Yani şimdi siz tarih mi yazıyorsunuz

EY kendini, “tarih yazdığını” sanan güya liberal köşe yazarı;

Haberin Devamı

Ey kendini “demokrasinin keskin kılıcı” ilan eden, demokratik devrim muhafızı;
Ey kendini beğenmiş ahir zaman mağruru;
Sana sesleniyorum.
Yanılıyorsun.
Fena halde yanılıyorsun.
Bil ki...

Bir;
“İçinde yaşamakta olduğumuz hadiseler tarih değildir.”
İki;
“Bunların nasıl neticeler doğuracağını kestiremeyiz.”
Üç;
“Geçmiş hadiselerin manasını takdir etmek ve doğurdukları neticeleri görmek, ancak araya bir mesafe girince mümkün olabilecektir.”
Dört;
“Yani, tarih cereyan etmekte olduğu sırada, bizim için henüz tarih değildir.”
Bu yazdıklarımı bir kenara not et, ilerde lazım olacak.

Yani böbürlenme padişahım senden büyük önce tarih var, ondan da büyüğü  Allah...
Liberal arkadaş, aman dikkat!
Hemen yanılıp bana vurmaya başlama.
Bu sözlerin müellifi ben değilim.
20. yüzyılın en büyük liberal düşünürlerden biri olan Friedrich A. Von Hayek diyor bunları.
Rahmetli Turhan Feyzioğlu’nun Yıldıray Arsan’la birlikte çevirdiği “Kölelik Yolu” kitabının ilk sayfasını aç, işte orada yazıyor.
Bir de küçük bir not.
2004 yılında yapılan üçüncü baskısına, geçmişte bir konuşmasını eleştirdiğim Atilla Yayla yazmış. Tanıdıkça eleştirimi geri alıyorum.

Haberin Devamı

Kitabın içinde çok önemli bir sorunun cevabı da var ki, bugüne çok uygun düşüyor.
“Özgürlük geçici bir güvenlik uğruna feda edilebilir mi?”
Özellikle Ergenekon davasında yapılan yanlışları, “büyük ideal” uğruna görmezden gelmemizi savunan “liberallerimizin” bir kere daha okumasında yarar var.
Lütfen şu cümleyi de bir kenara
not edin:
“Zamanımızda şahit olduğumuz en acıklı oyunlardan biri, büyük bir demokratik hareketin sonuçta demokrasinin tahribine yol açan ve onu destekleyen yığınlardan sadece küçük bir azınlığa yarayan bir politikayı desteklediğini görmektir.”
Bu sözler bundan tam 68 yıl önce yazıldı.
Alın şablonu, koyun Türkiye’nin üzerine, ne görüyorsunuz?
Bire bir oturmuyor mu?
Türkiye’de demokratikleşme sürecinin en önemli davası işte böyle acıklı bir oyuna dönüştürüldü.
Bunun sorumlusu da ne yazık ki, yapılan yanlışlar karşısında hiç sesini çıkarmayanlardır.

Oysa ses çıkarmak, hatta haykırmak gerekirdi.
İnsanların evleri sabah saatlerinde basılıp, hukukun en küçük ilkelerine dikkat edilmeden aranırken, delillere şaibe düşürülürken hukukun sesi yükselmeliydi.
“Örgütün kasası” denilen bir insana, kanserin terminal safhasında bile zulüm yapılırken vicdanın sesi haykırmalıydı.
O insanın cenazesini bile kaldıracak parası olmadığı anlaşıldığında, “Hani neredeymiş bu kasa” diye, “şüpheciliğin” nakaratını dinlemeliydik.
İnsanlar, neyle suçlandıklarını bilmeden 2-3 yıl içerde yatarken, adaletin avaz avaz sesi kulaklarımızda çınlamalıydı.
11 No’lu CD hakkındaki kuşkular Abdurrahman Dilipak’ı bile rahatsız ederken, liberal aydınlar sorgu hâkimine dönüşmeliydi.
Gururundan kafasına kurşun sıkan insanlarla ilgili bütün iddialar tek tek düştüğünde, “O insan niye öldü” diye haykıran Emile Zola’ları görmeliydik.
Yapılmadı ve neticede, Türk demokrasi tarihinin en büyük davası, Yassıada davasına dönüştü. Barış Derneği davasının utanç verici hatıraları canlandı.

Haberin Devamı

Hâlâ yanlıştan dönülemez mi?
Hiç şüphesiz dönülebilir.
Adalet, ama gerçek ve tarafsız adalet bu davaya elini atsın, ben kendi payıma buradan ilan ediyorum.
En büyük desteği ben vereceğim...
Çünkü o davanın özüne bütün kalbimle inanıyorum.Yani şimdi siz tarih mi yazıyorsunuz

Yazarın Tüm Yazıları