Pazar günkü yazısında şöyle bir yorumu vardı:
“Geleceğin meslekleri nelerdir diye bir sıralama yapılsa herhalde ‘yaşlı ve hasta insanlara bakma’ birinci sırada yer alır. Bütün dünyada toplam nüfus içindeki yaşlıların oranı artmaktadır. Ayrıca 65 yaş sonrasında beklenen ömür de uzamaktadır. Evliler eşleriyle birlikte yaşlanmakta ve ikisi birden bakıma muhtaç hale gelmektedir. Eşlerini kaybedenlerin durumu daha müşküldür. Bakıma muhtaç bir yaşlının evladıyla birlikte oturması, koca insan olmuş, aile kurmuş, çoluk çocuğa karışmış evlat için de zordur. İster bakım evlerinde, ister kendi evlerinde olsun; varlıklı hatta orta halli insanlar bile ciddi paralar ödeyerek kendilerine bakacak birini bulma peşindedir. Birinci elden söylüyorum, piyasada bu işi doğru dürüst yapacak yeterli sayıda yerli ve milli bakıcı da yoktur.”
***
Bu konuyu ben de birkaç kez yazdım.
Genç nüfusumuzla her zaman övündük ama istatistikler gösteriyor ki Türkiye de yaşlanıyor.
Geleneksel aile yapımız bizi ayakta ve güçlü kılıyor.
70 yaşındaki dahi çocuk Frank Wilczek’i anlatan müthiş bir başarı öyküsü...
Büyük fizikçi Frank Wilczek’in yeni bir kitabı Fundementals: 10 Keys to Reality adlı kitabından özetler yapmıştı Berkan...
Wilczek kimdi?
İkisi de lise bile bitirmemiş, Polonya asıllı bir baba ile İtalya asıllı bir annenin çocuğu olarak New York Queens’te doğmuş. Daha ortaokulda, gittiği devlet okulunda IQ’su ölçülmüş ve çok yüksek çıkmış; o andan itibaren bir çeşit “dahi koridoru”nda yaşamaya başlamış. Liseyi iki sınıfı atlayarak 16 yaşında bitirmiş ve üniversiteye Chicago’ya gitmiş. Burada fizik, biyoloji ve matematik arasında daldan dala atladıktan sonra 4 yerine 3 yılda matematik mezunu olmuş. Ardından yüksek lisans ve doktora için Princeton’a gitmiş. Princeton’da doktora tezini tamamladığında sadece 21 yaşındaymış. Yani liseden çıktıktan sadece 5 yıl sonra doktora tezini tamamlamış. O tezde Wilczek ve tez hocası David Gross, atomun içindeki “kuvvetli güç”ü (strong force) çözdüler ve kanıtladılar. 21 yaşındaki Frank, bu teziyle 2004’te Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. “Kuvvetli güç” atom içindeki parçacıkları bir arada tutan şey; yani aslında atomu atom yapan güç. Bunun bulunması sadece meşhur Standart Model’i tamamlanmaya bir adım daha yaklaştırmadı, aynı zamanda evrenin doğuş anından sonraki ilk dönemleri hakkındaki bilgimizin de patlamasına neden oldu. Fiziğe ikinci büyük katkısı “karanlık madde”yi onun Axiom adını verdiği son derece hafif ve bugüne kadar henüz gözlenmemiş olan bir parçacığın oluşturduğuna ilişkin teorisiydi. Evet bu henüz kanıtlanmış değil ama karanlık maddeyle ilgili geri kalan bütün teoriler çöktü, şimdilik Axiom hala ayakta ve onu saptamak için deney tasarlama çalışmaları da Wilczek’in de katkılarıyla devam ediyor. Üçüncü büyük katkı, “zaman kristalleri” ile ilgiliydi. Dördüncü katkı ise maddenin bilinenden çok farklı bir hali olan anyonlarla ilgiliydi.
