◊ Eğlenceli bir soruyla başlayalım. Dizideki gibi çevrenizdeki kadınlar ilginizi çekmek için mücadele ediyor mu?
- Hâlâ bir salgınla yaşıyoruz, o yüzden flört dünyam sadece evim ve kitaplarımdan ibaret. Ben ve kitaplarım harika vakit geçiriyoruz.
◊ Hastings Dükü Simon Basset, Londra sosyal hayatındaki en seçkin bekar. Peki sizin sosyal hayatınız? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz dizideki gibi ortamlarda?
- Sosyal ortamlarda olmak için çaba harcayan biri değilim. Sessiz biriyim. Evcimenim. Çalışmayı seviyorum ve işimden zevk alıyorum. Bunun ötesinde her şeyi sessiz tutmaya çalışıyorum. Oldukça sade bir hayatım var.
SEKS SAHNELERİNİN DRAMATİK SAHNELERDEN FARKI YOK
◊ Dizide rol arkadaşınız Phoebe Dynevor ile şehvetli aşk sahneleriniz var. Bu sahneleri çekmek kimi oyuncuya göre zor, kimilerine göre ise herhangi bir sahneden farkı yok. Sizin deneyiminiz nasıldı?
- O sahnelere çok çok iyi hazırlanmıştık. Cinsellik, yakın temas koordinatörleriyle çalıştık. Bu sahneler hakkında çok şey yazıldığını ve söylendiğini biliyorum. Ama bu çalışma sistemi, seks sahnelerini senaryonun diğer parçaları gibi ele almanızı sağlıyor. O sahnelerin dramatik sahnelerden farkı yok. İki karakterin arasında neler olup bittiğini anlatıyor. Senaryonun diğer sahneleri gibi bu sahnelerin de koreografisi var. Fiziksel koreografi, sahnenin planı ve prova, o sahnelerde endişelenmek yerine hikayenin bir parçası olarak görmenizi sağlıyor. Zaten Phoebe ile saatlerce bitmek bilmeyen dans provaları yapıyorduk. Provalar birini tanımanın ve yakınlık kurmanın güzel bir yolu.
◊
Hediye paketleri hazırlamış, “Fenomenler yerine ihtiyaç sahiplerine yolluyorum” yazmış.
Hemen aradım, “Hele ki bu dönemde pandemi sebebiyle o kadar çok ihtiyacı olan insan var ki, evlerini hediye deposuna dönüştüren fenomenlere göndermek içimden gelmedi” dedi.
O günden beri aklıma takıldı. Üzerine biraz araştırma yaptım. Gerçekten bir tüketim çılgınlığı ve bu çılgınlığı alevlendiren sanal fenomen-influencer dünyası var...
Döngü kontrolden çıkmış durumda.
Sosyal medya platformları artık mutlu anlarımızı, sosyal hayatımızı paylaştığımız platformlar olmaktan çıktı, bedavacılığı “influencer” olarak adlandıran fenomenlerle dolup taştı.
Satın almak için “yukarı kaydır” linkleri, hediye yığınları, savurgan paketlemeler, karton kutular, ambalajlar fenomen hikayelerinin ana temaları.
Sorsan hepsi doğa dostu, sorsan hepsi duyarlı...
Los Angeles’ta konuştuğum birçok influencer,
◊ Geçen sene 18 yaşında iki delikanlıyı evlat edindiniz. Nasıl gidiyor annelik deneyimi?
- Sanırım annelik düşündüğümden çok daha fazlasını ifade ediyor. Öncelikle her zaman anne olmayı istediğimi fark ettim. Evlat edinmeden önce Maddie’nin (dansçı Maddie Ziegler) “bonus annesi” olmaya başladım. Sonra başkaları için de yeterince sevgim ve yerim olduğunu düşündüm, evlat edindim...
◊ Yaşça büyük çocukların evlat edinilmesi nadir görülen bir durum. Sizi tebrik ederim. Evlat edinme hikayenizi okudum ama kısaca sizden de dinlemek istiyorum, nasıl karar verdiniz?
- Kararlarımın çoğunda olduğu gibi düşünmedim, sadece yaptım. Oğlumu bir belgeselde izledim. İzlerken “Bu benim çocuğum” dedim. Onu aramaya karar verdim. Bulduk. Evlat edinmek için gittim, arkadaşını da evlat edinip edinemeyeceğimi sordu. Evimde arkadaşı için de odam vardı, hiç düşünmeden “Gelsin tabii” dedim. Nasıl olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Onlarla tanıştığım gün eve getirdim ve akşam yemeğinde aile olarak birlikteydik.
◊ Söz yazarı, senaryo yazarı ve şarkıcı Sia’dan yönetmen Sia’ya... Çektiğiniz müzik klipleri vardı, fakat film bambaşka bir dünya. Film yönetirken müzikten öğrendiklerinizden neler kattınız?
- Film çekerken ateşte vaftiz oldum diyebilirim. Müzik endüstrisine kıyasla işleri halletmek, kişileri bir araya getirmek ve program yapmak daha zordu. Ama genel olarak benzer olduğunu söyleyeceğim. Film yönetmek gerçekten sadece güvensiz insanları yönetmekle ilgili. Aslında bizler kendine güvenmeyen insanlarız. Uzun zamandır kendine güvenmeyen pop yıldızlarıyla dolu müzik dünyasında söz yazarak zaten deneyim sahibi olmuştum. Mesele sadece insan yönetimi. İçinde çalıştığım dünya, film yönetmemi sağladı diyebilirim.
◊ Birkaç gün önce Grammy Ödül Töreni’nin ertelendiği açıklandı. Pandemi, gösteri dünyasını derinden yaraladı. Eğlence dünyasının geçirdiği kötü dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Wonder Woman 1984”, 25 Aralık’ta HBO Max üyelerinden ekstra ücret alınmadan yayınlanmaya başladı...
Warner Bros.’un bu kararına tepki veren isimlerin başında yönetmen Christopher Nolan geldi.
Sinema deneyiminin en büyük savunucusu Nolan, Warner Bros.’un kararının “sendikalar ve sanatçılar için büyük bir tehlike işareti” olduğunu söyledi.
Bu planın, Hollywood’un sanatçılarından işçi sınıfına tüm çalışanlarına zarar vereceğini iddia etti.
Hollywood makine gibi çalışır. Sendikalar, sette çalışan elektrikçiden sadece bir-iki replik söyleyen oyuncuya kadar herkesin hakkını korur.
Nolan bu yeni yapıların yani dijital platformların ileriye dönük tehlike olacağını iddia ediyor.
