Önce seveceksin sonra yaşayacaksın

11 yaşındaki Merdan gök gürültüsü gibi bir sesle uyandı.

Haberin Devamı

Saat sabahın 05.00’i...
Kalktı baktı ki annesi yok. Baba yok. Kardeşler yok...
Dışarı çıktı. Bütün köy ayakta.
Tanklar, askerler, polisler. Panzerler.
Yukarıda helikopterler birer “canavar gibi” alçalıp yükseliyor.
Merdan anlamadı önce.
Sonra silahlar patladı. Kaçışmalar. Bağırışmalar... Yerde yaşlı bir kadın.
Köy ahalisi yolu kesmiş. Tank üzerlerine doğru geliyor.
Amcası en önde. Yengesi yanında. Çığlıklar... Taşlar... Silahlar...
Ahali geri adım atmıyor.
Tank geri dönüyor. Asker çekiliyor...
Bütün bunlar, önceki sabah Lice’nin Yalaza köyünde yaşanıyor.
Düşünüyorum da...
O sabah Lice’nin Yalaza köyünde, saat 05.00’te tank sesleriyle, helikopter gürültüsüyle uyanan çocuklar acaba ne hissediyorlardır.
Sevgi mi?
Nasıl anlatacaksınız bu durumu?
“Sizin köyde halk bir okul yaptı. Asker okulu yıkmaya geldi...”
- Niye?
- Kürtçe eğitim olacak da ondan...
- Yahu Kürtçe eğitim olsa ne olur?
- Merdan bunu nasıl anlayacak?
25 yıl önce, “Kürt var” diyenler, devlete göre bölücüydü.
“Kürtçe konuşan” teröristti.
Şimdi devletin televizyonu Kürtçe yayın yapıyor diye övünüyoruz.
Ama Kürtçe eğitim yine yasak.
Peki 25 yıl sonra ne olacak?
Merdan 50 yaşına geldiğinde Yalaza köyündeki o okul binası acaba ne halde olacak?
Dün Yalaza Köyü’nden gelen fotoğraflara bakarken bir kez daha anladım?
“Sevgiyle büyümüyor çocuklarımız...”
Sınav yorgunu, çoktan seçmeli ve tek sesli bir hayat.
Bayramlara bakıyorsun, marşlara ayarlı.
Okul dediğin, “Hazırol... Rahat” diyen bir tören kıtası gibi...
“Uygun adım bir çaresizlik...”
Memleketin bir bölümünde zaten “okul bahçesinden molotof yetişiyor”...
Diğer bölümü “TEOG vurgunu”...
Öğretmenlere baksan. Yıllardır “atama” diye kıvranıyorlar.
Böylesine “mutsuz” bir öğretmen hangi çocuğa sevgi verebilir...
Sevgiyle yetişmiyor çocuklarımız.
Kızgın. Saygısız... Birbirini sevmeyi öğrenmiyorlar.
Birbirini sevmeyen insanların ülkesinde, demokrasi olur mu?
Birisi ötekini dinler mi?


DÜNYANIN BAŞKA BİR YERİ

Ve bu defa Akdeniz’in başka bir köşesinde..
Sabah erken saatlerde bisikletine atlıyor Miguel...
Bayraklar asılmış... Dışarıda bir kalabalık.
Yürüyenler, koşanlar...
Polis bütün motorlu araçlara trafiği kapatmış...
Herkes meydanlara gidiyor. Polis barikat kurmuyor. Tam tersine meydanlara gidenler için yolları açıyor.
Ve öğleye doğru meydanlar dolup taşıyor.
Sloganlar. Bayraklar... Müzik...
Burası da Barcelona...
Katalonya’nın kurtuluş gününü kutluyor.
Katalanların bir bölümü bağımsızlık sloganı atıyor.
Ama ne bir silah, ne bir tank ne de bir top var.
Mesela az ilerideki Tarragona özerk bölgesinde ise yine Katalanlar tam tersine gösteriler yapıyor.
Onlar İspanya’dan ayrılmak istemiyor.
Bir çatışma yok.
Kavga yok. Nefret yok. Kan yok...
Niye? Çünkü demokratik saygı var.
Çünkü seçim yapma özgürlüğü var.
Ve en önemlisi “sevgi” var.
Miguel sevgiyle yetişiyor.
O Madridliden nefret etmiyor.
Çok iyi biliyorum ki bizim ülkemizin de çok büyük çoğunluğu “ayrılık” istemiyor.
Evet ayrılmak istemiyoruz.
Sevgiyi arıyoruz yalnızca.
Yalnızca herkesin kendi kültürünü, dilini, inancını özgürce yaşayabileceği bir anayasal demokrasi talebi var.
Bunu istiyoruz. Bu kadar zor mudur?
Böyle gidersek, dünyamız yeniden ikiye ayrılacak:
Nefretin kuraklığı ile sevginin toprakları...
Benim dileğim, Merdan’ın sevgi topraklarında, farklı kültürler halinde bir arada yaşamayı öğrenmesi.
Öğretebilir miyiz?
Tankla, topla okul yıkarak öğrenemeyeceği kesin...
İşte Akdeniz’in iki yakasından iki hayat...
Merdan ve Miguel...
Barcelona’dan Lice’ye bakarken diyorum ki:
“Evet ben bir Akdenizliyim. Ve Anadolu’yu çok seviyorum. Türkiye denince içim kamaşıyor. Ay-yıldız’ı görünce kanım kaynıyor. Ve farklı kültürlerin zenginliğine hayranım. Ama bu provokasyonlardan ve bu tuzaklara düşen ‘güdük bürokrasi’den de bıktım artık.”

Yazarın Tüm Yazıları