Yaşlılarla sadece yağsız beyaz peynir nereden alınır, onu konuşurum

Kızları arkadaşım olur. O yüzden o evde nasıl yaşandığını bilirim. Sezen Aksu’nun evi ne kadar efsaneyse, onlarınki de öyledir. Hikayeleri hiç bitmez.

O kapı hiç kapanmaz. Sürekli sofralar kurulur, kaldırılır, mangallar yakılır, insanlar yatıya kalır ve bu görüntü onları sadece mutlu eder. Türkiye’ye gelen Medrano Sirki çalışanları bile o eve misafir olmuş (15 kişi), düşünün artık! Yeni yıla onların evinde girmek artık bir gelenek. Erol Günaydın da öyle. Bu sene meslek hayatında 50 yılı tamamladı. Geçtiğimiz yıl Güneş ve Erol Günaydın sağlık sorunlarıyla boğuştular. İnşallah, bir an evvel sağlıklarına kavuşurlar...

İnsan bu meslekte 50 yıl görev yapınca ne hissediyor? a) ‘Bir 50 yıl daha götürürüm...’

- Ah keşke! Ama zor be...

b) ‘Ben eskidim, yeni oyuncuları anlamıyorum...’

- Yok be şekerim. Aksine çok anlıyorum. Çünkü ben eski kalmayı sevmiyorum. O yüzden muhabbetim gençlerle. Yaşlılarla sadece yağsız beyaz peynir nereden alınır, onu konuşurum!

c) ‘Artık bu işleri bırakmam lazım...’

- Niye canım? 50 yıl uzun bir süre ama bırakmaktan söz eden kim? Şöyle bir hasta rolü filan yok mu? Onu da oynarız icabında, racon budur.

Tiyatro, insanın kendisini yeryüzünde ifade etmesi için en iyi araç mı?

- Bence değil. Biz kendimizi ifade etmiyoruz ki. Daha doğrusu, kendimiz hariç bir sürü insanı ifade ediyoruz. Oynadığımız karakterlerin içindeyiz ama onlar biz değiliz. Düşünebiliyor musun, yüzlerce karakter oynadım bu 50 senede. Onların hepsi dolaşıyorlar boşluklarda, konuşuyorlar localarda. Ben sahneye çıktığım zaman boş da olsa salon, ‘Ya’ derim ‘Ne önemi var, bu localarda şimdi Altan (Erbulak) vardır, Şükran (Güngör) vardır, Cahit vardır, Ayfer Feray vardır, birileri mutlaka vardır. Ya da hepsi bir aradadır. Gelmiş beni izliyorlardır.’ Ben seyirciyi görmesem de onlara oynarım...

Tiyatroda aslolan rekabetler mi dostluklar mı?

- Bizim meslekte o ikisi birbirinden pek ayrılmaz. Dostlarınla bile rakipsindir. Çünkü tiyatrocu milleti ihtiraslıdır. Şudur budur. Ama biliyor musun, bende hiç yoktur. Ne ihtiraslıyım, ne de onun bunun gözünü oymayı düşünürüm. Bir miktar olsa belki, fena da olmazdı hani. ‘Herkesin bir sırası vardır benim de sıram gelecektir’ diye düşünürüm. Ben proje de seçmem. Bazı aktörler vardır, ben bu projede yer istemiyorum derler. Bırakırlar. Vazgeçerler. Ben öyle değilim.

Siz bu tiyatro sanatına ne tür bir katkıda bulundunuz sizce?

-Benim gibi ön saflarda yer almayı sevmeyen bir adamın, çıkıp da ‘Ben şunu yaptım, ben bunu yaptım’ demesi yakışık almaz. Bir katkıda bulunmuşsam ne álá. Ama şu kadarını söyleyebilirim, 10 yıl çocuk tiyatrosu yaptım, çocuklarla beraber, hepsini çağırıyordum, dekoru onlara kurduruyordum, birlikte iş yapmaktan çok büyük keyif alıyordum. Umarım, onlar da almışlardır.

Bu arada kızlarınız?

- Efendim, armutlar dibine düşmedi. Rüzgar esti, bunları uçurdu. Tiyatrocu çıkmadı aralarından...

KATİYEN ÜZÜNTÜYE SIKINTIYA GELEMEM

Bu evin diğer evlerden farkı ne?