JamIe Foxx
◊ Karantina sürecinde birçok kişiden önemli saydıkları birçok konuyu yeniden değerlendirdiklerini duydum. Sosyal hayatımızın sınırlı olduğu bu dönemden siz neler öğrendiniz?
Jamie Foxx: Ailemle geçirdiğim içten bir zaman dilimi oldu. Covid döneminde kız kardeşimi kaybettim. Bütün aile bir araya geldik ve birbirimizi gerçekten ne kadar sevdiğimizi anladık. Bu süreçte ayrıca üç film yazdım. Önceden aklıma fikirler gelirdi ama oturup geliştirmeye fırsatım olmazdı. Karantina, bana zaman ayırıp yazma fırsatı verdi. Üç projenin ikisini sattım bile.
Bu süreç, benim için derinden düşündüğüm ve kendimi sıfırladığım bir dönem oldu aynı zamanda. Bilgisayarı yeniden başlatmak gibi. Yapacak çok işimiz var, iyileştirmemiz gereken çok fazla yara var. Büyük, çok büyük görevlerle karşı karşıyayız. İnsanlığa meydan okunuyor. Bizler, insanlar boyun mu eğeceğiz, yoksa en iyisini yapmak için uğraşacak mıyız?
Ben Covid süresince insanların kötü yönlerini değil, iyi yönlerini görmeye başladım. Karşımızdaki kişilerin sevmediğimiz taraflarını görmekle o kadar meşgulüz ki, ben ve ailem tüm bunları boş verme kararı aldık. Artık sadece insanların sevdiğimiz yönlerine odaklanacağız.
◊ Kız kardeşinizle ilgili sosyal medya paylaşımınızda “hayatını kaybetti” yerine “geçiş yaptı” demeyi tercih ettiniz. Biraz bu konu hakkında konuşmak istiyorum. “Soul” adlı yeni animasyon filminizde de “bedenin ölümü-ruhun doğuşu” konusu işleniyor...
- Kız kardeşime her baktığımda bir ışık görüyordum. Down sendromlu olmasına rağmen dünyamızı aydınlatırdı. Böyle bir kayıp olduğunda aile olarak üzülüyorsun ama bize bıraktığı keyifli zamanları düşününce ölümü farklı görüyorsun. O şimdi güzel bir yerde tam olarak burada yaptığının aynısını yapıyor, insanları güldürüp iyi hissetmelerini sağlıyor.
OYUNCAK DÜKKANINDAKİ ÇOCUK GİBİYDİM
◊ Bu film ya da yaşadığınız deneyimler, arzularınızın gerçekleşmesine dair perspektifinizi etkiledi mi?
- Kendi deneyimlerime göre söyleyebileceğim kadarıyla her şeyin bir bedeli var. Başarı, ödenmesi gereken bir bedelle gelir. Başarısızlığın da bir bedeli vardır. Hedef ne kadar büyükse bedel de o kadar büyüktür. Başarı büyükse, bedeli de o ölçüde büyüktür. Biz her zaman fazlasını isteyen yaratıklarız. İstediğimiz yere vardığımızda çıta daha da yükselir. Soru, ne zaman durmamız gerektiği! Konuyu filmle birlikte cevaplarsam bazen ihtiyacın olana sahipsindir. Daha fazlasını kovalamayı bırakıp sahip olduğunla mutlu ve memnun olmak da bir başarı...
◊ İki kızınız var, istedikleri her şeye sahip olabilirler. Onlara sahip olduklarıyla mutlu olmayı ve sürekli daha fazlasını istememeyi nasıl öğretiyorsunuz?
- Covid döneminde kendim ve kızlarımda tanık olduğum ve öğrendiğim şey; en büyülü anların en basit anlar olduğu. Sadelik... Tropikal bir yerde, en lüks otelde herkesin size hizmet etmesi değilmiş en büyülü anlar... Sadece evde olmakmış. Birlikte yemek pişirmek, birlikte vakit geçirmek, Monopoly oynamak... O anlar geçirdiğimiz en güzel anlardı. Salgın süresince o basit şeylere değer vermeyi daha çok öğrendik.
◊ Yoğun çalışıyorsunuz. Muazzam bir kariyeriniz var. Bir tarafta sizi bekleyen setler ve uzun çalışma saatleri diğer tarafta evde annelerini bekleyen iki kız çocuğu. Nasıl dengeliyorsunuz bu iki önemli rolü?
- Hayattaki en büyük arayışım ne biliyor musun... Denge! Birçok insan özellikle çalışan anneler bu dediğimle ilişki kurabilir çünkü bir yandan çocuklarınızla olabildiğince çok şey paylaşmak istiyorsunuz ama aynı zamanda emek vermeniz gereken bir kariyeriniz de var. Sete gitmeniz gerekiyor, çünkü insanlar seni bekliyor. “Wonder Woman”ın çekimleri 8 ay sürdü. Yorucu, uzun ve zahmetli bir çekim süreciydi. Bazı anlar var ki... Bir sabah kızım okul konserini dinlemem için onunla okuluna gitmemi istedi, “Diğer anneler gibi önce okula gelip sonra işe gidemez misin?” dedi.
◊ Prenses Diana hakkında çekilecek yeni filmde (Spencer) başroldesiniz. Nasıl gidiyor Diana rolü için hazırlıklarınız?
- Her şeyden önce “The Crown”a takıntılı bir izleyici olduğumu söylemek istiyorum. Çok zekice yapılmış bir dizi.
Hazırlıklarım ne aşamada... Diana’nın röportajları ile yatıp kalkıyorum. Sesi sürekli kafamda çınlıyor. Onu içsel olarak hissedip taklit etmeden tüketiyorum. Diana’yı tanımak istiyorum, Diana’yı hissetmek istiyorum. Onun sadece fiziksel özelliklerini yansıtmak istemiyorum. O yüzden hazırlığım öncelikle duygusal yönlerle başladı. Zaten yönetmenimiz Pablo Larrain elindeki materyallerle oyuncuları eğitmekle ilgilenmeyen bir yönetmen. Pablo gerçek bir şiirsel kaşif. Onunla rüya gibi bir yolculuğa çıkmak için sabırsızlanıyorum.
◊ Filmle ilgili neler paylaşabilirsiniz?
- Film, Diana’nın hayatındaki üç önemli güne odaklanıyor. Başka ayrıntı yok. Yeni bir bilgi yok. Film, Diana’nın hayatındaki üç günlük bir dönemin hayal edilmesi gibi. Belki de her şeyin onun için en ağır hale geldiği dönem. Ve bu gerçekten içsel bir deneyim. Belki de bu yüzden kendimi Diana’ya olabildiğince açmaya çalışıyorum.
