Zaman zaman düşündüğünüz oldu mu? Bir film, bir kitap benim hayatımı değiştirdi diyebilir misiniz? Sanırım bu yanıt yıllar içinde değişim gösterir.
Çok beğendiğimiz bir film üzerimizdeki etkisini ömür boyu sürdürebilir mi? Ben sanmıyorum, estetik saplantıların kalıcılık oranıyla geçicilik oranı bende dalgalı. Sinematek’in ilk kurulduğu yıllarda İtalyan sinemasının yeni gerçekçiliği bizi etkilemişti örneğin.
Atillâ Dorsay’ın ‘Hayatımızı Değiştiren Filmler (2015-2020)’ kitabı hem bize sinema tarihinin seçkin örnekleri hakkında bilgi veriyor hem de kendi seçimimiz ekseninde sinema zevkimiz konusunda bir kanaate varıyoruz.
Kitabın başındaki Sunuş 1’de kitap hakkında bilgi veriyor: “Bu sunuş yazımda döneme panoramik bir bakış atmak ve sinema sanatı açısından en önemli saptamaları yapıp sizlere sunmak istiyorum. Öncelikle türler zengindi. Savaş filminden western’e, korku filminden psikolojik gerilime, aşk filmlerinden biyografilere, bilimkurgudan güldürülere, klasik tiyatro ve roman uyarlamalarından deneysel çabalara... Benim naçizane gözde türüm olan ‘film noir-kara film’de hayli başyapıt üretildi.”
Hayatımızı Değiştiren Filmler (2015-2020)
Atillâ Dorsay
Remzi Kitabevi
Sınıflamaların altına kısa açıklamalar koymuş yazar:
Oya Eczacıbaşı, sanatçının kataloğuna yazdığı Önsöz’de Gürbüz’ün sanat dünyasındaki yerine değiniyor:
“İstanbul Modern’in Türkiye sanat ortamındaki kadın sanatçıları görünür kıldığı sergilerine Selma Gürbüz ile devam ediyoruz.
Otuz beş yıllık sanat pratiğinde hem Doğu hem de Batı kültürüne ait öğeleri bir arada kullanarak, kendine özgü bir imge dağarcığı oluşturan Selma Gürbüz’ü Türkiye’de ilk defa bir müze çatısı altında gerçekleşen kişisel sergisiyle sanatseverlerle buluşturuyoruz.
‘Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer’ adlı sergide, İstanbul Modern ve British Museum başta olmak üzere çok sayıda müze ve özel koleksiyonda çalışmaları bulunan sanatçının 100’ün üzerinde yapıtı yer alıyor.”
Sergi ziyaretçileri bence önce katalogdaki Biyografi bölümünü okumalı.
Öykü Özsoy, ‘Zamansız İmgelerle Yeni Bir Dünya Kurmak’ yazısında, sanatçının ilham kaynağını saptar:
“Gürbüz’ün ilham aldığı Anadolu söylencelerinde, Doğu ve Batı mitolojilerinde, Şamanizm anlatılarında, İran, Hint, Türk minyatürlerinde gördüğümüz hayvan başlı, insan vücutlu varlıklar ucubeler değil, aslında doğayla bir ve bütün olmayı simgeleyen yaratımlardır.”
Füsun Yalçınkaya’
O törende CSO’yu (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) ünlü şefler yönetti.
TRT Genel Müdürü İbrahim Eren, açılış konuşması yaptı.
Törende Muammer Sun ve koronun ilk yan pedagogu Müfide Özgüç de törende bulundular.
Muammer Sun, koronun kuruluşunu anlattı:
“İzmir, Adana, Diyarbakır, Trabzon, İstanbul, Ankara’da 950 kişi dinledik. Bunlardan 128 kişiyi seçtik. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda kurs yaptık. Kurs sonunda kazananlardan 56 kişiyi TRT Ankara Radyosu Çoksesli Korosu’na sanatçı olarak dahil ettik. Eğitim öncesinde ve sonrasında devam etti.