İsmet Berkan şöyle diyor;
Geçen ay Türkiye’deki Faz 3 aşı çalışmalarına gönüllü olarak katıldım ve programa dahil oldum.
Bunu yaparken şunu düşündüm.
Bir yıldır devam eden bir salgınla karşı karşıyaydık. Evlerimize kapanmış, sosyal hayatlarımızı unutmuş, ailelerimizden sevdiklerimizden uzak kalmıştık.
Bu karanlık tünelden çıkışın tek bir yolu vardı; toplumsal bağışıklık...
Herkesin Kovid 19’u geçirmesini bekleyemezdik; vaka sayıları her geçen gün artıyor, ölümler de devam ediyordu.
İki Türk’ün kurduğu BioNTech firmasının Pfizer ile geliştirdiği aşı umut olmuştu.
Facebook ve İnstagram’ın da gücünü eklediğinizde karşınıza yıkılmayacak bir kale gibi gözüküyor.
O zaman bu markalar kural koyabilecekleri, ezber bozabileceklerini ve her istediklerini yapabileceklerini düşünüyorlar.
Bir açıdan da haklılar...
Çünkü hayatımızı kolaylaştırıyorlar ve her seferinde vazgeçilmez olmayı başarıyorlar.
Tabii algıyı iyi yönettikleri sürece...
WhatsApp’ın sahibi Facebook’un durumu izah etmeye çalışan açıklamalarına rağmen on binlerce kişinin diğer haberleşme platformlarına yönelmesi birkaç gün içinde o kadar hızlandı ki sosyal medya uzmanları bu hareketliliği “dijital medyada kavimler göçü” olarak tanımlıyor.
Bu haberlere seviniyoruz tabii...
Yine de vefat sayısı hala çok yüksek ve ağır hasta sayısında düşüş olmasına rağmen rakamlar yüksek...
Ve içimiz acıyor.
Tedbirlerin sonuç verdiğini biliyoruz, keşke rakamlar daha da iyi olsa...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hafta başındaki kabine toplantısından sonra tedbirleri yavaş yavaş gevşeteceklerini söyledi.
Hepimiz sabırsızlıkla bekliyoruz.
Bu ekibi uzun yıllardır tanıyorum.
Harika işler yapıyorlar.
Sonra aşılanmayla ilgili süreci bana anlattılar.
“Dışlama Kriterleri” adı verilen iki sayfalık formu doldurdum, sorulara cevaplar verdim.
PCR testim yapıldı. Ardından Kovid-19 geçirip geçirmediğimi belirlemek üzere antikor testi için kan örneği alındı.
Bu testler Ankara’ya gönderildi, gerekli incelemeler bittikten sonra Şükran hoca arayıp hastaneye gelmemi istedi.
“Meğer mutluluk; kendi kendine mutlu olduğunun farkında olmamakmış. ”İsmet Berkan da; “Bu güzel bir tanım. Bu kadar güzel bir başka mutluluk tanımı Yahudilerin kutsal bilgelik kitabı Talmud’da geçen ‘Mutluluk, nerede olduğunu bilmek ve orada kalmaktır’ sözü. İnsanlık mutluluk hakkında eski Yunan’daki meşhur Epikür’den beri kafa yoruyor. Ama tabii, Amerikalıların Bağımsızlık Bildirgesi’ne bir temel insan hakkı olarak ‘Mutluluğu arama hakkı’nı yazdığından beri, mutluluk bir çeşit tüketim maddesine de dönüştü. Hatta bilmiyordum, aydınlanma felsefesi ise mutluluk arayışını özdeşleştiren bir de kitap varmış. Berkan; BBC’nin web sitesindeki bir mutluluk yazısına da atıfta bulunuyor. O yazıyı buldum ve okudum. Şöyle bir dipnot vardı: “Modern mutluluk kavramları öncelikle pratiktir ve felsefi değildir, mutluluk teknikleri diyebileceğimiz şeye odaklanır. Sorun mutluluğun ne olduğu değil, nasıl elde edileceğidir. Medikal terimlerle mutluluğu, üzüntü veya depresyonun tersi olarak görme eğilimindeyiz, bu da mutluluğun beyindeki kimyasal reaksiyonlardan ortaya çıktığını ima ediyor. Mutlu olmak, sizi üzen kimyasal reaksiyonlardan daha azına ve sizi mutlu eden reaksiyonlardan daha fazlasına sahip olmak demektir. ”Kitapçılarda vakit geçirmeyi seviyorum. Son yıllarda mutluluk tarifi yapan kitapların sayısında fazlalık görüyorum. Bazılarını alıp okuyorum. Ama şunu biliyorum. Hangi tarifi okursanız okuyun siz yine gece yatağa yattığınızda kendi mutluluk tarifinizi yapmak zorundasınız.
Yeni bir kavram zihin değiştiriciler
BİLİYORUM bu pandemi hepimizi çok etkiledi. Biz eskiyi özlediğimiz için yeni normale pek adapta olamayacağız galiba... Şahsen ben o kalabalık sofraları, masaları çok özledim. Kalabalık toplantılarda eski dostlarla karşılaşmayı, yenileriyle tanışmayı da özledim. Sevdiklerime sarılmayı da özledim. Ben her gün işe gidiyorum ama hala büyük çoğunluk evden çalışıyor ya da hibrit bir modelle çalışmaya devam ediyor. Günlere sığmayan randevuları da özledim.Yurtdışı yayınlara, psikolojik tespitleri okurken yeni bir kavramı sık görmeye başladım. O da zihin değiştiriciler...Galiba dünya yeni normalin kalıcı olacağını düşünüyor. Zihniyet devrimine karşı değilim, dolayısıyla zihniyet değiştiricilerine de itirazım yok.Ama isterim ki; yeni normali kurgularken eskinin güzelliklerini, değerlerini, ilkelerini, bizi biz yapan lezzetlerini, ayrıntılarını da unutmasın bu zihin değiştiriciler...
Beynimizin algoritması
Her fırsatta yazıyorum.
Türkiye’nin acil olarak bu sektörlere destek vermesi gerekiyor.
Biliyorum devletler vaka sayılarını yönetirken ekonomileri de ayakta tutmaya çalışıyor.
Bazen dengeler de bozuluyor.
Ancak pandemi sonrasında sevdiğimiz bu mekanlara gidebilmemiz için bu işletmelerin yaşıyor olması gerekir.
İşletmelere HES koduyla girebilmeliyiz.
Sosyal medyada fırtınalar kopuyor.
“Demokrasinin kalesi diye biliyorduk meğerse bir muz cumhuriyetiymiş” diye yorumlar yapılıyor.
Amerikan demokrasisi yerden yere vuruluyor.
Bana göre bu bir akıl tutulması...
En kısa sürede ABD’nin fabrika ayarlarına geri döneceğini düşünüyorum.
Bu yaşananlardan hem Amerikalı siyasetçiler, hem Amerikalı seçmen, hem de sivil toplum örgütleri dersler çıkaracaktır.
Tıpkı 15 Temmuz’da yaşadığımız darbe girişimi gibi...
“İzmirliyim, Karşıyakalıyım” deyince gazeteleri bırakıp ekrana odaklandım.
İzmir’in yanına Karşıyaka eklenince ben başka olurum.
Emrah Altındiş anlatıyordu.
Altındiş, 2000 yılında Ege Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra çalışmalarını ODTÜ’de devam ettirmiş. Doktorasına başlamak için İtalya’ya yerleşerek eğitimine yurt dışında devam etmiş. Doktorasını Bologna Üniversitesi’nde yapmış.
Boston College Biology Department şirketinde Assistant Professor olarak görev yapıyor. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, mikrobiyoloji bölümünde çalışan, kolera hastalığına sebep olan vibrio cholerae bakterisinin virulans faktorleri üzerine araştırmalarını sürdürüyor.