◊ Diana rolünü sizin oynamanız, sosyal medya üzerinde tartışmaları da beraberinde getirdi. İnsanların dedikleri sizi etkiliyor mu?
- Ben de onlar gibi hissediyorum. Yapıp yapamayacağıma karar vermeye çalışıyorum. (Gülüyor) Temelde anlıyorum aslında onları. Bir karakter yaratırken gerçekten o kişiyi anlamaya, vücuduna girmeye çalışıyorsun. Sadece kostüm giyip ya da peruk takıp karaktere girmiyorsun. Oynadığın kişi oluyorsun. Söylenenleri ciddiye almamak önemli ama Kristen olarak bakınca bile “Tanrım, oldukça önemli bir mesele, bunu mahvetmek istemiyorum!” diyorum. Sanırım bu tür gerilimleri ve dayatılan baskıları hafifleten tek şey, elimden gelenin en iyisini yapmak ve kendimi işime adamak. Sahip olduğum her şeyle rolüme bağlı olduğumu taahhüt edebilirim. Bunun ötesinde söyleyebileceğim başka bir şey yok.
Amy Adams◊ Bugüne dek birbirinden çok farklı karakterleri canlandırdınız. Sette oynadığınız zor rolleri izlerken biz de yaşıyoruz. Sorum şu, ağır rollerden sonra etkisinden kurtulmak için uyguladığınız bir rutin var mı?
- Kural koymayı deniyorum. Komik, çünkü “Hillbilly Elegy” filmi gelmeden önce çok daha hafif bir rol oynama niyetindeydim. Komedi yapmak istiyordum mesela. “Toksik olmayan, hasarsız bir karakter bulamaz mıyım?” derken bu proje geldi. Ron (Howard) ile konuştum, kitabı okudum. Sonra “Sanırım karanlık bir yere geri gidiyoruz” dedim. Bu tür karakterler tabii ki zor oluyor. Kendimce koymaya çalıştığım kurallarım var. Mesela ara vermek. Bende iki farklı mod var. Birincisi çalışırken gerçekten işe odaklanmak, diğeri ise çalışmıyorsam kapatma tuşuma basmak. Eşim de “Ya açıksın ya da kapalısın” der. Yani hiçbir şey yapmamakta çok iyiyimdir. Bunun faydalı olduğunu düşünüyorum, çünkü gerçekten fişi çekebiliyorum.
◊ Nasıl çekiyorsunuz o fişi? Bir örnek verebilir misiniz?- Mesela telefonunu kaybeden ama bulmak için kılını kıpırdatmayan birini düşün. Ben o kişiyim. “Tamam işte, evren bana fişi çekme zamanı geldiğini söylüyor, bu bir işaret” derim ve kendimi kapatırım.
ANNE OLMAK DAHA ÖNEMLİANNE OLMAK DAHA ÖNEMLİ◊ Eşiniz Darren Le Gallo’dan bahsettiniz biraz önce. Sizin gibi büyük kariyere sahip biriyle evli olmak nasıl, anlatır mısınız biraz?
- Kızım ve kocamla yarattığım ailem, benim köküm. Beni ayakta tutan, bana amaç veren şey. Onlar her gün kalkıp işe gitmemin nedeni. Her zaman koşulsuz yanımda olanlar. Onlarsız bir şey yapmanın çok zor olacağını düşünüyorum. Çünkü bana güvende olduğumu hissettiren de onlar. Kendime meydan okuma sebeplerim de onlar, çünkü kendimi zorlamamı sağlıyorlar. Eğer başarısız olursam, yanımda olacaklarını biliyorum. Bu yüzden her şeyi onlarla denemek çok rahatlatıcı.◊ “Ailem benim köküm, beni ayakta tutan şey” diyorsunuz. Anne olmak, profesyonel iş hayatınızı nasıl etkiledi?- Anne olmak oyuncu olmaktan daha önemli bence. Yaptığım işi seviyorum ve böyle bir işe sahip olduğum için minnettarım. Ama işimi kızım için bir an bile düşünmeden bırakabilirim.PANDEMİDE AİLEM VE SEVDİKLERİM HAYATIMIN ODAK NOKTASI OLDU
◊ Covid döneminin size etkileri ne yönde oldu?
- Şahsen bu dönemde çok fazla uykusuzluk yaşadım. Eşim haberleri izlememem gerektiğini söylüyor ama haberleri takip etmeden yapamıyorum. İzlediğim her türlü olumsuzluğa rağmen umutluyum. Pandemi sonrası hayatımızı gerçekten merak ediyorum. Covid’le birlikte benim hayatım oldukça küçüldü. Aileme daha çok odaklandım. İnsanlarla daha önce hiç yapmadığım kadar iletişim kurmaya çalışıyorum. Kız kardeşlerimle, erkek kardeşlerimle, yakın arkadaşlarımla ilişkimin güçlendiğini hissediyorum. Ailem ve sevdiklerim hayatımın odak noktası haline geldi. Umarım böyle de kalır.◊ Bu dönemde fiziksel olarak daha iyi olabilmek için neler yaptınız?- Sağlıklı yaşam konusunda daha iyi olmalıyım. Üzerinde çalışmam gereken konulardan biri uyku. Korkunç bir uyku rutinim var. Televizyon izlerken kanepede uyurum. Üzerinde zaman harcayıp öğrenmem gereken bir şey uyku rutini.◊ Neredesiniz şu anda?- Los Angeles’ta prodüksiyon ofisimdeyim. Marttan beri ilk defa ofise geldim.◊ “Hillbilly Elegy” gerçek bir hikaye. Sizin oyunculuğunuz da, Glenn Close’un performansı da çok beğenildi. Sarhoşu oynamak için içki içmeye, bağımlıyı oynamak için uyuşturucu kullanmaya gerek yok. Siz “hasarlı rollerin kraliçesi” olarak bağımlı bir anneyi portrelerken nelere dikkat ettiniz?-Bu filmde bağımlılığın sonuç olarak görülmemesinden emin olmak istiyorum. Mantıklı geliyor mu söylediğim? Bağımlılığın kendisinden çok, neden olan ve körükleyen derin sorunlara dalmalıydım önce. Kendinden şüphe duyması, hayal kırıklığı, sorunlarından kaçmak için kendi kendine ilaç alması... Sonuçtan önce sebeplere gidip karakteri yarattım. Ve benim için rollerde önemli olan bir diğer şey de karaktere empatiyle yaklaşmak.◊ Gerçek ‘Bev’ ile tanıştınız mı?- Tanıştım. Cesareti, benimle tanışma ve konuşma isteği beni çok etkiledi. Çünkü hayatının bir bölümünü anlatıyoruz. Yüzleşmek onun için zor olmalı. Hayatın diğer tarafına geçmeyi başarmış ama hâlâ uğraşıyor.‘PENCEREDEKİ KADIN’DAGİZEM İÇİNDE GİZEM VAR◊ Diğer filminiz “Woman in the Window”un (Penceredeki Kadın) vizyon tarihi pandemi nedeniyle ertelendi...- Evet
.◊ Filmden bahseder misiniz?