- Herkes fır fır bu evde. Ben etrafımda en az 15 kişi olsun isterim. Kalabalık severim. Kızların arkadaşları gelsin, onlar gelsin, bunlar gelsin. İnsanların bir kısmı evde sohbet etsin, diğer kısım bahçede yemek yesin, sürekli bir hareket olsun. Bir süre önce sadece karı-koca biz ikimizdik evde Güneş’le. Birbirimize baktık, bir tuhaflık var. Bu ev, fazla mı sessiz ne? Allah’tan tam o sırada kapı çaldı. Üç genç duruyordu karşımızda. İki oğlan bir kız, pırıl pırıl çocuklar. Anket yapıyorlarmış. ‘Siz yemek yediniz mi?’ dedik. ‘Yok’ dediler. ‘Hadi buyrun sofraya’ dedik. İçki de verdim bunlara. Oh! Sohbeti bir güzel koyulttuk. Kızlar eve gelince, ‘Baba bunlar kim?’ dediler, ‘Şşşştttt onlar anketçi çocuklar’ dedik, şoka girdiler ‘Biz annemle senin halinden korktuk. Artık sokaktan adam çeviriyorsunuz!’

Her kapıyı çalan Tanrı misafiri yani!

- Aksi mümkün mü? Ben kalabalığı seviyorum, neşeyi seviyorum. Katiyen üzüntüye, sıkıntıya gelemem. Güneş’in kanser olduğunu bile alaya aldık, daha ne olsun... Yeni yıla girmek için bizim evin tercih edilmesi çok hoşuma gider, soframızı hazırlarız, ağacımızı da süsleriz, kapımız herkese ardına kadar açıktır. Zaten bu eve yılbaşında gelmeyen yoktur. Kızların bütün arkadaşları banko bizdedir. Güneş, Mısır Çarşısı’ndan yün alır, kızlara dik yakalı kazak, oğlanlara kaşkol örer. Gençlere hediyeler veririz. Ben yaşayan ev seviyorum. Medrano Sirki bile geldi bizde kalmaya. 15 kişi. Kalabalık olmaları bir şey değil, palyaço hastaydı. Neyse tamir ettik...

EN DEĞERLİ VARLIĞIM

En değerli varlığım 40 yıllık karım, o da hastalanmasın mı? Kanserden enfarktüs. Kalbi durdu, yeniden çalıştırdılar. 12 gün yoğun bakımdaydı. Resmen gitti, geri geldi. ‘Bir mucize gerekir’ dediler. Biz bir an olsun ayrılmıyoruz başından. ‘Seni bırakmayacağız gitmeyeceksin öteki tarafa, yürü gel buraya’ diye bağırıyoruz. Tansiyonu 3 mü neydi ama bir an olsun yitirmedim ümidimi. Dolu dolu makinelere bağlıydı, nasıl güçlüdür benim Güneş’im. Teker teker onların hepsini tükürdü attı. Kurtuldu o kordonlardan, kablolardan. Her gün bakıyordum, ‘Bak parmağı hareket etti’ diyordum. Ve işte şimdi Allah’a şükür sapasağlam, yanımda...

TACI HAK EDEN KİŞİ

Meslekteki 50. yılım dolayısıyla beni sahneye çağırdılar. Kafama taç takacaklardı. Ee, şimdi eğri oturup doğru konuşalım, ben de aldım o tacı, hak eden kişinin kafasına taktım. 40 yıllık karımın kafasına. Şaşırdı kaldı. Oysa ona az bile...

BENİM PENCEREM GÜZEL

Üç defa girdim çıktım ameliyathaneye. Kanser dediler. Bir sürü şey söylediler. Yeneceğimi biliyordum, inanıyordum. Şimdi iyiyim, aldırmıyorum, korkmuyorum. Benim pencerem güzel şekerim. Hayata iyimser bakıyorum...

KIZLARI ANLATIYOR

‘Şahane baba’nın karşılığıdır bizim babamız. Kızları için yer yatakları yapan, onları etrafına alıp masallar anlatan bir baba, şahane değildir de nedir? Bütün çocukluğumuz böyle geçti. Her şeyi konuşabilirsin, her şeyi paylaşabilirsin, bilirsin ki senin için canını verir, bir de dünyanın gerçekten en komiğidir... Ne var ki, bizim babamız biraz cinstir! Şöyle ki, şimdi şuradaki makas var ya, biraz sonra orada yoksa o makas, kıyamet kopar! Eve sabaha karşı 5’te gelirsin bir şey demez, ama makasın yerini değiştirirsin ayvayı yersin! O kalem de orada duracak ona göre. Yandık, yoksa vallaha! Bir de arabasını al tepe tepe kullan bir şey demez, ama benzini ful’leyeceksin şekerim. Alerjisi var. İbre sürekli ful’ü gösterecek. Çeyrek depoyu bırak, yarım depoyla bile mümkün değil yola çıkmaz. Arabasını alıp, benzin ful’lemeyeni de perişan eder. Ya yolda kalırsa, ya benzin biterse...
Yazarın Tüm Yazıları