da dilekçe ile bankaya gidin. Gerekli yasal sürecin ardından, bu bazen 2-3 yıl sürebilir, paranın üzerindeki bloke kaldırılır, para tarafınıza geri ödenir.”
TERS İBRAZ YAPIN
CEZAEVLERİNİ ISLAH EVLERİNE DÖNÜŞTÜREMEDİK
İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’na göre sorun sistemin kişinin ıslah edilmesi değil de daha çok infaz yasası üzerinden yürütülmesinden kaynaklı. Durakoğlu “Kısa süre önce infaz yasasında yapılan değişiklik, hemen arkasından, salgın nedeniyle çıkarılan izinler her ne kadar sistem üzerinde yapılan iyileştirmeler gibi görünse de bunların gerçek bir iyileştirme olduğunu söylemek mümkün değildir. Cezaevlerinden yaklaşık 90 bin kişinin tahliye edilmesini sağlayan infaz düzenlemesi iyileştirmeden çok ‘örtülü af’ niteliğindedir. Ceza vermek suretiyle, cezaevinde ‘ıslah’ edilmesine yönelik bir çalışma yapmanız gereken bir mahkûmu, henüz ıslah olmadan salıveriyorsun. Sistem, böyle işlediği sürece bu örneklerle karşılaşmaya da devam edeceğiz” diyor.
Baro Başkanı Durakoğlu cezaevinden bu yolla salıverilen mahkûmların neredeyse
KADIN KADININ KURDU DEĞİL YURDUDUR
AVUKAT Tuba Torun, kadına karşı şiddet kadın cinayetleri davalarında, eylemlerinde hep ön sırada. “Şarkıyı dinledin mi?” diye aradım. “Maalesef” dedi. Nedenini sorunca da şöyle açıkladı: “Türkiye’deki kadın hareketinin önemli reflekslerinden biri de mümkün olduğunca bir başka kadını hedef tahtasına koymamak, kalp kırmadan, rencide etmeden yorum yapabilmektir. O nedenle Yonca Evcimik’i rencide etmek gibi bir niyetimiz asla yok. Ama keşke doğru bir şarkı, doğru bir çıkış olsaydı.”
FEMİNİST BİLİNÇTEN UZAK
Şarkının bir paragrafında “Bakma sevgilime be kadın, çıkacak adın. Mesaj atma kocama, gözünü dikme ocağıma. Nasıl bozuldunuz böyle, açarsan mahremini içeri girer işte öyle” deniliyor. Tepkinin birçoğu da şarkı aralarındaki bu ve bunun gibi ‘cinsiyetçi’ ifadelere... Avukat Torun, “Yonca Evcimik’in şarkıyı iyi niyetle, kadına karşı şiddeti gündemde tutmak için yaptığını varsayalım ancak kullandığı dil feminist bilinçten uzak, ataerkil düzene hizmet etmekte. Bizde ‘Kadın kadının kurdudur’ gibi sözde özlü, gerçekte cinsiyetçi bir lakırdı var. Oysa Türkiye gibi gücün erkeğe atfedildiği sistemlerde kadınlar ancak birbirini desteklerse güçlenebilir. Yani, ‘kadın kadının kurdu değil yurdudur.’ Düşünün, niçin kaynana-gelin, görümce-gelin, eltilik gibi müesseseler var. Niçin hep kadın çekişmesi? Çünkü mevcut sistemde güç erkeğe atfedilmiş. Erkek üzerinden kendini tanımlayan kadınlar da geri planda çekişip duruyor. Yonca Evcimik’in de sözleri ile yaptığı bu: Diğer kadını ezmek! Ataerkil bir yapıda yaşıyoruz. Bu bilinç bize doğuştan kodlanıyor. Ancak mücadele geliştikçe neyi söyleyip neyi söylemememiz gerektiğinin farkına varıyoruz. Bilmemek ayıp değil ama keşke sorup öğrenseydi. Kadına yönelik şiddete karşı mesaj vermek isteyenlerin eserlerini ortaya koymadan önce konunun uzmanlarına danışmasını öneririm. Daha doğru sözler içeren bir çıkış bekliyoruz kendisinden” diyor.
‘MAKBUL KADIN’ DAYATMASI VAR
SOSYAL psikolog Duygu Buğa’ya göre bizim gibi ataerkil toplumlarda yetişen kadınlar, zaman zaman farkında olmadan, cinsiyetçi sistemi destekleyen söylemler içerisine düşebiliyor. Evcimik’in şarkısı da buna bir örnek. Ne demek bu? Buğa, “Toplum bize ‘makbul kadın’ olgusunu dayatıyor. Yani ‘Çizilen kurallara uyar, ahlaklı olursan sana bir şey olmaz. Ahlaksızsan başın derde girer’ diyor. Ve maalesef ki kadınların başına gelenleri yaptıkları şeyler yüzünden hak ettiklerine dair adil bir dünya inancı var. Kadınlar ne zaman özgür olmak, çalışmak, para kazanmak, istediğini giymek, istediği yere- istediği saatte gitmek isteseler ataerkil sistemin şiddetine maruz kalıyorlar. Ve bu şiddeti her zaman erkekler yapmıyor. Kadınları da ‘Kendini korumayı bil’ ya da ‘Erkeğini doğru seç’, ‘İffetli giyin’ gibi söylemler içinde görüyoruz. Oysa burada mesaj verilmesi gereken kişi kadın değil erkek! Bu bilinci yıkmaya çalışırken böyle bir şarkı yapılması hoş değil” diyor.