◊ Neredesiniz şu anda?
- Berkshires’deyim. Boston’da, Adam McKay’ın “Don’t Look Up” filminin çekimlerindeyim.
◊ Sağlıklı ego ile narsistlik, kendini beğenmişlik arasında ince bir çizgi var. Filmde sizin canlandırdığınız Dee Dee ile James Corden’in karakterinde bu ince çizgiyi görüyoruz. Sizin bu iki terimle ilişkinizi sorarak başlamak istiyorum. Çünkü “Büyük oyuncuların büyük egoları olur” derler...
- Şov dünyasında tanıdığım insanların çoğu yüksek egolu hatta narsist gibi görünebilir. Aslında o tavırların hepsi devasa bir güvensizliğin örtüsüdür. Birçok aktörün “Aslında çok utangaç biriyim” dediğini duymuşsundur. Yalan söylemiyorlar. Sahne onlara hayatta yapamadıkları şeyleri yapabilme fırsatı veriyor.
◊ Dee Dee’yi oynamak nasıldı?
- Büyük bir narsisti oynamak çok eğlenceliydi. Son yıllarda Amerikan siyasi hayatına bakarsanız, narsisizm konusunda çok iyi bir örnek olduğunu görürsünüz! (Gülüyor) İlham almak için uzaklara gitmeme gerek yoktu. Hiç zor değildi. Narsistlerle dalga geçmek kolaydır. Kendileri hakkında abartılı hisleri olan bu insanlar şeffaf ve komiktirler. Dee Dee bir tür diva. Keşke ben de odaya adım attığımda varlığımı hissettirebilsem onun gibi. Maalesef öyle bir özelliğim yok. (Gülüyor)
◊ Siz de sinemanın divasısınız!
- Kendimi çalışan bir oyuncudan başka bir şey olarak hiç düşünmedim.
◊ Koronavirüsle başlayalım. Salgın başladığında İrlanda’da film çekimindeydiniz. Diğer yapımlar gibi sizin setiniz de durduruldu. Neler yaptınız o dönemde?
- Açıkçası bir salgına minnettar olmam mümkün değil ama yarattığı araya minnettar olabilirim. İlk filmimi yaptığımdan beri aralıksız çalışıyorum. Tamam, çalışmak harika. Çalışırken kapalı bir kutuyu deneyimlerle doldurdum. Ama neler yaşadığımı ya da neler öğrendiklerimi gerçekten düşünmek için zamanım olmadı.
Karantinanın ilk iki haftası biraz dokunaklıydı, çünkü o kapalı kutuyu açıp içindeki her şeyle yüzleşmem gerekiyordu. Aralıksız çalışmanın bana kattığı gelişmeler için minnettarım. Öğrendiklerimi karantinada özümseme fırsatı bulduğum için minnettarım. Galiba bu dönemin bana kattığı en önemli şey, kendime karşı nazik olmayı öğrenmek ki bunun bir ders olduğunu düşünüyorum.
◊ Sağlığınız için nelere dikkat ediyorsunuz?
- Vitamin filan almıyorum. Muhtemelen almalıyım. Sağlıklı olmayı öğreniyorum. Yogaya başladım. Güne dans ederek başlıyorum. Dans güne enerji getiriyor. Sağlıklı bir vücuda sahip olmak ayrıcalık, o yüzden vücudumu çalışır bir halde hareketli tutmaya çalışıyorum.
ARKADAŞIM YOK
◊ 2020 gerçekten zorlu bir yıl oldu. Kış aylarının gelmesiyle koronavirüs vakalarında yeniden hızlı bir artış başladı. Bu garip dönemde ruh ve vücut sağlığınızı korumak için neler yapıyorsunuz?
Goldie Hawn: Biz birçok kişiye göre çok daha kolay geçiriyoruz bu dönemi. Çok katlı bir apartman dairesinde yaşamıyoruz. O nedenle bazı yönlerden oldukça rahatız. Gayet iyi idare ettiğimizi söyleyebilirim. Ama içinde bulunduğumuz duruma bakınca gerçekten üzülüyorum. Bazen etrafıma bakınıyorum, “Aman Tanrım herkes maske takıyor, şu anda içinde yaşadığımız dünya gerçek dışı” diyorum.Vücut sağlığımızı korumak ve sağlıklı kalmak için yapmamız gereken her şeyi yapıyoruz. Ama asıl önemli olan sağlıklı bir zihin, çünkü hepimizi merkezimizden uzaklaştıran asıl yer zihin. Ortada dolaşan bir endişe var. Endişe korkuyu getiriyor, korku öfkeye sebep oluyor. Kafamızda uçuşan birçok duygu var ve insanlar bu duyguların üstesinden gelemiyor, bu duygularla başa çıkamıyor. Her şeyin yanı sıra bir de okul sorunu var. Ama her şey bitecek. Böyle kalmayacak.
◊ Endişe, korku, öfke gibi duygularla başa çıkamayanlara neler tavsiye edersiniz?
Goldie Hawn: Zihninizi olumlu şeylerle doldurmayı deneyin. Genelde hayatımızın olumsuz ve negatif alanları üzerinde düşünürüz değil mi? Beyin bundan hoşlanır. Beyin negatifi sever. Beyinde negatif önyargı vardır. Bizim istediğimiz, bu duruma karşı gelmeye çalışmak. Bu demek oluyor ki sizi gerçekten iyi hissettiren şeyler neler, önce bunları bulmalısınız. Bazen müzik, bazen çocuklarınızı kucaklamak, bazen yürüyüşe çıkmak, bazen doğada olmak, bazen eğlenceli film izlemek, bazen şiir okumak... Beynini neyle beslersen, aslında onu ortaya çıkarıyorsun.
Sürekli olumsuzlukları düşünmek daha fazla sorun, daha fazla endişe ve daha fazla korku yaratıyor. Bu basit kuralları bilmek zorundayız, çünkü karar verebilen bir beynimiz var. “Bunu yapmayacağım” deyince dinleyen bir beynimiz var. Kendimize yardım etmek için neler yapabileceğimizi anlamanın yolunu bulup önce kendimize sonra etrafımızdaki insanlara olabildiğince ışık tutmalıyız.