Bugün 50. yılı kutlanıyor ve ben büyük mutluluk duyuyorum. Ekip halinde yaptık bu işi. 50 yıldır konserler, müzik yapan harika bir kuruluşumuz Ankara Radyosu Çoksesli Korosu.
Ben kendi adıma ve arkadaşlarım adına övünç doluyum. TRT’yi kutluyorum, 50. yılı kutladığı için.”
‘Seferberlik Türküleri ve Kuva-yi Milliye Destanı’ LP olarak çıktı. Onu dinlerken, konser yeri bulamadığı günleri hatırladım. Şişli’den Kadıköy’e uzanan yolculuğumuz onu dinlemek içindi.
AKM’de yapılan özel geceye gidenler genç kuşağın ilgisini bilir. Ruhi Su bize ne öğretti?
Türkülerin, Anadolu’nun acısını, mücadelesini, mutluluğunu yansıtışını büyüteç altına aldı.
İyi bir opera sanatçısının doğru icrasıyla türkülerin bizim kulağımızdaki tınısını yeniledi.
İnsanın belleğinde kalan adların başında benim için Yunus Emre gelir. Çünkü o, hayatın içindedir, kafamıza takılan maddi, manevi soruların yanıtını verir. Uhreviliğin dünyaya uzanan bağlantısıdır.
Uzun yıllar yurtdışında yaşayan, şimdi Türkiye’ye dönen İlhan Başgöz’ün ‘Yunus Emre’sini okurken, onun yüzyıllar ötesinden çağdaş dünyayı nasıl yorumladığını algılarız. Yunus üzerine birçok inceleme yapılmıştır, Başgöz o incelemeleri de değerlendirerek özgün yorumlar, saptamalar yapmış. Yunus Emre üzerine bildiklerimizi bu kitaptan sonra yeniden gözden geçirme gereksinimi duyacaksınız.
Yunus Emre
Yazan: İlhan Başgöz
Pan Yayınları
Hafif güldürünün, acı kınamanın örneği
“Yunus Emre bir halk şairi değildir. Yunus Emre’nin konuştuğu dilin halk dili olduğu yolundaki kanı da yanlıştır. Yunus’un dili çağının aydın sanatçısının dilidir. Bu dil bilinçli olarak halkın anlamasına açık tutulmuştur.”
Eski Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Filiz Çağman, Edirne’de aramızdan ayrıldı ve ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
Önceki akşam iyi karikatürist Semih Poroy, Filiz Çağman’ı kaybettiğimizin haberini verdi. Ertesi sabah da eski Kültür Bakanı İstemihan Talay aradı.
Talay, bakanlığı döneminde Topkapı Sarayı Müzesi’ne Filiz Çağman’ı atadı, restorasyonu da başlatmasını sağladı.
Çağman, 2005 yılında emekli olmuş, görevi İlber Ortaylı’ya teslim etmişti.
Yaşamı boyunca çalışmalarıyla müzecilik dünyasına büyük hizmetlerde bulundu, kitaplarıyla da kalıcı bilgileri bize bıraktı.
Birçok ödül aldı.
Nazan Ölçer
‘Türk Edebiyatının Yaşlanmaz Şair Çocuğu’.
Çevrimiçi düzenlenecek sempozyumun paydaşları:
Türk Dil Kurumu
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü
Urla Kaymakamlığı
Urla Belediyesi
Kaleme aldığı şiir, hikâye, roman, oyun ve deneme türündeki eserleriyle Türk edebiyatına ve sanatına önemli katkılar sunan ve
‘Dört El Brahms – Macar Dansları’ ilk albümleri.
Albüm kitapçığının başındaki bir Çingene şarkısının sözleri yer alıyor:
“Dinle, rüzgâr nasıl da dalların arasında kederli ve yumuşak ağıt yakıyor;
Tatlı yârim, ayrılmalıyız: İyi geceler.
Ah ne mutlu ki, kollarında dinlendim,
Ama ayrılık vakti yaklaşıyor, Tanrı seni korusun.
....
Gece karanlık, iğne kadar bir yıldız ışığı bile yok.