SÖZ SAVUNMANIN: ‘BRAVO BANA’
Sigara yasağı rahat bir nefes aldıracak
Otobüs durağında bekliyorsunuz, yanınızdaki kişi maskesini indirip, alelacele yaktığı sigaranın dumanını yüzünüze üfleyiveriyor! Bakın bir etrafınıza! Çocuğunuzu ‘hava alsın’ diye çıkardığınız parkta da alışveriş için çıktığınız cadde de durum benzer. Yani benzerdi. Ama artık 81 ilde cadde ve sokaklar da sigara içmek yasak. Tiryakiler için zor ama ne yalan söyleyeyim milyonlarca pasif içici bir ‘oh’ çekti. Sigaranın Korona virüsü ile bağlantısını ve ‘fırsat bu fırsat’ deyip bırakmanın yollarını uzmanlarına sordum.
VİRÜS SİGARA DUMANIYLA DAHA ÇOK YAYILIYOR
BİLİM Kurulu üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü’ye son 2 gündür duyduğum “Koronavirüsle sigaranın ne alakası var?” serzenişlerini soruyorum. Prof. Dr. Özlü, “O kadar çok alakası var ki” diyor, şöyle sıralıyor:
1) Sigara içen kişi maske takamaz. Maskesiz olduğu için de hem kendisi bulaş riski altında hem de etrafına bulaştırma riski taşıyor.
2) Gün içinde sıklıkla sigara içen kişi, sürekli ‘maske indir-tak’ yaptığı için genelde ‘maske uyumsuz’ olur. Maske ya sürekli çenesinin altındadır ya da hiç takmaz.
3) Sigara içen kişiler, dumanı pozitif bir kuvvetle dışarı doğru üfledikleri için virüs parçacıklarını daha uzak mesafeye ulaştırabilirler. Kişiler arasındaki fiziki mesafe sigara içilmeyen bir alanda 2 metre ise sigara içilen açık bir alanda en az 3-4 metre olmalı.
4) İşyerlerinde, hastane önlerinde, restoranlarda, mola saatlerinde birlikte sigara içme alışkanlığı var. 3-4 kişi ayaküstü bir araya geliveriyor. Maske-mesafe yok. Bu da risk demek.
5) Sigara içenlerin daha kolay bu virüsü kaptığını, kapanların daha zor iyileştiğini kanıtlayan araştırmalar var. Sigara akciğer dokusunu harap ediyor, damar hastalıklarına sebep oluyor. Dolayısıyla sigara içenler büyük risk altında.
HER YIL 8 MİLYON İNSANI SİGARA NEDENİYLE KAYBEDİYORUZ
YEŞİLAY Genel Başkanvekili ve klinik psikolog Dr. Mehmet Dinç, dünya genelinde her yıl 8 milyon insanın sigara bağımlılığı sebebiyle hayatını kaybettiğini belirterek, “Bir savaşta kaybedilebilecek insandan çok daha fazlası ki bu bağımlılığa bağlı hastalıkları, verim kaybını, aile içi problemleri, sosyal kayıpları saymıyorum bile” diyor. Sigara içmeyenlerin ‘tütünsüz hava’ soluma haklarının korunması, sigaraya bir şekilde bağımlı olmuş ancak bir türlü bırakamayan insanlara yardımcı olabilecek her türlü yasal düzenlemeye ayrı bir önem atfettiklerini söyleyen Dr. Dinç, 81 ilde uygulanan yasağın en büyük destekçisi. Dr. Dinç, Türkiye’nin de aralarında olduğu 35 ülkede 100 bin genç ile yapılan ESPAD 2019 raporuna atıfta bulunarak, şöyle devam ediyor: “12-18 yaş arası gençlerin tütün-alkol kullanma oranı geçtiğimiz yıla göre düşüşte. Başarının sırrı ise yapılan yasal düzenlemelerde. O nedenle tütün başta her tür bağımlılıkla mücadelede, toplumu rahatlatacak, düzenlemelere çok ihtiyaç var.”
BİR TELEFON YETER
Bağımlılık ile mücadele projesi kapsamında her yıl milyonlarca kişiye sigara, alkol ya da uyuşturucuya nasıl ‘hayır’ diyebilecekleri, kendilerini koruyabilecek bilinç ve cesarete nasıl ulaşacaklarına dair eğitim verdiklerini belirten Dr. Dinç, Türkiye’nin 70 noktasında tütün başta her türlü bağımlılığa karşı psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarıyla yardıma hazır olduklarını ifade ederek, şöyle devam ediyor: “Sigaranın zararlarını biliyorsunuz ama cesaretiniz yok! Tek başınıza mücadele edemiyorsunuz! Bir vesile arıyor ama bulamıyorsunuz! İşte fırsat! Bu yasağı vesile edin. 4447975 numaralı telefondan, ücretsiz olarak Yeşilay’ın özel eğitimli psikologlarından destek alabilirsiniz. Salgın başladığından bu yana inanılmaz sayıda başvuru aldık. Belli ki bu konuda bir bilinç ve hassasiyet gelişmiş. Bu sevindirici. Henüz o bilince ulaşmayanlar için ise şunu söylemek isterim: Hadi diyelim kendi sağlığınızı hiçe sayıyorsunuz, gelin başka insanların hayatını, hele de böyle bir dönemde riske atmayın!”
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle