Şüpheliler ve şüphesizler

FARKINDA mısınız, önceki günden beri “şüpheli” kavramını keşfettik.

Haberin Devamı

Paris’te yakalanan PKK’lı Ömer Güney için nasıl da karıncaezmez bir üslup kullanıyoruz...  

-  Bu ülkenin gazetecisini, askerini, yazarını, daha evi aranırken “darbeci” ilan eden bir kısım medya, centilmenler kulübünün asli üyesi olmuş.

-  Fenerbahçe Kulübü Başkanı’nı, daha evinin kapısına çıkmadan “şikeci” ilan edenler, sanki yer yarılmış da dibine girmiş...  

-  İçindekileri bile görmeden sadece bavula bakıp insanları, “camileri bombalamakla” suçlayan ara rejim gazetecileri birer hukuk havarisi kesilmiş.

-  OdaTV davasının iddianamesini savcıdan bile önce yazanlar, adeta sabır küpüne girmiş dervişe dönüşmüş.

Herkeste bir “İddianameyi bekleyelim” bilgeliği, bir Mevlana sabrı...  

* * *

Sizce nedir bu telaşsızlık...  

Bu ülkenin askerinden, gazetecisinden, aydınından esirgenen ihtimam, yüzle, binle çarpılarak Ömer Güney’e verme yarışı...  

O sadece bir “şüpheli...”

“Örgüt içi hesaplaşma” ihtimali bile bin dereden su getirilerek, ağız kenarı ile telaffuz ediliyor.

Neredeyse, şüpheli ilan edildiği için bile özür dileyecek bir üslup...  

Dört yıldır porselen dükkânına fil hoyratlığı ile dalıp, insanların hayatlarını tarumar eden bu bir kısım medya nasıl oldu da, üç günde böyle olağanüstü etik bir gazetecilik zarafetine geldi?

* * *

Haberin Devamı

Cevabı basit...  

BİR:

Aman barış sürecine zarar vermeyelim” duygusu...  

İKİ:

Fransa polisi ve yargısının verdiği adli soruşturma ve hukuk dersi...  

Savcı hâlâ ihtimalden söz ediyor.

O gazeteciye bu gazeteciye, bavulla düzmece belgeleri servis eden bir polis yok.

Önyargısı da yok...  

Bu davayı bir intikam operasyonu olarak gören polis de yok.

Evet, Fransa polisi bütün Türkiye’ye bir “hukuk dili” dersi veriyor.

Orası başında “ileri” sıfatına ihtiyaç duyulmayan demokratik bir ülke.

Orada “şüpheli” var, ama hiç şüphesiz “bavul ticareti” yok.

Önce olağan şüphelileri tespit edip, sonra ona uygun şüpheyi yaratıp, en sonunda da iddianameye çevirme telaşındaki bir hukuk anlayışı, Paris’teki “şüpheli” karşısında mahcup düştü...  

İnşallah bundan sonra hukuk dilini de keşfeder ve ileride Türk adalet sisteminin “bavul dönemi” olarak geçecek olan bu kara günler geride kalır.

Haberin Devamı

Asansörde öpüşen İranlı kadın bana neler anlattı

HAHAHAA...  

Dünün en eğlenceli haberi, asansörde sevgilisini öperken kameraya yakalanan İran Yüksek Öğretim bakanıyla ilgili haberdi...  

Hürriyet İnternet sitesindeki görüntüyü seyretmediyseniz anlatayım.

İranlı bakan ile İran Ulusal Müzesi kadın direktörü asansöre giriyorlar.

Asansörde üçüncü bir kişi daha var.

O, ara katta inip, kapılar kapanınca, bakan bey direktöre sarılıp öpmeye başlıyor.

* * *

Uzun süre asparagas olabilir mi diye ihtiyatla bekledim.

Bakanın ve kadın müdürün isimleri de vardı.

Yazıyı yazmaya niyet ettiğim dakikalarda bu görüntüyü 123 bin kişi seyretmişti.

Kendi kendime dedim ki, asparagas olsa bile eğlenceli bir konu.

Doğruysa, bakın bu kısacık haberden neler öğrendik:

* * *

Haberin Devamı

-  BİR: Bir ülke şeriatla da yönetilse, şehvet şehvettir ve insanı nerede tutacağı hiç belli olmaz.

-  İKİ: Bu ülkede, kızların matematik ve fen derslerine girmelerine karşı olan bir yüksek eğitim bakanı, kadınların asansörde öpüşmesi fikrine sıcak bakacak kadar liberal olabilir.O

-  ÜÇ: Başı örtülü bir kadın, asansörde öpüşebilecek kadar cüretkâr ve meydan okuyucu olabilirmiş.

-  DÖRT: Sokakta kadınların başını örttürmek için önüne gelene saldıran ahlak muhafızları, o kadınların asansörde öpüşmelerine mani olamaz.

-  BEŞ: Şeriatla yönetilen İran’da, bir kadın Ulusal Müze Müdürlüğü gibi üst düzey görevlere gelebilir.

* * *

Yazdıklarıma bakıp sanmayın ki, ahlaki yargılama yapıyorum.

Tam aksine çok hoşuma gitti.

Paris’te okuduğum yıllarda İranlı birçok kız arkadaşım olmuştu.

Müthiş kadınlardır...  

Bu olay, 30 yıllık şeriat rejiminin, İranlı kadının içindeki cinselliği öldüremediğini gösteriyor...  

Yaşasın özgürlük... Ve helal olsun size...  

Totaliter bir rejim işte böyle içeriden çökertilir...  

Haberin Devamı

BU VASAT SENARYOLARLA O AVUKATLARI İÇERİDE TUTMAK ZOR

2000’li yılların başında İstanbul’da iki önemli şahsiyet ziyaretime geldi.

Biri İstanbul Terörle Mücadele’nin başındaki insanlardan biriydi.

Öteki ise MİT’in İstanbul Bölge Yetkilisi...  

İkisi de bana aynı şeyi söyledi:

DHKP-C’nin hücre evlerine yapılan baskınlarda bulunan öldürülecek kişiler listelerinin başında benim ismim varmış.

Daha önce PKK’nın ölüm listelerinden söz etmişlerdi.

Bana bir koruma görevlisi vermeyi teklif ettiler.

Yıllarca yanımda o koruma görevlisiyle gezdim.

Yani DHKP-C örgütüne hiçbir sempatim yok...  

Benim için hâlâ bir terör örgütüdür.

O nedenle son gözaltılarla ilgili bu yazıyı çok daha büyük bir iç rahatlığı ile yazıyorum.

* * *

Haberin Devamı

Kafamdaki sorularla başlayayım.

-  BİR: Allah aşkına, 100-150 metrekarelik bir apartman dairesinde, “11 çelik kapının kırıldığı” haberi size makul geldi mi?...  

Türkiye’nin herhangi bir yerindeki herhangi, sıradan bir apartman dairesi.

Kendi evinizi gözünüzün önüne getirin ve 11 çelik kapıyı, o plana yerleştirmeye çalışın...  

Çalışın bakalım sığıyor mu...  

Benim muhayyileme sığamadı...  

-  İKİ: Ya şu casusluk suçlamaları...  

İnandınız mı?...  

* * *

Ben inanamadım, ama bazı gazetelere ve televizyonlara bakıyorum...  

Maşallah Paris’teki “şüpheliye” karıncaezmez şefkati ile bakan gazeteler, bu senaryoları daha evlerdeki operasyonlar bitmeden satın alıp tedavüle sokmuşlar.

Avukatların ne teröristliği, ne casusluğu, ne ajanlığı kalmış...  

Yalnız bir dakika...  

Acaba polisimizde bir zihin yorgunluğu mu başladı?...  

Artık Ergenekon’daki, Balyoz’daki kadar yaratıcı senaryolar üretilemiyor...  

Kalite düşüklüğü var...  

Galiba MİT hesaplaşmasından sonra polis ve yargı içinde yapılan operasyonlarda yaratıcı elemanlar ıskartaya çıkarılmış...  

Senaryolar zayıf...  

11 çelik kapı bir türlü açılamıyor...  

“Kozmik” kelimesi zaten Bülent Arınç suikastı olayından sonra miadını doldurmuştu.

Burada çok demode kalmış...  

* * *

Ve dikkat...    .

İçeri aldıkları hukukçular, bir nevi Türkiye’nin “sınır tanımayan avukatları...”

Yani polisin ve savcıların boşluklarını yakalamayı iyi bilen insanlar.

Diyeceğim, bu vasat senaryolarla o avukatları içeride tutmak çok zor...  

Yine de büyük konuşmayayım.

Üç yıldır içerde yatan bazı insanları düşündükçe hissediyorum ki...

İçerideki avukatların da işi zor...

Yazarın Tüm Yazıları