Kuvâyi Milliye
Nâzım Hikmet
Yapı Kredi Yayınları
Nâzım Hikmet’in ‘Kuvâyi Milliye’ kitabının ciltli baskısı yayımlandı.
Şiirin büyük ustasına ben, sadece yazdıklarıyla değil, diğer edebiyatçılara katkıları nedeniyle de saygı duyarım.
Edebiyat dünyasında eleştirilerin, dostlukların çizelgesi yapılmıştır.
Belleğimde kalan, Nâzım Hikmet’in bir yazıdan sonra Maçka’da Abdülhak Hâmid’in evine giderek, ona saygılarını sunmasıdır.
Bu yıl ödül Yan Lianke’nin 1997 tarihli romanı ‘Günler Aylar Yıllar’ın çevirmeni Erdem Kurtuldu’ya verildi. Roman, Jaguar Yayınları tarafından yayımlandı.
Erdem Kurtuldu kimdir?
1981 yılında İstanbul’da doğdu. 2006 yılında Ankara Üniversitesi DTFC’nin Sinoloji bölümünden mezun olduktan sonra, Çin hükümetinden kazandığı bursla Pekin Dil ve Kültür Üniversitesi’nde Çince eğitimine devam etti.
2012 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mo Yan’dan ‘Kızıl Darı Tarlaları’, ‘İri Memeler ve Geniş Kalçalar’, ‘Yaşam ve Ölüm Yorgunu’, ‘Değişim’, Yan Lianke’den ‘Patlama Kayıtları’, Yu Hua’dan ‘Kanını Satan Adam’ı Türkçeye çevirdi.
Ödül seçici kurulu aşağıdaki adlardan oluşuyor:
Doğan Hızlan (Başkan)
Sevin Okyay
Ayşe Sarısayın
Hoca kendi hastalığıyla mücadele ettiği Amerika’da ülkesine dönmeye çalışırken pandemi kısıtlamaları nedeniyle çaresiz kalmıştı. Telefonda ülkesine dönme isteğini anlattılar. Hemen çare düşünmeye başladım, uyuyamadım.
Dün gece uçaktaki fotoğrafını görünce de tatlı bir rüyaya daldım.
Konuyu özetlemek isterim:
Bilim insanı İlhan Başgöz, hocalık yaptığı Indiana’da birçok hastalıktan mustaripti ve Türkiye’ye dönme arzusunu açıklamıştı.
Bir pazar günü aziz dostum Dr. Fahrettin Koca’yı telefonla aradım, durumu izah ettim.
İlgileneceğini söyledi. Bunca iş arasında, bir salgın döneminde bu olaya kendini adamasına teşekkür borçluyum.
Dr. Koca’yı yakından tanırsanız, abartısız kişiliği sizi etkiler. Ben Cumhurbaşkanı seçiminin ardından Ankara’ya kutlamaya giderken uçakta tanıştım, yanımdaki koltukta oturuyordu.
Bana Sirkeci’deki I. Abdülhamid külliyesiyle ilgili yazımdan söz etti, tarihi yarımadanın önemine değindi, az kişinin ilgileneceğini düşündüğüm bir konuda konuşuyordu.
O serginin de bir kataloğu yapıldı.
Kataloğun başında ‘Arkas Sanat Merkezi’ binası hakkında bilgi veriliyor.
Lucien Arkas, Önsöz’de hem fotoğraf hem Ara Güler üzerine düşüncelerini yansıtıyor:
“Yaratıcı fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Ara Güler genç yaşlarından itibaren, tüm hayatını fotoğraf makinesi kadrajından izlemiş, bizlere de gördüklerini tüm içtenliği ile aktarabilmiş büyük bir sanatçı.
Bugüne kadar 21 sergiye ev sahipliği yapmış olan Arkas Sanat Merkezi’nde, Ara Güler’in fotoğraflarını farklı yaş gruplarından birçok ziyaretçi ile buluşturabilmekten büyük mutluluk duyuyordum.
Ara Güler’in kendisinin de her zaman dediği gibi, ‘İnsanlar bakarak görerek, yaşayarak bir şeyler öğreniyor değil mi?
Ben de baktım, gördüm, yaşadım, öğrendim işte. Bir de çektim... Haydi merhaba!’...”
Doktorların her isteğinin karşılanması gereken bir dönemde bu talebi hemen yerine getirdim. Eğer bu yolla faydam olursa ben de artık kendimi doktor yardımcısı olarak göreceğim.
Bence doktor artık reçetelerine bu listeyi de eklemeli. Böylece ben de doktor onaylı liste yayınlarım.
Üç bestecinin de adını veriyor.
Beethoven, Mahler, Chopin.
Elbet bunları dinleyerek hem maddi hem de manevi sıkıntımızı gideririz.
Hiç kuşkusuz bunlara ekleyeceğim adlar da var.
Beethoven’dan başlayalım, senfoniler çok bilindik, çok icra edilen eserleri olduğu için tavsiye listesine yazmadım.
Şu anda piyano sonatları büyük rahatlıktır.
MEHMET AKİF ERSOY İÇİN YENİ KİTAPLAR
Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı’nın ulusal marş olarak kabulünün 100’üncü yılı. Yayınevleri, üniversiteler, bu marş ekseninde onun eserlerini, düşüncesini inceleyen toplantılar, sempozyumlar düzenlemeli. Hiç kuşkusuz marşın bestecisi Zeki Üngör’le orkestrasyonunu yapan Edgar Manas da unutulmamalı. Meclis’te şiiri okuyan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in de gündeme getirilmesini öneriyorum. Okuma listenizde Beşir Ayvazoğlu’nun Mehmet Akif üzerine yazdığı ‘1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi’ isimli kitabı mutlaka bulunmalı.
YENİ YILDA İYİ ÇEVİRİLER
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen Talât Halman Çeviri Ödülü’nün değerlendirmelerinde dört çevirmen finale kaldı. Böylece kısa liste belirlenmiş oldu. Bu liste içinden kazanan kitap bu ay belli olacak:
- Yan Lianke, ‘Günler Aylar Yıllar’, çevirmen: Erdem Kurtuldu
“Günler gelip geçmektedir
Kuşlar gibi uçmaktadır
Ehli-i fesadın yeri nar
Ehl-i salâh uçmaktadır”.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı çağrıştırır Aziz Mahmut Hüdai.
Aylardır sokağa çıkmayınca, evde yaşamanın bütün sınırlarını zorladım, sırlarını öğrendik/öğrendim.
Şair Nedim “Tahammül mülkünü yıktın” demişti. Çoğumuz evde kalarak tahammül mülkünün sağlamlığını, yıkılmazlığını gördük.
Dışarıya, işyerimize gidince, günün telaşına, ritmine kapılıyorduk, dost sohbetlerine dalıyorduk.
Ancak sergi için hazırlanan katalog, ressam hakkında bir referans kitap olma özelliğini taşıyor.
İstanbul’da başlayıp Fransa’da sonlanan bir hayatın bütün trajedisi, yaratma sürecindeki ıstırapları, dostları tarafından yazılan mektuplar, belleğimizde silinmeyen izler bırakıyor.
Bir mektubunda ne yazmıştı:
“Acılar sayısız derecededir”.
Devletin, dışişleri bakanlarının sanata ilgi ve saygı göstermelerini her zaman destekledim.
Fikret Muallâ, 1967’de Fransa’da öldü ve gömüldü.
