Teke tek

Fatih ALTAYLI
Haberin Devamı

Şeytan aldı götürdü

Böyle şey ne duydum, ne gördüm... Önüne gelenin karısına, kızına dil uzatan P.Şevki Yılmaz'ı savunan Tansu Çiller, ‘‘Şevki Bey o sözleri 1991'de söylemiş. O zaman niye dava etmemişler?’’ diyordu ya...

Dava eden etmiş de, sonuca bakın...

‘‘Şevki Yılmaz 5 yıl boyunca adresinde bulunamadığı için dava zamanaşımına uğramış.’’

İşe bakın yahu!

P.Şevki Yılmaz'ın şöhretin doruğunda olduğu yıllar...

Herkes adamın Rize Belediye Başkanı olduğunu biliyor... Bırakın Rize'yi, P.Şevki Yılmaz her gün bir televizyon programında... Adalet, canının istediğini stüdyo çıkışında yakalayıp içeri atıyor... P.Şevki Efendi bulunamıyor.

Bulunamıyor, çünkü dosyanın altında imzası bulunan savcı, P.Şevki Yılmaz'ı Ankara'da arıyor...

Herhalde Ankara'da Rizelilerin takıldığı kahvehanelere bakıyordu, ‘‘Şevki'yi gördünüz mü?’’ diye.

Hatta, onu bile yapmıyorlardı muhtemelen. Çünkü yolda adam çevirip sorsan, Şevki Yılmaz'ın Rize'de olduğunu söylerdi.

Belli ki, aranmıyor...

Fakiri, fukarayı, dövizzedeyi, gazeteciyi yatağında bulup kaldıran adalet, P.Şevki'yi 5 yıl bulamayıp, Mustafa Taşar'ın karısına dil uzatan adam hakkında açtığı davayı düşürüyor...

Dönemde ilginç... 1991-1996...

Refah iktidarda olsa anlayacağım... İktidarda DYP-SHP var... Adalet Bakanları SHP'li...

Önce Seyfi Oktay, sonra Mehmet Moğoltay...

Anlaşılan Refah'ın devletteki kadrolaşması öylesine güçlü ki, bakanlar bile aşamıyor...

‘‘RP'li kadroların temizliğine önce Adalet, sonra Milli Eğitim'den başlamak gerek’’ derken ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkıyor!

NOT: Sayın savcılar, beni arayacak olursanız, açılan davaların açıldığı tarihten itibaren 5 yıl Çin'deyim. Haberiniz olsun...

Amerikalı gazeteciler aptal

Amerika'da yazılı basında tirajların, televizyon haberlerinde ratinglerin düşmesi, gazeteciler arasında paniğe yol açmış... Gerçekten de yazılı basında tirajlar dramatik bir biçimde düşüyor... Konuyla ilgili vakıflar, sivil toplum kuruluşları ve gazeteciler, çözüm için harıl harıl çalışıyorlar...

Amerikalı meslektaşlarımın, bir vakfın öncülüğünde önceki gün yaptıkları toplantıya, tek yabancı gazeteci olarak ben de katıldım.

Ortaya çeşitli fikirler atıldı... Kimi yerel haberlere ağırlık verilmesi gerektiğini, siyasetin sıktığını, kimi insanların boğazlarıyla ilgilenilmesini, kimi vergi verenlerin vergilerinin nasıl harcandığının takip edilmesi gerektiğini söylüyordu.

Sonunda bana geldiler... Ve Türkiye'de durumu sordular...

Nasıl hava attım bir bilseniz... Türkiye'de son 10 yılda tirajların arttığını, 3 büyük ulusal gazetenin 600-700 bin civarında sattığını söyledim.

‘‘Nasıl becerdiniz?’’ diye sordular...

Formülü verdim:

‘‘300 kupona televizyon, 200 kupona müzik seti, 100 kupona yemek takımı. Haftada 1 deterjan, 1 diş macunu verin, siz de becerirsiniz’’ dedim...

Akılları almadı... Almaz tabii... Kafaları çalışmıyor ki...

Fıkra işte

Kıyamet kopmuş... Cennet ve cehennemde herkes yerli yerini almış...

Fakat cehennemde sorun var.

Çünkü Yaser Arafat'ın yanında Marilyn Monroe...

Birlikte geziyorlar... Birlikte yiyip içiyorlar, hatta birlikte yatıyorlar...

Diğer siyasi liderler isyanda... Özellikle de İsrailli liderler...

Sonunda dayanamayıp Cebrail'e gidiyorlar:

‘‘Bu nasıl iştir? Burası sözde cehennem. Ama bu Arafat denen adamın yanında Marilyn Monroe, olur mu böyle şey?’’

Cebrail gülüyor, ‘‘Haklısınız’’ diyor, ‘‘Ama anlamadığınız şey şu... Burada Arafat'ı değil, Marilyn Monroe'yu cezalandırıyoruz.’’

Oysa ben hem Arafat'ı, hem de yanındakini cezalandıracak bir çözüm biliyorum, ama söylemeyeyim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ

Adalete, gözü kapalı güvenebildiğimiz zaman.

Yazarın Tüm Yazıları