Üç pasla gole götüren yemekler

Yemek yapmak konusunda yetenekleri ortalama bir Türk erkeği kadarken, kapasitesini başta Sahrap Soysal ve Emine Beder’in köşeleri olmak üzere çeşitli yazılar okuyarak geliştirmiş bir insan olduğumu söyleyebilirim.

Yani en azından bir mutfak terbiyesi edindim. Mesela yumurtayı kırdıktan sonra kabuğu çöpe atana kadar etrafı yumurta akıyla yıkamıyorum, teflon tavaya çatalla girişmiyorum.

Makarnayı süzmek için tencere kapağı yerine makarna süzgeci kullanmak gerektiğini öğreneli ve bu yönde ufak tefek mutfak yatırımı yapmaya başlayalı da epey oldu.

Fakat üretim imkanlarımız kısıtlı. Belli yemeklerde yarışmaya girsem derece kazanacak kadar ustalaştım. Ama bunların dışında (gece alkollüyken girişilen deneysel sandviç çalışmalarını saymazsak) yeni yemek yapma cesaretini besleyip büyütemedik zihnimizde.

Bu durumu bilen bir grup arkadaşım, geçtiğimiz ay idrak edilen doğum günüm münasebetiyle bana bir kitap hediye etti: Üç Malzemeli Beş Yıldızlı Yemekler...

Bir süre (5 yıl galiba) Türkiye’de de yaşamış olan Rozanne Gold’un yazdığı kitapta hakikaten de sadece üç ana malzeme kullanarak yapılabilen 259 yemek tarifi bulunuyor.

Başlangıçlar, iştah açıcılar, ana yemekler, çorba ve makarnalar, tatlılar şeklinde bölümlerden oluşan kitap, benim gibi bu konuda asla üstün yeteneğe sahip olmayan kişileri birer mutfak dahisine çevirebilecek tariflerle dolu.

*

Ben kitabı kaptım, roman gibi okudum önce. Sonra yapabileceğime inandığım, gözüme kestirdiğim tariflerin bulunduğu sayfalara post-it yapıştırmak suretiyle ikinci bir okuma gerçekleştirdim.

Mutfakta yemekle ilgili kitapların bulunduğu minik kütüphaneye (Tava ve tencereden çok kitap var aslında, tuhaf ama böyle), en çabuk ulaşılabilecek noktaya kaldırdım kitabı.

Sonra ilk deneyimde, iyi kalpli insanlara zarar vermek istemediğimden kendime kurban olarak seçtiğim Topesto biraderimi aradım.

- Alooov! Usta n’abiyon?

- Film...

- Film mi çekiyorsun abi?

- Seyir...

- Haa anladım ben seni, tek kelime günümüzdeyiz...

- Tek.

- Yemek?..

- Ne?..

- Ee, zencefilli ton balığı köftesi.

- Ney?

- Zencefilli ton balığı köftesi. Bir de domates ve mozarella fırıldağı var?

- Delirmek?..

- Yoo?

- Anne gelmek?..

- Zooooot! Yandınız, iki kelime...

- Ya ne diyorsun ya? Kendini gurme ilan etmiş köşe yazarı gibi acayip yemek isimleri kullanarak konuşma benimle. Ne biçim yemekler onlar, kim yaptı?..

- Ben yapacağım. Kitaptan okudum.

- Açık konuş metroseksüel mi oldun?

- Ne alakası var abi ya? Bu tek kelime hadisesi çürüttü seni. Düdüklü tencerede kaderine bırakılmış kereviz sapına döndü beynin...

- Son ettiğin laf saçma ama kulağa güzel geliyor... Peki geliyorum ama sırf meraktan; yemem ben öyle şeyler. Senin ordaki köfteci açık mıydı pazar günleri?..

- Yapma be abi! Yersin, mis gibi yemek yapacağım.

*

Neticede düştü tabii eleman. Kitaptaki tarifi biraz yorum katarak (şefliğin şanındandır, siz bilmezsiniz! Mesela domates-mozarella fırıldağı yerine, tanımlanamayan domates-mozarella cisimcikleri yapmış oldum) hazırladım.

Topesto, kitaba bakarak yemek yapma fikrine karşı olduğunu söylese de -çok affedersiniz- tabiat ananın irice bir evladı (!) gibi sildi süpürdü yaptıklarımı.

Sonra da kitaptaki ‘Biralı Ekmek’ ve Kırmızı Soğan Salatası’ tariflerini küçük kağıtlara not aldı.

İki küçük yemek sırasında bile mutfakta 40 kişilik düğün yemeği yapılmış havası yaratmayı başardım tabii. Ama kirleten ben, temizleyen ben, kim karışır?.. Hem zamanla onu da bir sisteme bağlayacağız.

Size tarif de vereyim bir tane isterdim ama sanırım yerimiz doldu.

Şimdi gözüme ‘mısır unlu makarna cipsi’ tarifini kestirdim onu yapacağım. Bildiğimiz makarnadan, maç filan seyrederken atıştırmak için kendi abur cuburunu üretiyorsun. Şahane değil mi?..

Tabii şimdi iş kaldı mısır unu bulmaya. Yinee yooool, gözüüüktü marketeeee (Barış Manço’nun şarkısı gibi söyleyiniz. Aman ne saçma!..)

Tanıtım maksatlı NBA bilgileri

NBA tırmalayanlar için yılın bu vakti, gecenin bir yarısına saat kurmak, kalkıp yüze soğuk su çarpmak, uykuya dalmamak için gözkapaklarını kaş seviyesine mandalla sabitlemek manasına geliyor.

Hoş, harbi NBA meraklıları bütün sezonu böyle geçiriyor. Yüreğine N, B ve de A harflerini kazıtmış bu azınlığın dışında, benim gibi sadece final dönemine yoğunlaşanlar için konuşuyorum zaten...

Finalleri NBA hadisesine alaka duyan arkadaşların hemen tanıyacağı, can dostum Batuğ’la takip etmeye çalışıyoruz. Batuğ, memleketin en popüler NBA sitesi olan batug.com’un ‘Batug’u oluyor zaten.

Ara sıra bizim kendince meşhur perşembe geyiklerini, batug.com’un altıncı adamlarıyla yapıyoruz.

Hepsi pırıl pırıl, fakat kafayı bir şekilde NBA ile kırmış çocuklar. Benim Galatasaray’ı tuttuğum gibi Minnesota veya Dallas’ı tutuyorlar mesela. Konyalı Portland taraftar grubu olduğundan bahsediyorlar, birtakım hayatımda daha önce duymadığım tabirlerle konuşuyorlar, kısaca tatlı tatlı sinir bozuyorlar güzel kardeşlerim.

Bazen Kaan (Kural) ve Murat (Kosova) geliyor, Yiğiter (Uluğ) geliyor ve ben bunların konuşmalarını anlamak için dekoder gereksinimi filan duyuyorum. Ki; başka bi ortamda NBA’den süper anlayan bir insan gibi algılanabilirim. Zırcahil sayılmam bu konuda...

*

Neyse, işte, Batuğ’la maç seyrederken o da acayip, anlamadığım bişiler söylüyor.

Her seferinde ‘Ne buyurdun abi? Su mu istedin?’ filan diyorum.

Bir, iki o da zihnen yoruluyor tabii.

Neticede, batug.com’da halkın hizmetine sunulmuş olan ‘enbiey terimleri sözlüğü’nü açıp bildiğimi bilmediğimi madde madde ezberlemeye başladım.

Burada size, tanıtım maksadıyla birkaç adet sunuyorum. Gayet anlaşılabilir, hatta anlamayana sopayla girişilebilecek seviyede açık bir şekilde yazılmış maddeler bunlar. Bu arada batug.com’un doğumgünü partisi 22 Mayıs’ta olacak. Ama nerede olacak hálá belli değil. Siteden takip ediniz...

Bunny: Markaj altında değil de son derece serbest pozisyonda atılan orta yahut kısa mesafeli, basket olması çok yüksek ihtimalli şut. ‘Snowbird’ de denir. Kaçırana kötü bakılır. Rakip alay eder.

Nothing but net: ‘Tuf’ sesi çıkararak çembere değmeden giren şut. Deliksiz! Ortaokulda oynanan malum oyunda iki sayı yerine geçer!

Shooter’s bounce: Şutun çemberden sektikten sonra girip sayı olması. Bunun genelde iyi şutörlerin başına geldiğine inanılır, hani para parayı çeker misali (!), o yüzden terimin adı böyle.

Backdoor play: Top yüksek posttaki adama geçirilir. Savunmanın dikkati buna çekilmişken ters taraftan bir oyuncu kat eder ve ona pas çıkarıldığında açık şutla basket şansı bulur. (İsmet Badem çok sever bu lafı telaffuz etmeyi...)

Money shot: Kendi şutunu yarattıktan, yahut rahat top kullanabilecek yere tüyüp asisti aldıktan sonra basketi lambalamak. Daha ziyade üçlükler için söylenir.

Airball: Şut çekildiğinde topun ne çembere, ne potaya değmemesi. Tribünde ‘yuh’ veya ‘oha’ tezahüratına yol açan şut!

Point guard: Nokta gözcü. Hade len, uğraştırmayın beni! Oyun kurucu. Pileymeykır! Ceysınkid.

Breaking ankles: Hayır efendim, bileği burkmak filan değil, atlamayın hemen aynalı sazan gibi! Şudur: Crossoverla rakibi geçerken adamı dağıtıp belini kırma hareketinin enbieycesi...

Turnover: Top kaybı. Artık hücum faul mü yaptın, yanlış pas mı attın, driplingte kaptırdın mı, ne halt ettiysen... Top rakibin kontrolüne geçti ve sen tırsıyor, gözlerini koçtan kaçırıyorsun.

Buzzer: Hani arada bir tezahüratı filan bölen ‘zıvaaaynk!’ diye bir ses var ya, odur işte. Peki ne zaman çalar bu düdük? 24 saniye süresi bittiğinde, periyod bittiğinde ya da maç bittiğinde...

Rejection: Top kesme. Şapka! Refüze olursun, kendini kötü hissedersin.

Palming: Dripling yaparken elini, topu avuçlayacak şekilde alta getirmek. Topu taşımak. Kepçe! Hani ‘Bilader al da eve götür bari’ deriz ya... Steps oluyor yani!
Yazarın Tüm Yazıları