Tuğrul Şavkay: Bu iki filmde yemek başrolde







Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Bu gece belli olacak Oscar ödüllerine aday iki film ‘‘Yeni Hayat’’ ve ‘‘Çikolata’’, hayatımıza yiyecekler aracılığıyla derin yorumlar getiriyor. Tabii anlayana!

Yeni gösterime giren ve ikisi de Oscar adayı olan ‘‘Yeni Hayat’’ (Cast Away) ve ‘‘Çikolata’’ adlı filmleri seyretmiş olmanızı dilerim. Seyretmedinizse asla kaçırmayın. Burası bir sinema köşesi olmadığı ve ben de bir film eleştirmeni olmadığıma göre bu heyecanlı tavsiye niye? Hemen söyleyeyim: Her iki film de, hayatımıza yiyecekler aracılığıyla derin yorumlar getiriyor. Tabii anlayana! Yoksa her iki filmi seyredip de yüzeydeki hikayeye takılıp kalanlar için -Amerikalıların deyimiyle- gerçekten ‘‘üzgünüm’’...

GÜNAHA ÇAĞRI

‘‘Yeni Hayat’’ın kahramanı (Tom Hanks) için bulunan dekor bir doğa harikası. Hepimizin zaman zaman düşlediği bir Pasifik adası. Ama gelin görün ki, insan modern bir Robinson olarak adaya düştüğünde en büyük derdi birden yiyecek oluveriyor. Doğanın sunduğu haliyle hindistan cevizleri ve denizde kaynaşan balıklar ve deniz ürünleri, üst düzey bir yönetici olan kentli kahramanımızı tatmin etmiyor. Şaşırtıcı biçimde bolluk içinde aç kalıyor.

Şimdi şöyle bir düşünün, demek yemek yemek karnımızı doyurmakla sınırlı bir iş değil. Yoksa Japonların ‘‘saşimi’’si misali çiğ balık Pasifik'teki adada çoktu, ama Tom Hanks'i bunları yerken filmde gördüğümde yüzündeki iğrenen ifadeyi unutmam mümkün değil. Besbelli kentli üst düzey yönetici kahraman karnını doyurmanın çok ötesindeki değerleri arıyordu ve onların eksikliğini fena halde çekti. New York dönüşündeki ofis partisi ve ziyafet sahnesi bunu ne de güzel anlatıyordu.

Çikolata filmi işte Yeni Hayat'ın tam bittiği sahnede başlıyordu. Bu kez perde bir Fransız kasabasında açılıyor. Buranın meçhul Pasifik adasından pek de farkı yok aslında. Çünkü kasabalılar, gelenek ve onun destekçisi kasaba eşrafı ile kokuşmuş Kilise değerleri arasına sıkışıp kalmış bir eğreti hayat yaşayıp gitmekteler. Eski değerleri yiyip yutmaktan insanlığını unutmuş kasaba halkı, birden bir büyücü (!) kadının gelmesiyle sarsılıyor.

Sembol olarak yine bir yiyecek çıkıyor ortaya: Çikolata. Vianne Rocher (Juliette Binoche) annesinden tevarüs ettiği çikolata yapma sanatını kullanarak bu köşede kalmış kasaba halkına tadını unutamayacakları bir dünya nimeti sunuyor. Kasabanın belediye başkanı Kont Hazretleri ile kilisenin papazına göreyse günahın ta kendisini tattırıyor genç kadın.

Sonra bir çekişme ve kavga. Semboller birbirini kovalıyor. Konu Kilise olunca da bazen anlaşılması güçleşiyor. Mesela Türkçe'ye topluluk diye çevrilebilecek komünyon ayininde papaz İsa'nın etini sembolize eden ekmeği Kont'un dilinin üzerine koyuyor. Öte yanda çikolata yapımcısı Vianne, aynı işlemi kilise yerine çikolatacı dükkanında minik çikolataları ile yineliyor, ama bu kez kasabadaki günahkarlara!

DÜNYA NİMETLERİ

Asıl sorun şu: Bu dünya bir perhiz ve acı çekme yeri mi? Ruhumuzu kurtarırken vücudumuzu feda mı etmeliyiz? İki filmin dramatik sorusu da aynı. Günahın çekiciliği ile günahsızlığın ruhsal temizliği arasına sıkışıp kalmış insanın davranışı sorgulanmakta.

Seçim elbette kişisel olmalı. Ben yiyecekler konusunda ona buna akıl verenleri zaten oldum olası sevmem. İnsanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söyleyenleri de. Bu ister bir kasaba papazı, ister bir ihtilalci, ister masum taleplerin ardına gizlenmiş biri, isterse de sizin sağlığınızı düşündüğünü iddia eden bir hekim veya dost olsun. Çikolata filminin bir başka kahramanı olan ebedi gezgin ve onulmaz serseri Roux'nun bir sorusu var ki, hiç unutamadım. Vianne ilk kez ziyaretine geldiğinde, ‘‘sen hangi fikri bana satmak istiyorsun?’’ demişti. Fikir satıcıları da o yüzden hiç temiz değil.

Sonuçta herkes kendi hayatını yaşıyor ve bunun dışında hiçbir seçeneğimiz de yok. Bir de unutmayın, güzel olan şeyler ya sağlığa ya da ahlaka aykırıdır. Bu fikri sağlamayı size bırakıyorum.

Nepal mutfağı İstanbul'da

Her zaman ağzının tadını bilir kişilerin yeni ufuklara yelken açması gerektiğini söyler dururum. Ama bu fırsatlar bizde çok ortaya çıkmaz. Çünkü ithalat ile ilgili yasalar ithalat yapılmasın diye çıkarılmıştır. Çünkü Türk bürokrasisi keyif işlerinden hoşlanmaz. Ama Allah'tan bazı girişimciler var ve onlar bizim yeni tatlarla buluşmamız için olağanüstü bir çaba sarfediyor. Bu girişimcilerden biri olan Prof. Dr. Günseli Malkoç Boğaziçi'nden okul arkadaşım. Kendisi Nepal'in İstanbul konsolosu. Temsil ettiği ülkeyi tanıtmak için inanılmaz bir çaba içinde. Bu arada yemeği de unutmuş değil. İstanbul Hilton'un büyük desteği ile 24-31 Mart tarihleri arasında Nepal Yemek ve Kültür Festivali'ni düzenliyor. Hilton'da bazı gazeteci dostlarımla birlikte Nepal yemeklerini tattım. Hint ve Çin mutfaklarının bir sentezi sayılacak bu egzotik mutfağa ait yiyecekleri bir kere daha damağımda hissetmiş olmaktan mutluluk duydum.

Yazarın Tüm Yazıları