Siyasette kadirşinaslık

Yıllardan 2004, aylardan Ocak. Yunanistan, iki ay sonra yapılacak genel seçimlerle yatıp kalkıyordu. Tüm kamuoyu araştırmaları, sosyalist Pasok’un seçimleri kaybedeceğinde, merkez sağcı Yeni Demokrasi Partisi’nin de 1993’te bıraktığı iktidara döneceğinde birleşiyordu.

Dönemin Pasok lideri ve Başbakanı Kostas Simitis, iyi dillere göre "belki bir şey değişir" umudu, kötü dillere göre ise "yenilgiyi hazmedemeyeceği" düşüncesiyle, parti başkanlığından istifa edip, o koltuğa o güne kadar Dışişleri Bakanı olan Yorgos Papandreu’nun oturması için yolu açıyordu.

2004 seçimlerini kaybetti Pasok Partisi, ama seçmeni de yeni liderine zaman tanımakta kararlıydı.

Yıllardan 2007, aylardan Eylül. Ülkede yine seçimler yapıldı ve Papandreu yine kaybetti. Üçbuçuk yıllık bu süre içinde yerel seçimlerin de, Avrupa Parlamentosu seçimlerinin de akıbeti farklı değildi. Panhelenik Sosyalist Hareketi’nde (PASOK) yenilgi, hani alışkanlık haline gelmişti.

Homurdanmalar, çatırdamalar, hatta isyanlar gecikmedi. Babasının; Andreas Papandreu’nun kurduğu partide Yorgos için "gitsin" sesleri yükseldi. Parti içindeki muhalefetin başını, Kültür Bakanı Evangelos Venizelos çekti. Boy ölçüştüler, Papandreu kazandı. Tarih, o yarışta Simitis’in sanki Venizelos’a göz kırptığını yazacak.

Yorgos Papandreu yeni vizyon, yeni isimler, yeni siyaset vaat etti. Aylar geçti üstünden. Değişen sadece mevsimlerdi. Kamuoyu araştırmaları Pasok’un dört yıl önce başlayan düşüşün bir türlü engellenemediğini gösteriyordu. Yeni Demokrasi Partisi ve onun lideri Başbakan Kostas Karamanlis, iktidarın getirdiği yıpranmadan nasibini alıyordu ama seçmen Pasok’a, Yorgos Papandreu’ya değil, küçük partilere kayıyordu.

İşler kötü gidiyordu vesellam. Papandreu’nun koltuğu yine tartışma konusu oldu. Dedikodular, imalı sözler, bel altı vuruşlar.

Yıllardan 2008, aylardan Haziran. Ve kıyamet günü geldi çattı. Pasok ve diğer muhalefet partileri, Avrupa Anayasası olarak bilinen Lizbon Anlaşması için referandum yapılmasını isteyen bir gensoru verdi parlamentoya. Papandreu hararetle savundu referandum talebini tabii ama kürsüye çıkan selefi Simitis, herkesi şaşırtarak tam tersini yaptı. Referanduma gerek olmadığını, Pasok’un iktidarda iken referandum istemediğini söyledi.

Parlamentoda onca zamandır yan yana oturan eski lider ile yeni liderin bu derin görüş ayrılığı, elbette Başbakan Karamanlis ve Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani’nin çok işine yaradı.

Sıra mektuplara geldi sonra. Papandreu, kendisine liderlik koltuğu yolunu açan Simitis’e partinin kapısını gösterdi ve "Madem siyasi görüşümüze katılmıyorsun, seni parlamento grubundan ihraç ediyorum. Ancak, o kadar teşrikimesai yaptık. Dolayısıyla bu ihraç kararımı resmen uygulamaya koymayacağım" diye yazdı. Simitis’in cevabı ise "Ne bu partiyi kuran baban, ne de ben öyle siyasetler izlemedik. Üst üste seçim kaybediyorsun. Pasok küçülüyor. Benim için ise ne düşünüyorsan yap umurumda değil" oldu.

Köprüler yıkıldı. Kamuoyu araştırmalarına göre Pasok seçmeninin yarısı Papandreu, yarısı Simitis’i haklı buluyor.

Siyasette kadirşinaslığa o kadar da sık rastlanmıyor. Halef selefini, selef halefini an geliyor vuruyor, yıkıyor Ha bir de, hangi müessesede olursa olsun işler iyi gitmeyince dırdır, kargaşa hiç dinmiyor.

Mitoloji ve bugün

Mitoloji der ki, evvel zaman içinde, bu diyarda Jason (İason) diye biri babasından tahtı çalan amcası Pelias’a "O makam benim hakkım" dediğinde, "Sıkıysa al. Git önce Altın Post’u getir sonra bakarız" cevabı almış. Arkadaşlarını, savaşçılarını almış yanına Jason, "Argo" adlı bir tekneye binip bugünkü Yunanistan’ın Volos limanından ta bugünkü Gürcistan’ın Potin şehrine, o zamanki adıyla "Kohlis Ülkesi’ne" yol almış.

Altın Post iktidarın ve zenginliğin sembolü idi. Kohlis Ülkesi’nin kralı Aietes, "Amcam, babama delikanlı davranmadı ver şu postu" diyen Jason’a belki de "Senin annen güzel mi? Ne diyon sen? Postu istiyorsan ona layık olduğunu göstermelisin" cevabını verdi.

- Ee, nasıl olacak bu iş?

- Gayet basit. Önce ateş püsküren öküzleri yeneceksin, sonra da dişlerinden asker çıkaran ejderhayı.

Bunları nasıl yapacağını kara kara düşünürken Jason, bir çift gözün kendisine hayranlıkla baktığını hissetti.