ÇOCUKLARIMIZIN ARTIK KENDİ AİLELERİ VAR
◊
◊ Yaşadıklarınızı anlatan “The Loudest Voice” dizisini ve “Skandal” filmini izledik. Öncelikle şunu sormak istiyorum; sahip olduğunuz dayanma gücü ve cesaret nereden geliyor?
- Kredinin bir parçasını yetiştirilme tarzıma vermeliyim. Ailem her zaman dik durmayı öğretti bana. Daha anaokulundayken yanlış gruba yerleştirildiğim için kendimi savunduğumu biliyorum. Beni okuma bilmeyen çocukların grubuna koymuşlardı ama ben okumayı biliyordum. Israrcı bir çocuktum, o gün üç kez öğretmenin masasına gittim. Her seferinde beni geri gönderdi, “Yerine otur” dedi. Eve koştum, anneme anlattım. Okulu aradı, ertesi gün doğru gruptaydım. Bence etkili bir hikaye, çünkü eğer yanlış grupta kalsaydım eğitim hayatım farklı yöne kayabilirdi.
◊ Temmuz 2016’da dünyanın en güçlü adamlarından birini cinsel taciz suçlamasıyla dava ettiniz. Bunu yapmak kolay mıydı?
- Zirveye ulaşmak için 25 yıl kendimi çalışmaktan öldürdüğüm bir kariyerin benden alınacağını ve bunun benim seçimim olmayacağını anladığımda başka şansım yoktu...
İMZALADIĞIM GİZLİLİK ANLAŞMASI NEDENİYLE HÂLÂ KONUŞAMIYORUM
◊ Roger Ailes yargılanmadan öldü. Öfkeli misiniz?
◊ Merhaba, şu an neredesiniz?
- Los Angeles’tayım. Burası evimdeki kayıt stüdyom ve sinema odam. 9 aydır evimden neredeyse hiç çıkmadım.
◊ Koronavirüs nedeniyle büyük konserler askıya alındı...
- Çok dürüstçe bir şey söyleyeceğim. Bu yıl çıkacağımız turneyi iptal etmem gerektiğini söylediklerinde yaşadığım anksiyete seviyesini anlatamam. Depresyona girdim! Enrique Iglesias ile birlikte Amerika ve Kanada’yı kapsayan 62 konserlik bir turneye çıkacaktık. Belirsizlik çok sinir bozucuydu. Salgının bugüne kadar devam edeceği hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.
Şimdi ise tüm dünya kendini güvende hissedene kadar hiçbir planım yok. Yalnız canlı konserler gibi kültürel etkinlikler mutlaka korunmalı ve devam etmeli. Bir şekilde geri döneceğiz bu etkinliklere ama ne zaman... 12 yaşımdan beri canlı performans sergiliyorum. Konserlerde önümdeki kalabalık nedeniyle yaşadığım adrenalini bir daha hissetmeme fikri bile depresyona sokuyor...
◊ Covid-19 salgınında siz de yardım projelerinde aktif şekilde yer aldınız.
- Salgını duyduğumda hemen süper kahraman pelerinimi giyip dünyayı kurtarmak istedim! Bu mümkün olmadığı için Porto Riko ve Dominik Cumhuriyeti’nde 50’den fazla hastaneye ekipman yolladım. Yardım vakfımı kurma amacım insan kaçakçılığıyla mücadele etmekti. Temel misyonum çocuk hakları ve insan kaçakçılığı ile savaşmak. 10 yıldır bu konularda çok çalıştım. Pandemiyle birlikte alan değiştirip bu krize ve salgına odaklandık.
◊ Şu anda neredesiniz?
Edoardo Ponti: İsviçre-Cenevre’deyiz...
◊ Anneniz orada yaşıyor değil mi?
Edoardo Ponti: Evet.
◊ Sophia Loren, Cenevre’de günlük hayatınız nasıl geçiyor?
Sophia Loren: Cenevre’deki hayatım çok sessiz. Çok fazla dışarı çıkmıyorum. Dışarıda olmaktan hoşlanmıyorum. Çünkü bu artık özgür hissettirmiyor. Evde vakit geçirmeyi seviyorum. Kitaplarımı seviyorum, hayatımı özel tutmayı seviyorum. Kesinlikle çok basit bir hayatım var. Zaten bugünlerde dışarı çıkıp çıkamayacağımızı, nereye gidebileceğimizi bile bilmiyoruz.
◊ Dizi için yaptığınız araştırmalarda kraliyet ailesi hakkında sizi en çok hayran bırakan ve en çok üzen şeyler nelerdi?
Emma Corrin: Görevlerine bağlı olmalarına hayranlık duydum. Dizinin büyük bir bölümü insanların kendilerine verilen güçle neler yapamadıklarıyla ilgili. Bu figürlerin elinde çok fazla güç olsa da kullanamıyorlar. Sık sık bunun ne kadar etkileyici bir şey olduğunu düşünüyorum.
◊ Peki sizi en üzen şey?
- Sanırım yalnızlık... İnanılmaz derecede yalnızlar...
◊ Prenses Diana herkesin sevgisini kazanabilecek hangi niteliklere sahipti?
- İnsanlarla kendine özgü bir yolla bağlantı kurabilen, onlara koşulsuz şekilde değer verdiğini gösterebilen ve karşılıksız seven biriydi... İnsanlar Diana’yla tanışınca, onun kendilerini sanki tanıdığını hissediyordu.
Kalabalığın içinde biri ona çiçek verdiğinde elini sıkıp gözlerinin içine bakardı. Tavırlarıyla o anda seni dünyadaki tek kişi gibi hissettirirdi. Aldatıcı bir şekilde değil ama. Gerçekten şefkatli bir insandı. Sanırım bu yüzden ona “halkın prensesi” diyorlardı. Çünkü o insanları seviyordu.
◊
◊ Sinema hakkında genel bir soruyla başlamak istiyorum, devam eden pandeminin sinemaya etkileriyle... Sizce sinema eski haline dönecek mi, yoksa dönülmez değişiklikler mi bizi bekliyor?
- Şu anda hiçbir fikrim yok. Pandemide 8 ay sonra bile bu konumda olacağımızı tahmin ettik mi, hayır. Bu konuda her şeyi öngörebilmeye çalışmaktan vazgeçtim. Ne olacaksa olacak. Ben de olanlara uyum sağlayıp elimizde var olanla ilerlemeye çalışacağım.