1974 yılında Cumhurbaşkanı
Cumartesi gece yarısında Umut Özkan imzalı bir e-mail aldım. Türk halk edebiyatının uluslararası önemdeki bilim insanı İlhan Başgöz’ün Amerika’da, Indiana’da hasta olduğunu bildiriyordu. Daha sonra da hocanın yanında olan Balım Yetkin’le telefon görüşmesi yaptım. Başgöz’ün Türkiye’ye dönmek, yurdunda iyileşmek isteğini söylemişti. Indiana Üniversitesi Ural-Altay Dilleri ve Folklor Enstitüsü’nde profesör ve Türkçe programının direktörlüğünü uzun süre yürüten ve oradan emekli olan Başgöz’ün son dönemde yaşadıklarını ve bana yazma sebebini şöyle açıklıyordu edebiyat öğretmeni Umut Özkan:
‘İLHAN HOCA ADINA YAZIYORUM’
‘Bu duyuruyu İlhan Hoca adına yazıyorum. İlhan Hoca hepimizin bildiği gibi yüz yaşına merdiven dayamış durumda. Yıllardır kanser tedavisi görüyor. Buradan sizlere doğrudan seslenme olanağı maalesef yok. Son iki yıldır sağlık durumu giderek ağırlaşıyor ve ağustos ayında yatağından kalkmaya çalışırken düşmesi sonucunda kaburgaları kırıldı. O tarihten beri yatağından kalkamıyor ve tedavisi salgın nedeniyle evinde yürütülmeye çalışılıyor. Sık sık hastaneye gitmesi gerektiği için mevcut koşullarda türlü zorluklarla karşılaşıyor. Bir yılı aşkın zamandır ısrarla Türkiye’ye dönmek istemesine rağmen küresel salgın ve sağlık durumu nedeniyle olağan yollardan bunu gerçekleştirmesi mümkün olamadı.’
DİLERİM EN KISA SÜREDE GELİR
Birkaç dize daha okuyalım:
“İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
türküsüz hiçbir zaman.
AYFER TUNÇ - OSMAN
Mirasyedilerin umutları, hayalleri, gerçeklerle karşılaştıklarında davranışları. Dışardan görünenle içerde yaşananların trajik dünyaları. Cilanın döküldüğü o anların başarılı tasviri...
JOHN LE CARRÉ - SOĞUKTAN GELEN CASUS
Kısa süre önce kaybettiğimiz yazarın en çok beğenilen, en çok okunan kitabı. Yılın listesine bu yüzden girdi. Soğuk Savaş’ın soluk soluğa günlerinde casusların mücadelesi. Bu alanın kitaplarını inceleyenlerin yargısı şu: “Tüm zamanların en iyisi.”
AYDIN BÜKE - BEETHOVEN
İstiklal Caddesi’ndeki Meşher’de sergilenen eserler, MÖ 6. bin yıldan 20. yüzyıla uzanan bir zaman dilimini kapsıyor.
Sergi için hazırlanan ‘Maziyi Korumak’ başlıklı kataloğun ilk sayfasında, Boğaz’daki müzenin fotoğrafı yer alıyor.
Ömer M. Koç, kataloğun Önsöz’ünde müzenin özelliğini, içindeki eserleri anlatıyor:
“Sadberk Hanım Müzesi’nin 14 Ekim 1980’de kurulduğu günden itibaren büyük bir heyecanla üstlenmiş olduğu ana hedefi, kültürel mirasımızın birer parçası olan eserlerin muhafaza edilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılmasıdır.
Müzemizin Arkeoloji Bölümü’nden seçilen eserler Anadolu uygarlıklarını kesintisiz bir kronolojiyle ve çarpıcı örneklerle ziyaretçiye gösteriyor.”
Katalogda, Sadberk Koç’un bir fotoğrafı var.
Giriş’i ‘Bir Zaman Yolculuğu’ başlığıyla Hülya Bilgi yazmış. Sonraki sayfalarda açılışlardan, müze ziyaretlerinden fotoğrafları görebiliyoruz.
Sadberk Hanım Müzesi Müdürü, serginin küratörlüğünü yapan
Gırgır efsanesi
1972-1989 arasında çıkan Gırgır’dan birçok karikatürist yetişmiş, onlar da başka dergiler çıkarmış, karikatürü hem çeşitlendirmiş hem de değişik kuşakların buna bakışını sergilemişlerdir. Gökhan Demirkol’un Gırgır (*) kitabı, karikatür tarihimizi öğrenmek isteyen herkes için ilgi çekici.
Türkiye’deki mizah dergileri arasında ‘Gırgır’ın ayrı bir yeri vardır.
Gökhan Demirkol’un Gırgır (*) kitabı, karikatür tarihimizi öğrenmek isteyen herkes için ilgi çekici.
