Sedat Ergin: Kábustan uyanmak

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

SANKİ bir kábustu. Başka bir ülkede, ancak senaristin hayal gücünü zorlayarak tahayyül edebileceği bir kurgu, gözlerimizin önünden gerçeğin kendisi olarak geçti.

Kábus olmadığını, harekát bittikten sonra enkaza dönüşmüş olan cezaevi binalarının halini gördükçe daha iyi anlıyoruz.

Demirlere bağlanmış bir insanın alevler içinde yanışı, genç bir kızın üzerine alkol döktüğü anlar gözümüzün önünden gitmiyor.

Sorumlu olanlar, sizler, hepiniz, bu ülkenin 65 milyon insanına bu kábusu yaşatmaya, küçük çocukları akşam televizyonun başında bu görüntülerle korkutmaya ne hakkınız vardı?

Artık geride kaldığına göre, şimdi geriye dönerek bu kábusu neden yaşadığımız sorusuna serinkanlı bir şekilde yanıt aramamız gerekiyor.

Bunu yaparken olaya bir şekilde taraf ya da müdahil olan aktörlerin hepsinin toplu bir sorumluluğunun olduğunu teslim etmemiz gerekiyor.

* * *

Meselenin özü şudur: Bir devlet, teorik olarak kendi denetiminde bulunduğu varsayılan hapishaneleri örgütlerin elinden geri alabilmek için tam sekiz tabur asker kullanmak zorunda kalmıştır.

Bu, ancak Afrika ya da Latin Amerika ülkelerinde karşılaşılabilecek tuhaf bir durumdur ve Türkiye'nin gerçekte Üçüncü Dünya ülkeleri ligine aidiyetini perçinlemiştir.

Sorumluluk, öncelikle, cezaevlerinin bu duruma düşmesine seyirci kalmış, daha doğrusu körleşmeyi tercih etmiş olan geçmiş hükümetlere gidiyor.

Türkiye, 1990'lı yıllarını siyasi zümrenin kavgaları ve kısır hesaplarıyla heba ederken, hapishanelerini de örgütlere teslim etmiştir.

Krizin sistem açısından düşündürücü bir sonucu vardır: Sivil idare altında olan cezaevlerinin kurtarılabilmesi için asker yardıma davet edilmiştir.

Olay, geniş ölçekte bakıldığında, devlet aygıtının siyasilerin kontrolündeki sivil sektörünün başarısızlığının, aczinin bir kanıtıdır.

Örgütler, açlık grevlerini F tipi cezaevlerine geçişi engellemek amacıyla başlatmış olmakla beraber, sonradan bu amacın dışına çıkıp devlete meydan okuyarak, açık bir savaşa girişmişlerdir.

Her savaş kararı, çatışmada girilecek azami zararla, karşı tarafa verdirilecek zararın muhasebesine dayanır.

* * *

Bu açıdan bakıldığında, son tahlilde devlet güçlü çıkmış olsa da, salt dış dünyaya yansıyan görüntülerin korkunçluğu bile Türkiye'yi kolay kolay telafi edemeyeceği bir zarara uğratmıştır.

Düşündürücü bir başlık da örgüt içi koşullanmanın kazanabildiği boyutların ürkütücülüğü ve sol düşünce adına yola çıkan grupların, bu düşüncenin kucaklaması gereken insanlık değerlerinden bu ölçüde uzaklaşabilmiş olmalarıdır.

Bazı sivil toplum kuruluşlarının olayların seyri içindeki performansları da herhalde kamuoyunda uzun süre tartışılacaktır.

Sivil toplum, devleti denetlemek, sorgulamak, hatalarına işaret etmek için vardır. Eleştirisini acımasızca yapmak, görevidir.

Ancak devleti haklı olarak eleştirirken, sahip olunan ikna gücünün örgütler üzerinde kullanılmaması, aksine eylemi cesaretlendirici bir tutumun sergilenmesinin nedeni izaha muhtaçtır.

Sonuçta, bir insanın yakılmasının sorumluluğu, olayın bu noktaya gelmesinde rolü olan herkese atfedilecektir.

Yazarın Tüm Yazıları