Bir kadın... Kral Aietes’in kızı, büyücü Medea (Midia).

Demek "neyi bildiğin değil, kimi tanıdığın önemli" gerçeği, Milat’tan 3 bin yıl önce de geçerliymiş. Biraz kakara, biraz kikiri vermişler mercimeği fırına.

Kadın sırılsıklam aşık. Büyü yapmış ve Altın Post’u koruyan o dişlerinden savaşçı çıkaran ejdehayı uyutup sevdiği erkeğin iktidar ve zenginlik sembolünü çalmasına olanak sağlamış.

Birlikte binmişler "Argo" teknesine ve geriye dönüş başlamış. Şüphesiz Kral Aietes’in "kızını dövmeyen dizini döver" sözünden haberi yoktu. Kızmış, öfkelenmiş. Askerlerine "Haydi teknelere, bulup getirin" demiş demesine ama atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiş.

Mitoloji üç aşağı beş yukarı "Argonotların Seferi"ni böyle anlatır.

Gelelim günümüze...

Yunanistan, mitolojiiyi canlandırmak için tam 6 yıl önce bir proje başlattı. Bu çerçevede Kohlis Ülkesi’ne giden "Argo" teknesinin tıpatıp benzeri inşa edildi. Ardından çeşitli ülkelerden kürekçiler bulundu ve yeni "Argonotların Seferi" için geriye sayışa geçildi.

Ne var ki Türkiye’den Boğazlar ve Karadeniz’den geçiş izni verilmedi. Gerekçe olarak da "güvenli geçişin sağlanamayacağı" gösterildi. Türk medyasında bu işin arkasında başka "emeller" bulunduğu yazıldı.

Benim işim Atina’dan bildirmek. Bildireceğim de, sözkonusu projeyi hazırlayan "Navdomos Enstitüsü" yetkililerinden Apostolos Kurtis"in, Türkiye’nin red cevabı için "dayanılmaz derecede şaşırtıcı" dediğidir.

Yunan yetkililer "Argo"yu illa da yola çıkarmakta kararlı idiler. Çeşitli alternatifler üzerinde duruldu. Sonunda "Bir riyavete göre, Jason aynı yoldan dönmedi. Tuna ve Adriyatik’ten geçti" görüşü benimsendi.

"Argo" bu satırlar yazılırken yola çıkmış olmalıydı. Tam iki ay süreyle 88 kürekçi asılacak küreklere, tam 37 limana uğradıktan sonra da yeni "hedefe", yani Venedik’e ulaşacak tekne.

Euro 2008

Umutlar büyüktü, beklentiler de öyle. Sponsorların reklam uğruna mübalağaları ile çıta yüksek mi yüksek. Euro 2004’te herkesi şaşırtarak kupayı kaldıran Yunan Milli Takımı’ndan aynı başarı bekleniyordu. Hiç değilse, bir önceki Avrupa Şampiyonu unvanına yakışır bir derece.

Sıkı mı sıkı savunma, kısa paslarla orta sahada top öldürmek, rakibi oynatmamak, hatta sinirlendirmek ve duran toplarla her maçı 1-0 kazanmak taktiği ile dört yıl önce Portekiz’de mucizeyi gerçekleştiren Yunan Milli Takımı, Euro 2008’e de aynı zihniyetle, aynı futbolu oynamak için gitti.

Evdeki hesap çarşıya uymadı. Tüm rakipleri bu "formülü" çözdü ve Yunan Milli Takımı, grubunda İsveç, Rusya ve İspanya’ya yenilerek şampiyonada erken havlu attı.

Düş kırıklığı mı? Hayır. Başarısızlığın faturası, ne Alman teknik direktör Otto Rehagel’e ne de futbolculara kesildi.

Medya olsun, bu diyarın insanı olsun, herkes Rehagel için, futbolcular için "Dört yıl önce o mucizeyi gerçekleştirdiler. Başarısızlık da hakları" dedi.

Eleştiriler Yunan Milli Takımı’nda gençleşmeye gidilmesi, 2010 Dünya Kupası için yeni bir kadro kurulması yönünde idi. İlla da başarısızlığa bir suçlu aranacaksa, adres olarak "futbolun patronu" yani Yunan Futbol Federasyonu gösterildi.

Medya, 70 yaşındaki teknik direktör Rehagel’i incitmemeye, üzmemeye özellikle özen gösterdi. Rehagel de medyaya çatmamaya.

Taraftar, 2-1 yenildiği İspanya maçından sonra, herşey bittikten sonra bile futbolcuları tribünlere çağırdı. "İşte işte şampiyon" diye tezahürat yaptı.

Bir yandan bu manzara, diğer yandan Türk Milli Takımı’nın grubundaki maçları ile ilgili gereksiz, manasız açıklamalar, yorumlar. Herkes biraz bekleyemez miydi?
Bunun ötesinde, burada herkes İsviçre ve Çek Cumhuriyeti maçları için Türk Milli Takımı’na şapka çıkardı. "Bizdeki 2004’teki hırs ve azim, bu defa Türkler’de var" ve hatta "Kupayı kaldıracaksa niye başkası olsun, komşu Türkiye olsun" diyenler çıktı.

"Euro 2008"in Avusturya ve İsviçre’de düzenlenmesine üzülüyorum desem yeridir.

Eğer hepimiz inanmış olsak, eğer herkes üstüne düşen görevi yapsa, miliyetçilik, önyargı olmasaydı, bugün bütün dünyanın gözleri, Ege’nin iki yakasına çevrilmişti. Türkiye ile Yunanistan’ın "Euro 2008"e ev sahipliği için ortak başvuruları pek çok şeyin aşılması için iyi bir fırsattı.
Yazarın Tüm Yazıları