Sinemaya gitme arzum hâlâ duruyor. Hele film festivallerine olan sevgim... Ne yazık ki şimdi insan kalabalığının olduğu ortamlar imkansız bir rüya gibi... Ama ne olursa olsun hikayeler anlatılmaya devam edecek. Tarih boyunca insanlar hikayelerini anlatmanın bir yolunu bulup ortaya çıkardı ve o hikayelerle etki yarattı. İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz ortamda dijital platformlardan yapımları izlemekten mutluyum. Şimdilik hikayeleri izleme yolum bu.
Ama “Tenet”i izlemek için sinemaya gittim. Biletimi aldım, maskemi taktım, sosyal mesafe kurallarına uyarak filmi izledim ve çok mutlu oldum.
◊ Muazzam başarılı bir oyuncusunuz. Ulaşamadığınız bir başarı yok gibi. Hâlâ gerçekleştiremediğiniz tutkularınız, istekleriniz, hayalleriniz var mı?
- Benim hayalim hep derinlere inmek ve tüm kalbimi vererek duygusal, görsel ya da sesle hikayeler anlatmak oldu. Başka bir oyuncuyla çalışırken onların kalbini açtığını ve derinlere indiğini gördüğümde yanlarına gidip sarılıyorum ve teşekkür ediyorum. Çünkü sette kendini açıp karaktere verebilmek için neler gerektiğini biliyorum. Daha küçük bir oyuncuyken bile böyleydim.
◊ Filme nasıl dahil oldunuz ve neden bu filmi yapmak istediniz?
- Yönetmenimiz Julie Taymor aradı ve Gloria Steinem’in “My Life on The Road” kitabının adaptasyonunu yapacağını söyledi. Gloria Steinem benim ve dünyadaki birçok kadının kahramanı. Filmi yapmamın birinci sebebi bu. Diğer sebebi ise oyuncu kadromuz. Alicia Vikander, Bette Midler, Janelle Monae... Harika oyuncular ve harika insanlarla çalıştım. Film Gloria’nın geçmişini anlatıyor ama aynı zamanda kadın hareketinin tarihi hakkında.
◊ Siz sosyal konularda aktif bir oyuncusunuz zaten. Filmi yapmak sizi nasıl etkiledi peki?
- Bu filmi yapmanın en iyi yanı, Gloria Steinem hakkında daha çok şey öğrenmek oldu. Kitaplarını, konuşmalarını her şeyi araştırdım. Ne kadar düşünceli olduğunu, insanlar arasında fikir birliğini nasıl kurduğunu, şaşırtıcı derecede iyi bir dinleyici olduğunu film sayesinde öğrendim. Çok komik ve harika bir mizah anlayışı var. Aynı zamanda olaylara geniş bakış açısıyla yaklaşıyor. İlerlediğimizi ve ilerlemeye devam edeceğimizi önemle vurguluyor. Tutarlı baskı uygulamak, her zaman ileriye bakmak, her şey karanlık ve korkunç görünse bile mutlaka bir çıkış yolu olduğunu bilmek bu filmin bana kazandırdıkları arasında.
◊ İki çocuğunuz var, onları yetiştirirken “cinsiyetçilik” kavramını nasıl açıklıyorsunuz? Eşinizin bu konulardaki düşünceleri ne yönde?
- Bu sabah Ruth Bader Ginsburg (Eylül ayında ölen ABD’li yüksek mahkeme yargıcı ve kadın hakları savunucusu) hakkında bir yazı okuyordum. Kocası Marty (Martin Ginsburg) olmadan yaşadığı hayata ve kariyere sahip olamayacağını söylüyordu. Kadın hakları için savaşan bir kadın bunları söylemiş...
Kızımı sadece kızların gittiği bir okula gönderdim. Liseden yeni mezun oldu. Okuluna konuşma yapmak için gitmiştim. Erkek egemen mesleklerde çalışan kadınların hayattan beklentilerinin ne olması gerektiği konusunda konuştum. Konuşmamda, “Aile ve kariyere birlikte sahip olma beklentiniz varsa, bunu ancak sizinle aynı şeylere inanan partnerle başarabilirsiniz” dedim. Böyle bir hayat arkadaşları yoksa, büyük olasılıkla ikisine (aile ve kariyer) birden sahip olamayacaklarını söyledim. Çünkü ortak paydaya sahip olmak bir ihtiyaç. Çocuklar için de aynı durum söz konusu. Aynı konulara inanan ebeveynler olmalı...
Bu şekilde olması gerektiğini düşünen kadın nesli yetiştirmek yetmez, böyle düşünen erkek nesli de yetiştirmeliyiz. Bizim evimizde bu konuda inanılmaz adımlar attığımızı düşünüyorum. Kesinlikle eşimle eşit olduğumuz bir evliliğimiz var. İkimiz de çocuklarımıza ebeveynlik yapıyoruz. İkimizin de kariyeri var, ikimiz de para kazanıp evimize ve topluma katkıda bulunuyoruz.
◊ Öncelikle neredesiniz?
- Los Angeles-Hollywood Hills’teyim.
◊ Pandemi, Kaliforniya yangınları, protestolar, seçim kargaşası... Siz nasıl görüyorsunuz dünyamızı? İyimser bir yapınız mı var, yoksa gelecek için karamsar mısınız?
- İyimserim... Genel olarak hayatta kötü senaryolara eğilimim var. Daha kişisel konularda yani. Kendi olumsuz inançlarım yüzünden. Hayatın daha büyük ve genel resmine gelirsem; iyimserim. Gerçi hangi senaryodan bahsettiğimize bağlı. Pandemi konusunda iyimserim. Yangınlar konusunda iyimser değilim. Çevresel konularda çok endişeliyim. Şu anda çok şey oluyor. Hepsi geçecek. Her şeyin bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Irk eşitsizliği mesela. Black Lives Matter protestoları... Gelecekte çok daha olumlu şeylere yol açacağını umuyorum.
HEPİMİZ AYNI GEMİDEYİZ
◊ Darren Star ile “Emily in Paris” için ilk buluşmanızı hatırlıyor musunuz?
- Darren’ı ilk kez 7-8 yıl önce, ev sahipliği yaptığı bir etkinlikte görmüştüm. Annemle gitmiştik. Ona yaklaşamayacak kadar gergindim ama istem dışı parmağımla onu işaret ederek “Aman Allah’ım Darren Star, Darren Star!” dedim. Annem “Git konuş” diye ısrar etti ama cesaret edemedim. Yıllar sonra “Emily in Paris” için bir araya geldik. İlk buluşma tanışma amaçlıydı.
◊ Yine de ilk buluşmanızda dizi hakkında bir şeyler biliyordunuz, değil mi?
