Boğaz’da kahvaltı

“İstanbul’da Boğaziçi’nde, bir fakir Orhan Veli’yim; Veli’nin oğluyum, tarifsiz kederler içinde. Urumelihisarı’na oturmuşum; oturmuş da bir türkü tutturmuşum” (İstanbul Türküsü, Orhan Veli Kanık)

Haberin Devamı

Boğaz’da kahvaltı

Boğaz’ın büyüsüne kapılmayanı tanımadım, bilmedim. Varsa eğer tanımak da bilmek de istemiyorum. Zira bu büyüyü anlayamamak, ruhun varlığını inkâr etmekle eşdeğer. ‘Yaşamak’ isimli şiirinde “Bin türlü mavi akar Boğaz’dan. Her şeyi unutabilmek maviler içinde” derken, kapıldığı Boğaz’ın büyüsüne nasıl da insani ve naif bir ruh haliyle bakmış Orhan Veli. Ümit Yaşar, ‘İstanbul dedim de seni hatırladım’ isimli şiirinde “Boğaz içinden bir vapur geçer, benim aklımdan senin gözlerin geçiyordu” demiş ve aşkın büyüsünü, Boğaz’ın büyüsüyle tarif etmiş, etkilenmemek mümkün mü? Bu minvalde hemhal olduk, Adnan Özer, Cebrail Okçu (Cebo) ve şimdilerde İstanbul’da yaşayan, Ankara’daki mahallemden arkadaşım Süreyya da vardı, yer seçimini de o yaptı. Seçtiği yer Boğaz’a nazır ‘Hisar Kahvesi’ydi. Aşiyan’ın birkaç adım yanı başında, Hisar’ın hemen bitişiğinde teraslanmış, her masası manzara, her nefes orman ve deniz havası, her bakış karşı kıyı ve Boğaz, olur mu itiraz? Olamazdı zaten, hem kahvaltıya, hem hasbıhale biçilmiş kaftandı.

EDEBİYAT’IN MUTFAĞI MUTFAĞIN EDEBİYATI

Uzun süredir edebiyatın mutfakla, mutfağın da edebiyatla ilişkisini işleyecek etkinlikler tasarlayan Adnan Özer’in manzara karşısında kabaran edebi iştahını bu konuyla birlikte masaya yatırırken beni de iştahlandırıyor, derin bir edebiyat sohbetine dalıyoruz. ‘Boğaziçi Mehtapları’ isimli kitabında ‘Terkibine su, mehtap, bülbül sesi ve saz karışan bir medeniyetti’ benzetmesiyle ‘Boğaziçi medeniyeti’ deyimini ilk kez kullanan ‘Abdülhak Şinasi Hisar’dan bir alıntıyla iyice derinleşiyor sohbet. Hemen az ilerdeki aşiyan mezarlığı sakinleri ‘Orhan Veli, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Edip Cansever ve Abidin Dino’yu da muhabbetin içine katarak, anıyor ve Boğaz’ın büyüsüne ayrı bir dem katıyoruz. Sohbetimiz de çayımız da dem almışken, Cebo’yla, Süreyya’nın kahvaltıya gömülüşünün farkına varmakta gecikiyoruz haliyle. Cebo’nun mis gibi tereyağı ve peynir kokan ‘kuymak’ın uzayan ‘kolot peyniri’ ile mücadelesini kaçırmadık. Eylül domatesi ile pişirilen menemenin anca sonuna yetişebildik. Onlar kahvaltıyla doyarken, biz edebiyatla aç kalmıştık. Şahane çay ve manzara yetmişti, ruhumuzu doyurmuştuk.

HİSAR PİDESİ

Vakit ikindiye yaklaşıyordu neredeyse, Adnan abiyle sohbet ve manzara, ruhumuzu doyurmuştu ama midemiz kazınıyordu. Hisar Kahvesi işletmecilerinden sevgili Bülent Özkan’ın, “Size Hisar pidesi yaptırayım” teklifi kulağa hoş gelmişti, kabul ettik. Pideyi beklerken sohbet yine vardı, eski İstanbul mutfağı ve edebiyatın ne kadar iç içe olduğu, aslında ayrılmaz bir birliktelik ve ahenk içinde yol aldığında hemfikir olduk. Mevlana’nın dergâhına katılanlarının mutfaktan başladığı dervişlik mertebesi ve mutfak terbiyesinin önemini konuştuk. Yemeğin erotizm (iştah) çağrıştırmasına kadar değindiğimiz iştahlandıran sohbetimiz pidenin kokusuyla son buldu. Cebo’yla, Süreyya’nın gazabına uğramak istemediğimizden olsa gerek, sıcaklığına bakmadan löp ettik pideyi. Neyse ki sıcak değildi, biraz soğutup getirmişlerdi. Hamur kıvamındaydı, peynir ve kavurması nefisti, bayıldık. Geleneksel yöntemle yapıldığı belliydi, ustası da maharetliydi, masaya davet ettik. Kelli felli bir pide ustası beklerken, gelen çıtı pıtı genç kızı görünce hepimiz şok olduk. Alkışı hakketmişti, alkışladık sevgili Kübra’yı, siz de gidin hem manzarayı, hem de Kübra’yı alkışlayacaksınız.

Boğaz’da kahvaltı

OBURCUK MUTFAKTA

İstanbul’a gitme sebeplerimden birisi de üzerinde çalıştığım yeni kitabımla ilgili yayınevim ‘Everest’ ile görüşmekti. Kitabımın içeriğinden bahsedince sevgili Vedat Bayrak hemen bir kitap verdi. Türk edebiyatının son üstadı Selim İleri’nin İstanbul’un çeşitli semtlerinde geçirdiği çocukluk günleri ve bu dönemlerinde şahit olduğu yemek pişirimleri, usüller, gelenekler ve anılar içeren kitabı ‘Oburcuk Mutfakta’. Bir gün evvelki sohbetimizde epeyce kulaklarını çınlatmıştık kitabın. Tesadüfün böylesi, iyi niyetin ve doğru adresin sonucu diye düşündüm. Menekşe şerbetinden, Çiroz’un hikâyesine, salçalı kebaptan, petrollü patatese kadar İstanbul’a ve kültürüne has tarifleri anılarıyla birlikte şahane anlatmış Selim İleri. Yemeğe, kültüre ve edebiyata düşkün herkesin kütüphanesinde mutlaka vardır, yoksa da bir an önce edinmeli. Edebiyatın mutfağı, mutfağın edebiyatına muhteşem bir örnek.

Yazarın Tüm Yazıları