Oğuz Aral’ın yarattığı derginin incelenmesine geçilmeden önce Demirkol, özellikle kültür kavramı üzerinde duruyor, tarih içindeki gelişim konusundaki evreleri irdeliyor. Mizah dergileri için de şu saptamada bulunuyor: “Gündelik hayat pratiklerinden beslenen mizah dergileri hem bu zengin kaynağın incelenmesinde hem de bir toplumun geçmişini ve bugününü anlama konusunda ziyadesiyle verimli bir alandır.”
1972-1989 arasında çıkan Gırgır’dan birçok karikatürist yetişmiş, onlar da başka dergiler çıkarmış, karikatürü hem çeşitlendirmiş hem de değişik kuşakların buna bakışını sergilemişlerdir.
‘Dünyayı Gündelik Hayat Üzerinden Anlamlandırmak’ bölümünü okuduğunuzda, kavramların tarihçesini öğrendiğiniz kadar, Gırgır’ın da yerini tayinde doğru değerlendirmeler yapabilirsiniz.
Gündelik hayatı nasıl tanımlıyor Lefebvre: “Gündelik hayat nedir ki? Beslenmedir, giyinmedir, eşyadır, evdir, barınmadır, komşuluktur, çevredir.”
(*) İletişim Yayınları
Belki de Gırgır’ın tutmasının başlıca unsuru da bu tanımda yatıyor. Mizahla bu tanım arasında bağ kurar araştırmacı: “Mizahın gündelik hayatın içerisindeki pratikleri kullanması onu toplumsal gerçekliğin ifade araçlarından biri haline getirir.”
Hiç kuşkusuz siyaset ve hayat bir arada olunca mizah dergileri büyük tiraj yapmıştır.
“Memleket Mizahında Bir Okul: Gırgır’ bölümünü dikkatle okumanızı isterim.
Gırgır’ın çıkışı, geçirdiği aşamalar, kadrolaşması, çalışma biçimi, siyasete az yer vererek yaşamın diğer yanına ağırlık vermesi, onu 500 bin tiraja götürmüştür.
Yukarıda saydığım ögeleri yakından bildim, yaşadım. Çünkü Oğuz Aral, daha ilkokul döneminden arkadaşımdı. Daha sonra da Hürriyet’te çalıştı. ‘Huysuz İhtiyar’ başlıklı yazıları kitap haline getirdiğinde önsözü benim yazmamı istemişti.
Gırgır’ın sahibi Haldun Simavi idi. Kardeşi Erol Simavi de Semih Balcıoğlu ile Çetin Emeç’i çağırarak bir mizah dergisi çıkarmalarını istedi. Okur anketi sonucunda adı ‘Çarşaf’ oldu.
Gırgırcılar da ‘Fırt’ diye bir dergi yayınlamaya başladılar. Üç derginin tirajı bir ara 600 bine ulaştı.
Demirkol, onlardan sonra yayımlanan dergilerin özelliğini de yerini de inceliyor. Gırgır’ın bazı simgelerine dikkatimizi çekiyor araştırmacı. Bunlardan başlıcası ‘gecekondu’dur.
Televizyon programları üzerine mizah çizgisi de dergiye yansır. Ara başlıklardan biri zamanın özetini şöyle veriyor: “Anne koş Dallas başlıyor.”
Herkes bu televizyon dizisini seyretmek için televizyon başından kalkmazdı.
Çok satan bir dergiyi inceleme masasına yatırdığınızda, toplumun o dönemdeki bütün röntgenini görebilirsiniz. Benim gibi yaşayanlar birçok maddeyi yeniden anımsamışlardır, genç kuşak mizahı bir büyük dergi ekseninde değerlendirecekler. Yazıyı Demirkol’un ‘Sonuç’taki bir cümlesiyle bitireceğim: “Türkiye’de gündelik hayat pratiklerinin geçirdikleri dönüşüm sürecinin Gırgır dergisinin üzerinden incelenmesi gündelik hayat pratiklerinin işleyiş düzenine dair bir çıkarıma da izin vermektedir.”
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle