Ben ne yapıyorum...

“Birçoğumuz gerçekten mecbur olduğumuz için değil, buna mecbur olduğumuza inandığımız için sınırlı hayatlar yaşıyoruz.” (Bruce H. Lipton)

Haberin Devamı

“Ben ne yapıyorum?” diye sorguladığınız anlarınız var mı bilmiyorum ancak bunu düşünmenin hepimizi ürküttüğünü biliyorum. Ürkmesek bile kaçamak sorularla sorguladığımız hayatımızdan memnun olmadığımız aşikâr. Kendimizi incitmeden, derine inmeden ve esas sorunu irdelemeyen türden bir sorgulama yöntemimiz var. Tomarla sorunumuz olduğunun da farkındayız ama fellik fellik kaçıyoruz. Ben artık kaçmıyorum; bazen çay demleyip kendimle sohbete oturuyorum.
“Selam... Nasıl gidiyor? Çok düşüncelisin... Deminden beri seni izliyorum; hüzünlü de değilsin, mutlu da. Aslına bakarsan yüzündeki ifadeyi takip edemedim. Bir an mutlu olduğunu anlatan ifadeyi görüyorum, hemen arkasından endişeli ifade yerleşiyor. Sonra hüzün geliyor, ardından gülümsüyorsun. Kendinle konuşuyor olabilir misin diye düşündüm ama dudakların oynamıyordu. Hoş dudakların oynamadan sessizce ve içinden konuşabilirsin ama ne bileyim?.. Bazen kendiyle sesli konuşmalı insan, duymalı düşündüklerini... Kendi düşündüklerini duymanın farklı bir duygusu var, biliyor musun? Acısı var biraz. Kendine yakıştıramadığın şeyleri duyarken boğazın düğümleniyor, yutkunmakta zorlanıyorsun... Asla kabul etmediğin kendi yanlışlarının her biri ağzından çıkıp kulağına girdiğinde titreme geliyor, sonra da sarsılıyorsun. Yüzün kızarıyor, gerçek ve samimi duygudan kaçamıyorsun. Düşüncelerini içinden geçirme bence, kısır döngüye sokuyor. Kendi içinde duyup kendi içinde harcıyor ve üzerini örtüyorsun. Orada öylece kala kalıyor. Korkudan yıllarca eşelemiyorsun. Haliyle kabuk bağlıyor, sertleşiyor. Seni rahatsız ettiğinde sebebini unutmuş oluyorsun. Ve yanlış bir duyguyu doğru gibi yaşamaya devam ediyorsun. Muhtemelen ömür boyu çözemeyeceğin mutsuzluğunun sebebinin; kendi içinde görmezden gelerek gömmüş olduğun sorununun da farkında olamayacaksın. Bu kendine haksızlık değil mi?”

Haberin Devamı

Ben ne yapıyorum...

KUZU İNCİKTEN ‘TANDIR’

Haberin Devamı

Geçtiğimiz hafta Hürriyet’ten sevgili Hacer Boyacıoğlu’nun tavsiyesiyle Çukurambar Mahallesi’nde kebaplarıyla nam salmış ‘Müslüm Kebap’ lokantasına gittim. Müslüm Kebap’ın, genelde lezzeti arka plana koyup, şatafatı önemseyen Çukurambar mekânlarının aksine lezzeti önceleyen sade duruşunu sevdim. Kebapçıya isminin yanında lezzetini de veren Müslüm Usta ile çekirdekten yetişme lokantacı Mesut Usta’nın geleneksellik tutkuları, pişirilen her şeyin lezzetine de yansımış. Kebaplarının lezzeti zaten biliniyorken aynı şeyleri yazmak istemedim. Kuzu incikten hazırlanan tandırı önerdiler hemen atladım. İncik, kuzunun dizleriyle paçaları arasında kalan kısıma deniyor. Genellikle haşlama içinde ya da haşlandıktan sonra soslanarak arpa şehriye eşliğinde de deneyimlediğimiz kuzu inciğin lezzetine müptela olmayanımız yoktur. Tattığınızda, taş fırında ağır ateşte pişen Müslüm Usta’nın kuzu inciğine de müptela olacaksınız. Altına koydukları tırnaklı pide ve yanındaki bulgur pilavıyla uyumu şahaneydi.

Haberin Devamı

Ben ne yapıyorum...

ANTEP USULÜ ‘KATMER’

Müslüm Kebap’ta etkilendiğim bir başka geleneksel yiyecek Antep usulü ‘Katmer’ oldu. Antep’te çoğunlukla sabah kahvaltılarının sıcak sütle birlikte vazgeçilmez sevdası diyebilirim. Ağır ve acı yiyeceklerden sonra tatlı olarak da tüketilmesi gereken bu sevdayı tattığınızda siz de sevdalanacaksınız. Yapılışını mutlaka izleyin. İzlediğinizde kendinizden geçeceğiniz katmeri, yerken de mest olacağınızı garanti ederim. Bence gidin, Müslüm Kebap’tan çıkmak istemeyeceksiniz.

Ben ne yapıyorum...

BİZİM KÖFTECİ ‘NURETTİN USTA’

Başkent Oto Sanayi Sitesi ya da bilinen popüler adıyla ‘Şaşmaz Sanayi’deki ‘Bizim Köfteci’ hakikaten bizim köfteci oldu artık. Nurettin Usta’nın oğlu ‘Cesur Yıldız’a ‘köftenize nasıl hitap etmeliyim’ diye sordum. “Seyyar köftesi ya da anne köftesi diyebilirsin” cevabı hoşuma gitti. ‘Anne köftesi’ demek daha sıcak geldi ona karar verdim. Eskiden seyyar olarak satılan köfteleri de anneler yapardı zaten, lezzeti de ondandı. ‘Bizim Köfteci’ye bizim lokmacı takımıyla (Gökhan, İsa, Vakur) birlikte gittik. Kapıdaki kuyruktan ürktü bizimkiler. Neden ürktüklerini sormadım ‘Ya bize yiyecek köfte kalmazsa’ endişesini ben de taşıyordum çünkü. Neyse ki sevgili Cesur rahatlattı “Rahat olun hepinize yetecek kadar var” dedi. En kalabalık zamanlarda bile, kuyruğun en sonundaki kişinin köfteye ulaşması yaklaşık 13 dakika sürüyormuş. Kısa gibi gelse de köftenin kokusunda 13 dakika dayanabilene aşk olsun. Köfte, döner, biftek ve tavuk şiş geldi masaya, hepsinin lezzeti ayrı ayrı mest etti bizi. Tükenişi üç dakika sürdü desem abartmış olmam... Sonra ikinci ve üçüncü parti geldi, gerisini anlatmayayım.

Haberin Devamı

Ben ne yapıyorum...

TATLILAR DA ‘BİZİM’

Keşkül, Supangle ve Haşhaşlı Muhallebi hepsi bir arada geldi. Çocukluğumuza yolculuk başladı tabii... Hangisini yesek diye düşünmedik, hepsine kıtlıktan çıkmış gibi gömüldük ardından tavşan kanı çay, sonra kahve... İyice gevşedik, kalkamadık.

Yazarın Tüm Yazıları