İrtica bahanesi!

Çok daha gerilere gitmeyi bırakın, 2. Abdülhamid Han gibi veli ruhlu bir padişahı, alaşağı edebilmek için bile, “Şeriat isteriz!” diye yürüyüşler yapılmıştır.

Haberin Devamı

Daha da vahimi ise, Sultan’ın hal (tahttan indirme) fetvasının gerekçesinde; padişahlar içinde en dindarı olan şahsa yakıştırılan iftira, “Din kitaplarını yaktırması” idi. (Halbuki yakılan bozuk, yanlış, hatalı kitaplardı.)

O günkü vesayet (dış ülkelerin güdümündeki İttihat ve Terakki), iktidar olunca, sözde milliyetçilik adına ülke genelinde cadı avı başlattı.

Cumhuriyeti, Kuran-ı Kerim hatimleri, Buhari-yi Şerif kıraatleri ve dualar eşliğinde ilan ettik. En sonunda ise, din işlerini devlet işlerinden ayırmakta karar kıldık ve anayasaya “laiklik” ilkesini koyduk.

Laiklik ilkesine göre, devletin tüm inançlara eşit mesafede olması ve dinlere müdahale etmemesi gerekirken, tam tersini yaptık.

Özellikle halkın çoğunluğunun mensup olduğu İslamiyet’e kafamıza göre şekil vermeye yeltendik. Daha da vahimi dindarla, dinciyi (dini alet eden sahtekârları) birbirine karıştırdık. 1949 yılında kabul ettiğimiz maddeyle (163. madde) ise, dindarlar için adeta giyotin kurmuş olduk.

Haberin Devamı

Bu yüzden son yüz yıllık yakın tarihimize “cadı avı tarihi” dense yeridir.

Bütün bu kepazelikleri kanunlarımızdaki müphemiyet yüzünden yaşadık. Kuruyla yaşı, Demirel’in tabiriyle, “tetik çekenle tespih çekeni” bir tuttuk.

Dindarla dinciyi ayırt etmek devletin görevidir; devlet, bu ikisini bir mütalaa ettiğinde zulmün daniskasını yapmış olur. Dindarla dinciyi ayırmayan devlet, görevini yapmıyor demektir.

Malum, dindarın yönü Edirnekapı’ya (mezar), dincinin yönü ise Çankaya’ya dönüktür. Dindarın, devletiyle olan münasebeti, onu sahiplenmek ve uğrunda seve seve ölmektir. Zira devlet sayesinde dinini, imanını, namusunu, her şeyini muhafaza edebilmektedir.

Dindar, dine saygısı olanın, devletine sahip çıkma, onun üzerine titreme zorunluluğu vardır.

Dini alet eden sahtekârlar ise, devleti düşman görür, onu yıkıp, uğrunda çalıştığı müstevlilere peşkeş çekmek ister. Bu halin tipik örneği FETÖ’dür.

Bugünlerde askeri okullara giriş yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı ve müphem bir ifade olan “irtica” kelimesi metinden çıkarıldı diye, malum birileri hop oturup hop kalkıyor.

Haberin Devamı

İşte bu malum birileri, 163. maddenin de geri gelmesini isteyen zihniyettir.

Bu zihniyetin dine ve dindara tahammülü yoktur. Dinden ve dindardan, aslandan kaçan yaban eşekleri gibi kaçarlar. Bunların ezana da tahammülleri yoktur.

Bunlar, dine Karl Marx’ın gözüyle bakarlar ve “afyon” derler. Dolayısıyla İslamiyet’ten bihaberdirler. Halbuki İslamiyet, “İki günü eşit olan ziyandadır” ve “Bilim müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alsın” buyurmaktadır.

Durmayı bile yasaklayan ve hep ileri gitmeyi emreden bir dine ve mensuplarına “irtica” ve “mürteci” diyerek iftira atmak, din düşmanlığı değil de nedir?

Yönetmelikteki müphemiyet giderildi ve açıklık getirildi. Nitekim mahut “irtica” kelimesi de, önceki yönetmeliklerde yoktur, 2001 yılındaki yönetmelikte konmuştur. Ayrıca konmuşta ne olmuş, FETÖ’cülerin girişini engelleyebilmiş mi?

Engelleyememiş.

Haberin Devamı

Yeni yönetmelikte ise, giriş şartları arasındaki hüküm şu şekilde değiştirildi: “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı ya da bunlarla irtibatı olmamak”.

İşte bu yeni madde ile yönü kabre dönük samimi dindarla; dini kötü emellerine alet eden ve yönünü Çankaya’ya dönen, buradaki şekliyle, devletin milli güvenliğine karşı faaliyette olanlar ayırt edilmiş oldu.

Biliyoruz, kurt dumanlı havayı sever lakin o devirler geçti!

Yazarın Tüm Yazıları