Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Hayalet kasaba Balya

Balya adını duydunuz mu? Ben duymamıştım. Doğrusu metruk bir kasabanın adını duymak pek kolay değil. Bir yer, güzellikleri ve özellikleriyle anılır, duyulur. Bir şey yoksa, kalmamışsa, kısaca öldüyse, duyulması, bilinmesi de zorlaşır. Hem de zamanında ne kadar ünlü ve ne kadar debdebeli bir hayat sürdüğüne bakmadan unutulur gider. Tabii hatırlanacak bir şeyler kalmamışsa gerisinde.

Ve işte ‘‘Balya’’ böyle bir kasaba. Hatırlamak bir yana tamamen unutulası, yok sayılası bir yer. ‘‘Hiç var olmamış olsaydı keşke’’ denilesi bir yer. Fakat, iyi ki, olmuş. Olanlar olmuş da bir ibret abidesi gibi hortlaklar kasabasına dönmüş ve ‘‘unutmamak gerekirken!’’ tamamen unutulmuş.

Ben de ‘‘Atlas’’ dergisi sayesinde öğrendim. Öğrenmekle kalmadım daha bir iyi anladım. Zaten biliyordum. Örneklerini başka ülkelerin başka kentlerinde görmüştüm. Fakat, bizim ülkemizde hem de burnumuzun dibinde durduğunu bilmiyordum. Doğrusu ‘‘Atlas’’ dergisine ortaya çıkarttığı böyle bir haberden dolayı müteşekkirim. Ve tabii ölü kasabanın ruhumu titreten cansız görüntüsünü resimleyen Erdem Yavaşca'yı da kutluyorum. Çünkü, fotoğraflar düş gücünü zorlar nitelikte.

Balıkesir'in bir ilçesi olan Balya, 1910'lu yıllarda Fransızlar'ın kurşun madeni çıkartmak maksadıyla gelip yerleştikleri bir yer. Tabii gelirken sahip oldukları tüm teknolojiyi ve parayı da beraberlerinde getiriyorlar. Ve kendi standartlarında yaşayabilecekleri bir hale sokmakta da hiç gecikmiyorlar. Yani elektriği ve elektrikle çalışan ne varsa bildikleri herşeyi getiriyorlar. Sonra sağlıkları da önemli olduğu için o yıllarda ilk yabancı hastaneyi de buraya kuruyorlar.

Anlayacağınız ‘‘Balya’’ o yılların Türkiye'sinin refah ölçülerine göre zirveye çıkıyor. İş, para, eğlence, kısacası her şey var. Ve tabii ki her şeyin bir de bedeli var.

Bir şey alabilmek için bir şeyler vermeniz gerekiyor. Ve Balya tüm bu lüksler karşılığında ne verdiğini bilmeden öyle büyük bir şey veriyor ki, ancak çok sonra ne verdiğini anlıyor fakat, artık iş işten geçmiş oluyor.

Evet, para, lüks ve eğlence karşılığında hiçbir şeye değişmemesi gereken hayatını veriyor.

Nasıl mı? Çok basit. Fransızlar buraya zevk için gelip yerleşmiyorlar. Balya'nın zengin kurşun madenini çalıştırmak üzere geliyorlar. Ve bu madenlerde binlerce ton siyanür kullanıyorlar. Sonra da çekip gidiyorlar.

Siyanürlü atıklar ne mi oluyor? Toprağı, dereleri, gölleri zehirliyor elbette. Aradan bunca yıl (63 yıl) geçmesine rağmen tam on kilometre karelik alan yangın yerine dönüyor. Bombalanmış bir savaş mahallinden beter hale gelen bu yerde yapacak iş de kalmayınca halkın hepsi göçedip gidiyor.

O yıllarda madende işçilik yapan Yakup Cengiz'in yaşadıkları ise, en duyarsız ve bilgisiz kişinin dahi gözünü açacak, uyandıracak nitelikte.

Anlatıldığına göre bir zamanların ormanlarla kaplı, canlı, hayat dolu ‘‘Balya’’ kasabasına yazık olmuş. Keşke daha az para, daha az refah olsaydı da hayatta kalsaydı, diyesi geliyor insanın. Aynı zamanda da ‘‘hayalet kasaba’’ görüntüsüyle karşımızda dikilip geleceğin dünyasını ibretle gözlerimizin önüne seriyor, diyorum, Yasemin'ce.






 








Yazarın Tüm Yazıları