Altındiş, viral hormonların fonksiyonel karakterizasyonu, bağırsak mikrobiyomu, viromun Tip 1 diyabet otoimmünitesinin başlangıcındaki potansiyel rolü üzerine odaklanmış.
Hepsi yakın dostlarımız...
Birçok İzmirli de bilir, tanır ve severler...
İzmir’in sembol mekanlarından biri Reyhan Pastanesi’nin sahipleridir.
Lezzetlerini size anlatmayayım, zaten herkes biliyor.
Ne yerseniz, ne tadarsanız hepsi çok güzeldir.
Ama daha önemlisi sevdiğiniz lezzetleri değişmeden bulabilmenizdir.
Ama ben hatırlatayım istedim.
Pandemi döneminde değil ülkeler arası şehirler arası yolculuk bile yapamadık.
Birçok program, buluşma ertelendi.
Fuarlar bile sanal ortamda, online yapıldı.
Festivaller, paneller, kongreler de dijital ortama taşındı.
Örneğin ben dört beş ayrı yurtdışı programımı iptal etmek zorunda kaldım.
Bu arada umut veren gelişmeler de oluyor.
Örneğin Bilkent Üniversitesi’nde geliştirilen yüksek teknoloji ürünü “Diagnovir” beni çok heyecanlandırdı.
Diagnovir’in PCR testlerinin yerini alması hedefleniyor.
Ve bilinen testlerden çok daha pratik; 10 saniyede yüzde 99’luk bir sonuç alıyorsunuz.
Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Atalar ile konuştum. “Koronavirüs 150 nanometre boyutunda bir parçacık. Araştırmacılarımız yıllarca nano boyuttaki parçacıklarla uğraştılar. Sadece ağızdan alınan sürüntü için hızlı bir kit ve optik düzenekle hızlı tanı yapabiliyor. Pozitif olması halinde 5-10 saniye içinde sonuç veriyor, negatiflik olması halinde ise 20-30 saniye içinde sonuçlanıyor. Yapılan kontrollerde bu yöntemle pozitif bulduklarımızın PCR’ı negatif çıksa bile birkaç gün sonra PCR’larının pozitife döndüğünü gördük” dedi.
Harika bir çözüm ve geliştirilebilir özellikleri çok fazla...
İçim burkulmadı değil.
Çünkü bu yatırımın otomotiv sektöründe nasıl bir heyecan yarattığını çok iyi biliyordum.
Bazı markalar sektörleri için sembolik bir değer taşır.
Volkswagen de o isimlerden biri bence...
Bana göre çok doğru bir karar almışlardı.
Türkiye’ye yapacakları yatırım için yıllarca çalıştılar, araştırdılar, raporladılar ve sektörün temsilcileriyle yoğun temaslarda oldular.
Bu salgın birçok şeyi değiştirdi. Alışkanlıklarımızı, eğilimlerimizi, ihtiyaçlarımızı, beklentilerimizi...
Aşılarla birlikte tünelin ucu gözüktü ama zorlu bir kış daha bizi bekliyor.
Bu arada gerçekten zor durumda olan sektörler var.
Hizmet sektöründe çalışan 2 milyondan fazla kişi, aileleriyle birlikte 10 milyon kişi mağdur oldu.
Ekonomiler küçüldü ama fabrikalar açıktı.
Kapasiteler belki düştü ama birçok sektörün alternatifleri vardı.
Zor ve belirsizlikler dolu bir süreç yaşadık.
Ama yeni isimler ve kavramlar hayatımıza girdi.
Örneğin Amerikan Pfizer firmasıyla koronavirüs aşısını geliştiren Alman BioNTech firmasının kurucuları Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’den çoğumuz haberdar değildik.
İnsanlık adına umut oldular.
Eğer tünelin ucunda bir ışık göründüyse Türeci ve Şahin’in önemli rolleri oldu.
Çünkü pandemiyi bitirecek ilk ateşi onlar yaktı.
O yüzden aşıları önemsiyorum.