- Evet. Pilot bölümü okumuştum. Okuduğum kadarıyla Emily ile benzer birçok yönümüz olduğunu biliyordum. Buluştuğumuzda Emily hakkında sohbet ettik. İş hayatımızdaki benzerliklerimiz, hayata karşı “git ve istediğini başar” bakış açımız... Pozitif, coşkulu, etrafına ışık saçan bir kişilik olması gibi özelliklerini konuştuk.
◊ İlk buluşmadan sonra ne oldu?
- 3-4 hafta sonra okumalara çağırdılar. Okumalara çağrılan ilk oyuncu bendim. O gün okumaları yaptım ve doğruca havaalanına gittim. Başka bir filmin çekimleri için Alabama’ya uçtum. Alabama’da 30’uncu doğum günümü kutlarken telefon geldi ve Emily olmamı istediler. Bir tür şaka olduğunu düşündüm doğum günüme denk gelince...
◊ “Filthy Rich”in başrolündesiniz, aynı zamanda dizinin yapımcılığını da üstleniyorsunuz değil mi?
- Evet. Aslında yapımcılık benim rüyamdı. Daha önce iki projenin daha yapımcılığını yapmıştım ama yaratıcımız Tate Taylor (“The Help” ve “The Girl on the Train”in yönetmeni) gibi harika filmler yapan birinden yeni şeyler öğrenmek istedim. Filmlerde oynamaya devam edeceğim ama aynı zamanda yapımcılık da yapmak istiyorum. Oynama şansımın olmadığı filmlerde yapımcı olarak sesimi duyurmak arzusundayım. Kendi yaşımdaki (64) kadınlar için filmler yapmayı hedefliyorum. Anlatacak çok hikayemiz var ama bizim hikayelerimizi anlatacak yeterince kadın yapımcı yok. O yüzden işin diğer tarafından da sesimi duyurmak ve deneyim sahibi olmak istiyorum
.◊ Diziyi çektiğiniz şehir, hikayeyi ne kadar etkiledi?
- New Orleans, bu işe “evet” dememin nedenlerinden biriydi. Orada bir hafta sonundan daha fazla zaman geçirememiştim. Beni büyüleyen bir şehir. Tate’in diziyi New Orleans’ta çekmesi akıllıcaydı, çünkü güneyin sıcağını ve müziğini iyi bilen bir adam. Başka bir yerde olsaydı dizi aynı olmazdı. Şehrin atmosferi hikayeye çok şey ekledi. O yüzden mükemmel bir şehir seçimi oldu.
KARAKTERİMİN GİZEMLİOLMASINI İSTEDİM
Kötüyü oynamak çok eğlenceliydi
Televizyon tarihinin en çok ses getiren yapımlarından “Game of Thrones”ta canlandırdığı ‘Sansa Stark’ rolüyle adını duyuran Sophie Turner, şimdi de “X Men: Dark Phoenix” filmiyle karşımızda. Turner ve başroldeki partneri Michael Fassbender, 5 Haziran’da gösterime giren filme dair merak edilenleri Los Angeles’ta Barbaros Tapan’a anlattı.
◊ Henüz 22 yaşında olmanıza rağmen “Game of Thrones” ve “X Men” gibi dev yapımlarda yer aldınız. Çok genç yaşta tüm dünyada büyük ses getiren yapımlarda oynamak, sonraki projeleriniz için endişe etmenize neden oluyor mu?
Sophie Turner: Hayır, olmuyor. Benim tek istediğim; sevdiğim, beni etkileyen karakterlere can vermek. Yoksa 5-10 yıllık kariyer planları yapmıyorum.
◊ Televizyon tarihinin en çok ses getiren yapımlarından birinde 8 sezon boyunca rol almak, dünyanın en iyi oyunculuk okulundan mezun olmak gibi olsa gerek...
- Evet, “Game of Thrones” (GOT) dünya üzerinde gidebileceğim en iyi oyunculuk okulu oldu diyebilirim. Bildiğim her şeyi orada öğrendim. “GOT”u bitirip “X Men”e başlayınca da bir okuldan çıkıp diğerine girmiş gibi hissettim.
◊ “GOT” herkesi şoke eden bir finalle sona erdi. Gerçi ben finali beğenenlerdenim ama seyircilerin büyük bölümü yeniden çekilmesini istiyor. Size sormak istediğim ise diziyle ilgili en çok neleri özlediğiniz...
- Sansa Stark olmayı özlüyorum. Arya, John Snow ve diğer karakterler ile etkileşimimi özlüyorum. Sette sahne sıramızı beklerken, Kit Harington’un kostümü hakkında şikayet etmesini ise özlemiyorum!
“GOT”UN SON SEZONUNU 11 AYDA ÇEKTİK
◊ Televizyonda oyunculuk yapmak ile sinema oyunculuğu arasındaki fark hep tartışılır. Siz genç yaşta iki deneyimi de yaşayan bir oyuncu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz ikisi arasındaki farkı?
- Ben pek bir fark göremedim. “GOT” çok büyük bütçeli bir prodüksiyondu. İhtişamlı bir yapımdı. O yüzden sinemadan farklı değildi. Bu fark eskiden varmış ama artık televizyonun standartları da oldukça yüksek. “GOT”un son sezonunu 11 ayda çektik mesela. Sinema filmi çekmekten farkı yoktu. Günümüzde aradaki farkın kapandığını düşünüyorum.
◊ Hiç tanımadığınız biriyle tanıştığınızda, “GOT” izleyip izlemediğini anında anlar mısınız?
- Hemen anlarım. Gözlerindeki bakıştan anında ele veriyorlar kendilerini.
İZLEYİCİ SİNEMADAN ŞOKE OLMUŞ ŞEKİLDE AYRILACAK
◊ Gelelim “X Men”e. Serinin son filmi “Dark Phoenix”te seyirciyi neler bekliyor?
- Daha önce izledikleri tüm “X Men” filmlerinden daha farklı bir yapım bu. Daha karakter odaklı, ayakları daha çok yere basan, duygusal bir film. İzleyiciler sinemadan şoke olmuş şekilde ayrılacaklar.
◊ Artık kadın süper kahramanlar, bu türün vazgeçilmez bir parçası haline geldi değil mi?
- Zaten hikayeyi okurken en çok hoşuma giden şey, hem ana kahramanın hem de ona karşı çıkanların kadın karakterler olmasıydı. İki tarafta da kadınların yer aldığı konsept çok hoşuma gitti. Geçmişte kadınlar sadece eş, kız arkadaş, sekreter gibi tek boyutlu karakterlerden ibaretti. Şimdiki kadın karakterlerin hikayeleri çok katmanlı. “Dark Phoenix” kadının kusursuz tanımlandığı bir film değil ama. Hatalar yapan bir kadın var önümüzde.
ARTIK GENÇLER SAHİP OLDUKLARIYLA MUTLU DEĞİL
◊ Instagram’da büyük bir takipçi kitleniz var. 13.5 milyon kişi takip ediyor sizi. Her 1 milyon takipçide kutlama yaptınız mı?
- Hayır.
◊ Siz sosyal medya ile büyüyen jenerasyondansınız. Sizce nedir artıları ve eksileri?
- Sosyal medyanın hem pozitif hem de negatif yönleri olduğunu düşünüyorum. Benim oyuncu olarak en sevdiğim yönü; açıklama getirmek istediğim konuları anında açıklığa kavuşturma şansına sahip olabilmem. Fanlarımla direkt etkileşim kurabilmem. Sosyal konulardaki düşüncelerimi, hislerimi kendi platformumda söyleyebilmem. Onun dışında takip ettiğim birçok eğitici ve ilham verici sayfa var. Ama sosyal medyanın insan psikolojisini kolayca etkileyen tarafı da var.
◊ Ne gibi?
- Sanal dünya gerçek üstü bir yer. Oraya konulan birçok şey montajlı, photoshop’lu, elden geçirilmiş. O dünyadaki gerçek dışı hayatlar, birçok genci etkiliyor maalesef. Artık gençler sahip olduklarıyla mutlu değiller. Kendi hayatları, kendi vücutları onları tatmin etmiyor. Herkes sosyal medyada gördüğü ulaşılmaz hayatları ya da kusursuz vücutları elde etmek için uğraşıyor. Bu da psikolojik açıdan tehlikeli sonuçlar doğuruyor.
ROLÜM İÇİN ŞİZOFRENİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR YAPTIM
◊ Filmdeki performansınız hakkında güzel yorumlar okuyorum. Nasıl bir hazırlık dönemi geçirdiniz?
- Çoklu kişilik bozukluğu ve şizofreni üzerine derin araştırmalar yaptım. Birbirinden farklı iki karakteri oynadığım için oyuncu koçuyla çalışmak istedim. Jean’in duygusal tarafını gerçek hayatla bağdaştırıp en güzel şekilde yansıtabilmek için çekimlere başlamadan haftalar öncesinde hem oyuncu koçumla hem yönetmenimizle prova üstüne provalar yaptık.
◊ Filmde süper güçleri Jean’i Dark Phoenix’e dönüştürüyor. Sizce “şöhret” de bir süper güç sayılabilir mi?
- Olabilir. Doğru ve faydalı şekilde kullanırsan, güçlü etkileri olabilir şöhretin. Çünkü şöhret, söz hakkının olduğu büyük bir platform sağlıyor. Yardım faaliyetlerinde avantajlı hale getiriyor, sosyal konularda farkındalık yaratmana ortam sağlıyor. O yüzden süper güç olma potansiyeli yüksek. Diğer taraftan özel hayatın için de tam bir eksi. İnsanlar hayatına müdahale etme hakkını kendinde bulabiliyorlar mesela...
◊ Jean Grey’i mi canlandırmak daha eğlenceliydi, Phoenix’i mi?
- Kötüyü oynamak her zaman daha eğlenceli. Phoenix dünyadaki en güçlü, en tehlikeli kadındı ve onu oynamak çok hoşuma gitti. Diğer taraftan Jean’in karmaşıklığı, enteresan bir kadın olması da ilgimi çekti.
Michael Fassbender: Bu Sophie’nin filmi
◊ Jennifer Lawrence, Jessica Chastain, Sophie Turner, James McAvoy... “X Men: Dark Phoenix” iddialı bir oyuncu kadrosuna sahip. Nasıldı birbirinden yetenekli ve genç oyuncularla çalışmak?
Michael Fassbender: Beni en çok etkileyen kişi Sophie oldu. Filmde diğer tüm karakterler, onun karakteri Jean Grey etrafında dönüyor. “Dark Phoenix” onun filmi. Sophie de rolünün hakkını verdi. Çok iyi hazırlanmıştı. Bu tür filmleri çekmek uzun zaman alıyor. Her sahneyi tekrar tekrar çekmeniz gerekiyor. Sophie’nin duygusal açıdan derin sahneleri vardı, 15-20 tekrarda bile aynı duyguyu verip aynı şevkle çalışması beni çok etkiledi. İki karaktere birden can verip bir sahneyi neredeyse tüm gün çekmek inan hiç kolay değil. Ben iki ya da üçüncü tekrarda sızlanmaya başlıyorum mesela...
◊ Filmin afişinde “Her kahramanın karanlık bir tarafı vardır” yazıyor. Sizin karanlık taraflarınız var mı?
- Ben kendimi şanslı insanlar kategorisine koyuyorum. O yüzden şikayet etmek yerine hayatı dolu dolu yaşayan, oldukça rahat ve sakin bir yapım var. Oynadığım birçok karakter karanlık olduğu için mi bu soruyu sordun bilmiyorum ama gerçekte o karakterlerle alakam bile yok. Belki de komedyenler sahnede güldürüp gerçekte karanlık tarafı olan insanlardır. Ne dersin?
◊ Eşiniz Alicia Vikander’in sizden daha güçlü bir yapısı olduğunu söylemişsiniz...
- Gerçekten öyle. Kadınların dayanma gücü daha kuvvetli ve ağrı eşikleri daha yüksek. Alicia zorlu bir kadın. Onu yenmek zor. Özellikle spor yaparken vahşiliğini görmen lazım! Egzersizlere hücum ediyor resmen. The Sweat App diye bir aplikasyon vardı, şimdiki adı The Bikini Body App. Bir gün “Bikini vücudu diye bir aplikasyon var, duydun mu?” diye sordu. Tabii ki duymamıştım bikini vücudu aplikasyonunu! (Gülüyor) “Aplikasyondaki hareketleri birlikte yapalım” dedi. Kabul etmeseydim keşke... Zor hareketler. Alicia benden daha fazla tekrar yapıyor, daha az yoruluyor ve daha dayanıklı!
◊ Oyunculuğun yanı sıra bir başka tutkunuz da araba yarışları. Ferrari takımıyla le yarışlara katılıyorsunuz hatta. Hayranı olduğunuz bir yarışçı var mı?
- Benim kahramanım Michael Schumacher. 1988’de yarışları izlemeye başladım. Aslında ilk kahramanım Senna’ydı. Ama Schumacher’den sonra onun yerine kimseyi koyamadım.
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle