Turizme katkı dediğin böyle olur zaten!

BODRUM’daki Pina Yarımadası’nda kendisine tahsis edilen orman arazisinde turistik tesis kuracak olan MNG’nin, denizi doldurarak kıyı şeridini bozduğuna ilişkin haberlerin mürekkebi henüz kurumadı.

Normal bir memlekette olsa, bunu yapanı yaptığına pişman ederler, "kıyı şeridine böyle tecavüz edebilen, orman arazisinde neler yapmaz ki" diye düşünür, kendisine tahsis edilen orman arazisini de geri alırlardı.

Bizde böyle olmadı elbette. 21 bin 500 liralık bir para cezası kesildi. Deniz doldurularak elde edilen arazinin yanında devede kulak bir ceza bu!

Ve sıkı durun: Bu şirkete bir de "turizme katkı ödülü" verildi.

Turizm Haftası nedeniyle Milas’ta düzenlenen törende, MNG’ye bağlı Günal İnşaat’a ödülü Kaymakam Bey vermiş.

Ödülü alanı da, ödülü vereni de kutluyorum.

Aslında fena fikir gibi de görünmüyor.

Mesela, Gebze’de İtalyan barış gönüllüsünü, tecavüz ederek öldüren caniye de "barışa katkı ödülü" verebiliriz. Yaklaşık olarak aynı zihniyet çünkü!

Örnekleri artırmak mümkün!

Öyle bir ülke olduk ki gücü yeten, istediği her şeyi yapıp üstüne bir de ödül alabiliyor.

Devletin gücü ise sadece sokakta gösteri yapan memur emeklisine, hak arayan işçilere yetiyor.

Taşgetiren haklı mı çıktı?

AKP gençlik kollarının bir toplantısında "10. Yıl Marşı" çalındığına ilişkin haber ve yorumları okurken eski bir tartışmayı hatırladım. Bu tartışmayı hatırlamam çok zor olmadı, çünkü o tarihte Milliyet’teki köşemde bu konuyla ilgili yazılar yazmıştım.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanı ve sonra da Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu tarihlerdeki danışmanı Mehmet Metiner, 28 Şubat sürecinin, siyasal İslamcı kesimlerde demokratikleşme yolunda önemli etkiler yarattığını söylemişti.

O tarihte Yeni Şafak yazarı olan Ahmet Taşgetiren de "Bakalım 10. Yıl Marşı’nı ne zaman söylemeye başlayacak" diye Metiner’i eleştirmişti.

Yine bu kesimden Ahmet Kekeç de Star Gazetesi’ndeki köşesinde geçtiğimiz günlerde, 10. Yıl Marşı ile ilgili şöyle yazdı:

"İhtiyar devrimciler otantik 10. Yıl Marşı’nı, Zülfü Livaneli hayranı gençler de Kenan Doğulu’nun hızlandırılmış ve içine bol miktarda ’cıs taka cıs taka’ serpiştirilmiş yorumunu seslendirmeye başladılar."

AKP kongresinde hangi versiyon çalındı, bilmiyorum.

Toplantı partinin gençlik kollarıyla ilgili olduğuna göre, büyük olasılıkla "cıs taka cıs taka" diye tanımlanan uyarlama olmalı.

Şimdi soru şu: AKP Gençlik Kolları’nın toplantısında 10. Yıl Marşı’nın çalınması, Taşgetiren’i haklı çıkartan bir dönüşüme mi işaret ediyor?

Yoksa durum gereği başvurulmuş bir tür "takiye" mi?

Karar sizin.

İnanç özgürlüğü ve cepteki çakı

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın "sünnettir" diyerek çakı taşıdığını yeni öğrendik. Dün bu konuya değinmiştim.

Gazetelerde yazdığına göre, Hazreti Muhammed, her zaman bir kılıç ya da hançer taşırmış.

Bu devirde belinde bir kılıç ya da hançerle dolaşmak, medeni bir insan için mümkün olmadığından, onun yerine "çakı" taşınıyormuş.

Çakının da boyuyla ilgili bir sınırlama olmalı. Meyve soymak için taşınan bir çakı ile pavyon fedailerinin taşıdığı sustalı çakı aynı şey değil çünkü.

Demek ki cebe sığacak, boyu üç-beş santimi geçmeyecek bir "aletten" söz ediyoruz.

Bir Başbakan’ın, yanında "kesici silah" taşımasındaki gariplikle ilgili bir şeyler söylemeyeceğim artık.

Dikkatinizi çekmek istediğim konu "inanç özürlüğünün sınırları" ile ilgili.

Yani "inancım gereği bu sünnettir" diyerek kılıç ya da hançer taşıyamıyorsunuz. Bunu "kamu düzeninin gereklerine göre" esnetebiliyorsunuz. Kamu düzenini koruma kaygısı, bir inancı yerine getirmenin önüne geçebiliyor.

Merak ettiğim şey de bu zaten: Hangi dini kuralın esnetilebileceğine, hangisinin katiyetle uygulanacağına (Kuran-ı Kerim’in açık emirleri dışında elbette) kim karar veriyor?

"Sünnet"
konusu böyle esnetilebiliyorsa, türban meselesinde neden "çatışma" tercih ediliyor?
Yazarın Tüm Yazıları