Ve bunun için gönüllü oldum ve faz 3 çalışmalarına katıldım.
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gittim ve aşımı oldum.
En baştan söyleyeyim.
Bugüne kadar hiç grip aşısı olmadım, zatürre aşısı da vurdurmadım.
Ama bu sefer sürecin farklı olduğunu düşünüyorum.
Belki ilk dönem çok yakınlarımızda değildi bu virüs belası ama yazdan sonra herşey değişti, vaka sayılarında müthiş bir artış oldu, kayıplar da artmaya başlayınca herkes daha da endişelendi.
Bazıları ayakta, hiç anlamadan geçirdi; bazılarını ise hastalık adeta yatağa çiviledi.
Kovid 19’u geçirenlerin anlattıklarını dinleyince, okuyunca hastalığın hiç hafife alınmaması gerektiğini daha iyi anladık.
Ve kasımda beklenen tedbirler geldi.
Avrupa aslında kısıtlamaları bir ay öncesinden almıştı.
Aralık ayını hafta sonları evlerde, hafta içi de saat 9’dan sonra eve dönerek geçirdik.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bölümü’nden mezun olan Dr. Corat, 2004 yılında UNESCO Cinsiyet Eşitliği Bölümü’nün direktörü oldu.
Gülser Corat, merkezi Barcelona’da olan Digital Future Society tarafından 2020 yılının teknolojideki 10 kadın liderinden biri seçildi.
Corat; yapay zekada cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekmek için özel çalışmalarıyla tanınıyor.
İlginç konulara dikkat çekerek toplumda kadın erkek eşitliği konusundaki farkındalığın artmasını sağladı.
Örnek mi?
Teknoloji çalışanlarının erkek ağırlıklı olması nedeniyle dijital asistanların neredeyse tamamının aşırı saygılı ve itaatkar kadın kimliğinde olduğunu söylüyordu.
Fırsat buldukça bu derneklere, vakıflara, kurumlara köşemde yer vermeye çalışıyorum.
Çok güzel projelere imza atıyorlar ve bunlardan herkesin haberi olmalı.
Örnek mi?
İzmir Kent Değerlerini Koruma ve Geliştirme Derneği kısacası Kentimiz İzmir; müthiş bir başarıya imza attı.
Derneğin aynı zamanda yürüttüğü dördüncü Avrupa Birliği projesi de onaylandı.
Araştırdım bu Türkiye için de bir ilk...
Umut varsa hayat vardır
O ses var ya o tanıdık ses...
“Sesimi duyan var mı?” diyen o beynime kazınmış ses...
Yıllar sonra yine duydum.
Dün Bayraklı’da Rızabey ve Doğanlar apartmanları arasında mekik dokudum.
Bir oraya bir oraya gittim.
Ve bir an “Sessizlik...” dendi.
Yürümemize izin vermediler, nefesimizi tuttuk, gözlerimizle konuştuk.
Ve o ses yine yankılandı.
“Sesimi duyan var mı, varsa bir işaret verin...”
Gözyaşlarımı tutamadım.
Minik Elif’in az önce servis edilen o fotoğrafı aklıma geldi.
Elif sedyeyle çıkarılırken eliyle bir itfaiye erinin parmağını tutmuştu.
Bir ses daha duyulur muydu?
O hafızalardan çıkmayan bir sese karşılık veren var mıydı?
Bekledik ve hala bekliyoruz.
Bir mucize daha olur muydu?
Umut varsa hayat vardır.
Dün bir kez daha bunu gördük.
Her zaman mucizeler olur mu?
OLMADIĞINI gördük.
Yaşayarak öğrendik.
Her zaman Elif’in, İdil’in bize yaşattığı gibi mucizeler olmuyor.
Üstelik kaç kişinin hayatına mucizeler denk gelir.
Bir milli piyango bileti gibi...
On binler alır ama o büyük ikramiye bir kişinin yüzüne güler.
