TRT yıllarım

HARBİYE’DEKİ radyo binasına ilk kez Nobel Edebiyat Ödülü’nü Soljenitsin’in kazandığı sene, onun hakkında konuşma yapmak için girdim.

Haberin Devamı

Programın yapımcısı, sevgiyle andığım piyes yazarı Oktay Arayıcı idi. Hazırladığım metni okudum, dinledi. Hiç sözü uzatmadan, “Serbest konuş, metni müsamerede gibi okuma” dedi. O gün bugün nerede bir konuşma yapacak olsam, bütün hazırlığımı yapar metinle beraber giderim, ama onu okumak yerine bambaşka bir konuşma yaparım...

İstanbul Radyosu’nda uzun yıllar kitap programı da yaptım.

Oray Tuğlan’la birlikte çalıştım, radyoda tanışıp dostluğumuz hâlâ devam eden isimlerin başında Nursel Duruel gelir.

“Radyo Günleri”mi özlemle anıyorum. Stüdyoya girersiniz, bazen karşınızda soru soran biri vardır, bazen yalnız başınıza konuşursunuz. Yüksek voltajlı parlak ışıklara ve kıyafete çekidüzen vermeye ihtiyaç duymazsınız. Dinleyiciyle ‘ses’ aracılığıyla ilişki kurarsınız.

Haberin Devamı

Koridorlarda ellerinde bantlarla dolaşan prodüktörlere sıkça rastlardım. Kocaman tekerlek bantlara kayıt yapılırdı.

RCA marka mikrofonlar bir dönemin simgesidir örneğin.

Eğer stüdyoya gitmeye gerek duyulmazsa, biri gelir Nagra marka ses kayıt cihazıyla kaydı yapar radyoya dönerdi... O da bantlıydı. Kayıt yaptığımız aletler Ampex, Sony idi.

Müzik yayınları da elbette pikaplardan yapılırdı!

***

KİMLERİ konuk etmiştim radyoda, saymak uzun sürer...

Fazıl Hüsnü Dağlarca, Altın Çelenk Ödülü’nü aldıktan sonra radyoda konuğum olmuştu. Bildiğim kadarıyla Dağlarca’nın ilk uzun konuşmasıydı. Programın sonunda Dağlarca’nın şiirini okumuştum. Şiirin sonunda adını kendisi okumuştu, tok sesiyle “İmza, Fazıl Hüsnü Dağlarca”.

Birçok yazarla kitap saatini yürüttük, Oktay Arayıcı’dan kalma bir alışkanlıkla, kitap tanıtımlarının arasına müzik de koyardım. Müzikleri kitabın içeriğine uygun seçerdim. Sonra, radyodan televizyona geçtik.

Birkaç programdan sonra o zaman TRT yöneticilerinden Sedat Örsel’le birlikte “Yaşayan Edebiyatçılar”ı çektik, radyoculuğumda beni Oktay Arayıcı eğitmişti, televizyonda da Sedat Örsel.

Çekimlerimiz eğlenceli geçiyordu. Genellikle yazarların evlerine gider ya da değişik kapalı mekânlarda çekim yapardık.

Daha sonra, sürekli televizyon programlarımın adı, “Karalama Defteri” oldu.

Haberin Devamı

Şimdi arşivler halka açılınca, benim de anılarım tazelendi. Birçok dostumu anımsadım, aramızdan ayrılanlara sevgi ve saygılarımı gönderdim.

Bir arkadaşım bilgisayarından Cemal Süreya ile konuşmamı dinletti. Yıl 1983. Bugün gibi hatırlıyorum verdiği cevapları...

İzlerken, sözleri Fuat Edip Baksı’nın, bestesi Selâhattin Pınar’ın bir şarkısını hatırladım: “Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar”.

Baksı’yı tanımadım ama Selâhattin Pınar’ı tanıdım. Muallâ Mukadder Atakan’ı TRT’de stüdyoda dinledim, televizyon binasının kafeteryasında bestekâr Fehmi Tokay, Cüneyd Orhon, Hüsnü Anıl ve bana şarkısının nasıl okunacağını terennümle anlatmıştı.

***

TRT’nin arşivlerini halka açmasına en çok sevinenlerden biriyim. Geçmişten bugüne yaptıklarımı görebiliyorum.

Yazarın Tüm Yazıları