Peki biz sıradan insanlar için daha kolay bir hayat yok mudur?
Örneğin herkes sağlıklı yapılarda, modern kentlerde yaşamayı hak etmez mi?
Devlet bunun için yok mudur?
İnsanları bunu istemekte haksız mıdır?
İşte bu soruların cevaplarını vermemiz ve bulmamız lazım.
Hep yazıyorum.
Edirne’den dışarı çıktığımda tek bir şeyi kıskanıyorum.
O da mimariyi, modern kentleri...
Bu konuda sınıfta kaldığımızı her fırsatta yazdım.
Ve yine altını çizerek yazıyorum ki;
Türkiye’nin artık yeni arsa üretmek yerine bütün kaynaklarını kentsel dönüşüme harcamalı.
Mucizeler her zaman olmaz.
Almanlar mı haklı biz mi?
ALMANYA’daki müteahhit sayısı 3 bin 500, bizdeki ise 350 bin...
Biz Almanya’dan büyük müyüz?
Her sermaye sahibi müteahhit olmaya kalkarsa sonuçları böyle olur.
İnşaat ciddi bir iştir, ciddi bir mühendislik gerektirir.
Ya Almanlar bu işi bilmiyor ya da biz...
Bu zibidilerin hepsi
kağıttan birer kaplan
BİRKAÇ sosyal medya zibidisine takılmayın.
Akıllarınca İzmir üzerinden kendilerini tatmin edecekler.
Deprem gibi hepimizi sarsan bir olayda bile kendi küçük gettolarına mesaj verecekler.
Ben o tipleri biliyorum.
Bilgisayarın başına geçtiklerinde hepsi kaplan oluyor, yanınıza geldiklerinde de süt dökmüş kedi...
Hepsi kağıttan kaplanlar...
Takılmayın o zibidilere...
Tabii adaletimize, yargımıza da güveniyoruz.
Bu zibidilere gereken cezaları vereceklerdir.
İyi ki varlar
BAYRAKLI’yı kaç kez turladım bilemiyorum.
Bir Doğanlar’a, bir Rızabey Apartmanı’na, oradan Kızılay’ın arkasındaki Karagül apartmanına...
Türkiye’nin her yerinden gelen itfaiye ekipleri, AFAD ve AKUT üyeleri ve gönüllüleri sizlere binlerce kez teşekkür ederiz.
Uyumadan, durmadan saatlerce çalıştılar.
Molalarda uyuyabildikleri kadar ayakta kalmaya çalıştılar.
Her kurtulan vatandaşımızın ardından döktükleri gözyaşlarına, sevinçlerine, mutluluklarına bizzat şahit oldum.
Her biri isimsiz kahraman bizim için...
Sağolsunlar, iyi ki varlar...
Kriz iletişimini iyi yapmak gerekir
SOSYAL medyaya çok bilgi kirliliği var.
İzmir’deki birçok binanın fotoğrafları paylaşılıyor.
Bazı inşaat firmalarının isimleri de etiketleniyor.
Bazılarına bakıyorum; fotoğraflar aynı markalar farklı...
Ama bakıyorum birkaçı dışında bir açıklama da yok.
Hep yazıyorum.
İletişim planınız krizleri de yönetebilmeli.
Öyle bir iki satır açıklamayla bunları geçiştirmek doğru değil.
Ben o şirketlerin yerinde olsam; bilirkişileri alır o inşaatlara gider, gerekli belgeleri alır, açıklamayı yaparım.
Yolunda gitmeyen birşeyler varsa da gerekeni yaparım.
Kriz iletişimini iyi yapmayan kaybeder, hatırlatmak istedim.
Bırak da acımızı yaşayalım
ARKADAŞ; İzmir’de deprem olmuş. İçimiz, yüreğimiz yanmış. Birkaç gün bekle fotoğraflarını paylaşmak için...
Alacağın üç, beş beğeni bu kadar önemli mi senin için...
Bırak da acımızı yaşayalım.
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle