Nobel'i hak etmek

ORHAN Pamuk ile ilgili yazılara istinaden size Nobel ödülleri tarihinden küçük bir öykü anlatmak istiyorum.

Haberin Devamı

Kahramanımız Boris Pasternak... Ülkesindeki uygulamaları eleştirmekle vatanını savunmak arasındaki ince çizgiyi kavrayabilmiş, çağımızın tartışmasız en büyük yazarlarından biri. En tanınmış romanı 'Doktor Jivago'dur (Doctor Zhivago). Rus insanının Sovyet devrimi sırasında yaşadığı acıların arka planında yer aldığı büyük bir aşk romanıdır 'Doktor Jivago'...

Yıl 1958'dir.

Yani Soğuk Savaş'ın en civcivli zamanı... Sovyetler Birliği dünyadaki iki süper güçten biridir ve bugün çok iyi anlaşılabildiği gibi herhangi bir süper güç canının istediği ülkeyi gidip işgal edememektedir. Batı dünyası çıkan her fırsatı Sovyetler Birliği'nin aleyhine kullanmaya çalışmaktadır. Fırsat ayaklarına gelmiştir. Pasternak bir rejim aleyhtarıdır. Kitaplarında da Sovyet Devrimi'ni eleştirmektedir.

İşte muhteşem bir fırsat. Kendisine o yılın Nobel Edebiyat ödülü verilir.

ÖDÜLÜ REDDETTİ

Gerçi Pasternak yazarlığıyla bu ödülü çoktan hak etmiştir ama ödülün yazarlığı için değil ülkesini eleştirdiği için verildiğini anlayacak entelektüel birikime de sahiptir. Ödülü reddeder. Propaganda makinesi çalışmaya başlar. Reddetme gerekçesi hemen yaratılır. Sovyetler Birliği yönetimi yazarın ödülü almasına izin vermemiştir ve kendisini medyada rezil etmekle tehdit etmiştir. Yazarlar Birliği, Pasternak’ı ülkeden attırmak için elinden geleni yapmıştır.

İşte bu noktada Boris Pasternak, Nobel Ödül Komitesi'ne bir mektup yazar:

"Romanımın çevresinde gelişen siyasi kampanyanın kazandığı boyutları görünce ve Nobel ödülünün bana verilmesinin, çok çirkin sonuçlara varan siyasi amaçlı bir karar olduğu kanısına varınca kimsenin zorlamasıyla değil kendi irademle ödülü reddettiğimi belirtirim."

Bu kararda, hayatının son 14 senesinin aşkı Olga Ivinskaya’nın büyük rolü olduğu anlatılır. Sevdiğini Stalin’in kamplarından korumaya çalışmıştır Ivinskaya...

'Doktor Jivago', Rusya’da 1988’de yayınlanır.

Pasternak 1960’ta hayata gözlerini yummuştur.

Haberin Devamı

Aradan seneler geçer. Pasternak’ın oğlu, babasının o zamanki yaşlarındadır. İsveç Büyükelçisi Sayın Werner’den telefon alır. Elçi, Nobel Komitesi, İsveç Büyükelçiliği ve Rusya Kültür Bakanlığı’ndan aldığı izinle Pasternak’ın Nobel Ödülü'nü oğluna takdim etmek istemektedir.

Haberin Devamı

Hak yerini bulur!

Ekin ÇAĞLAR

(Not: “Boris Pasternak: The Nobel Prize. Son's memoirs" adlı makaleden alıntılarla.)

Ağar, Ordu'ya tatlı sert

DÜSSELDORF Havalimanı’na indiğimizde pasaport kuyruğunda Karadenizli olduğu tahmin edilen bir erkeğin yanında türbanlı olan eşi Alman’dı. Uzun boylu kadın topuklarına kadar bir pardösü giymişti. Karı-kocanın giysileri gayet ‘Avrupalı’ tarzda seçilmişti.

Çiftin yanlarında da ‘Alman güzeli’ bir kızları vardı. Kulağındaki büyük altın küpeler Almanların pek itibar etmediği türdü.

Anlaşılan Alman anne, eşine olan sevgisinden ‘Müslüman’ olmuş; gayet rahat bir biçimde Üzerinde ‘Kartal’ bulunan pasaportunu polise uzattı. Bir yandan da kızıyla Almanca sohbet ediyordu; baba ise Türkçe... Daha sonra Köln’e geçtik. ‘Ring'ler denilen bulvarlarını gezdik. DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın İstanbul-Köln uçağından inişini bekledik.

Ağar, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “O zat iktidar da olsa...” diye başlayan Milliyet’teki demecine karşı ne diyecekti?

Güneydoğu gezisindeki çıkışları ve son olarak SkyTürk’deki söyleşisinden sonra, “Dağda savaşacaklarına ovada siyaset yapsınlar” sözüyle gündeme oturan DYP liderinin sözleri, bazı çevreler tarafından bunun PKK’ya bir af çağrısı gibi algılanması, bazı çevrelerde de sıkıntı ve kaygı yaratmıştı.

‘Milliyetçi’ ve ‘ulusalcı’ hassasiyetçi sahip çevrelerin, “Ağar ne yapıyor, Amerika’nın dümen suyuna mı giriyor?” sorularına yol açmıştı.

Haberin Devamı

Ağar “Hiçbir yerde af sözü etmedim” dese de konu gündeme oturmuştu.

Bu sözler, partinin belirli bir kanadında “Ne oluyoruz?” eleştirilerine yol açarken, “Güvendiğimiz dağlara kar mı yağıyor?” sorusunu da akla getiriyordu.

Biz bunları, uçakta beraber geldiğimiz Zaman Gazetesi Frankfurt Haber Müdürü Ahmet Özay ile konuşurken, gazetenin Avrupa baskısında dün yer alan Ağar’ın, Avrupa’daki Türkler ile ilgili söyleşisini gösterdi.

FUKARAYA ARKANI DÖNERSEN...

Özay, “Ağar’la konuşmak için iki günlüğüne İstanbul’a geldim. Kendisini iftar ve sahur olmak üzere 24 saat izledim. SkyTürk’deki söyleşisini stüdyodan dinledim. Daha sonra danışmanları ve korumalarıyla birlikte 4. Levent, Kömürcüler Sitesi’nde ‘Eğin Otogaz’ lokantasına gittik. Orası Erzincanlılara ait bir esnaf lokantasıydı. Ağar’a zeytin, peynir, salata ve çaydan oluşan bir sahur yemeği hazırlamışlardı. Ben 21 yıldan beri Almanya’da gazetecilik yapıyorum. Herkesin uyuduğu bir saatte 120-130 kişilik bir kalabalığın kendisini o saatte bekleyerek, tespih gibi dizilip el öpmeleri dikkatimi çekti. Biz Almanya’da bu sahneleri unutmuşuz. İçimden şu geçti; Ağar’ı sevenler 2007 Kasımı'ndaki seçime şimdiden start vermişler. Demek ki, Türkiye, 13 ay kalsa da iyice seçim havasına girmiş...”

Haberin Devamı

Ağar’ın şu sözü Özay’ın dikkatini çekmiş:

“Eğer bir adam fukaraya arkasını dönerse, ondan bir şey olmaz.”

Bu sözlerin direkt adresinin Başbakan Erdoğan olduğunu söylemeye gerek yok.

Zaten bir süreden beri Ağar, özellikle de adını anmamaya özen gösterse de AKP’nin bütün kadrolarını hedef aldığı açık.

İSTANBUL’UN ‘LEBON’U

Bu arada Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü Alişan Hızlı, Sollingen’den Ağar’ı dinlemeye geldi. Onunla, yukarda sözünü ettiğimiz Ring’te, bir pastanede buluştuk. Bizim eski Lebon’u hatırlatıyor. Ancak o güzelim pastalardan sipariş veren üç kişi vardı. Yaşlı çiftler ise kahve içiyorlar. Bir masada da genç bir Türk çifti oturuyordu; Türkiye’deki maçları konuşuyorlardı.

Kızın bir ara ağladığını gördük.

Pastane ‘antika’ olsa da işgücü maliyetlerinden dolayı ömrünün son nefesine gelmiş pastanelerden biri... Servis pahalı olduğu için genç nesiller pastanelere itibar etmediği için Köln’ün son ‘nesil’ pastanelerinden biri sayılıyormuş artık.

Belki birkaç yıla kadar kapanacağı görülüyor.

Daha sonra Aydın Yardımcı’nın Genel Başkanlığını yaptığı Avrupa Demokrasi Vakfı’nın binasına geçtik. Az sonra DYP lideri geldi; beraberinde parti yöneticilerinden Nevzat Ercan, Celal Adan, Nüzhet Kandemir, Bahattin Şeker, Birol Özcan, Mehmet Eraslan ve milletvekili Ümmet Kandoğan vardı. Bir de ekonomist-televizyoncu Yiğit Bulut!...

Türk-Alman İşadamları Federasyonu'nun (İTİDAF) kurucu başkanlığını yapmış olan Yardımcı, Avrupa’daki Türklerin yakından sevdikleri ve değer verdikleri bir kişi. 30 yıl önce Ankara’dan Almanya’ya gelen Kırşehirli işadamı bir tesadüf sonucu ‘et toptancılığı’ yaparak büyümüş. Avrupalı Türklerin, gönlünde hala derin bir yeri olduğu görülen Turgut Özal döneminden başlayarak ANAP yöneticilerine yakın olan Yardımcı, özellikle Mesut Yılmaz’ın Köln’de öğrenim görmesinden dolayı Yılmaz’la çok yakın olmuş. Ancak ANAP’ın ‘çökmesi’ ve Yılmaz’ın siyasetten uzaklaşmasıyla birlikte Yardımcı, bu kez Mehmet Ağar’ın Avrupa’ya açılımında önemli bir isim sayılıyor bugün.

Haberin Devamı

Salonda vakıf üyeleriyle bir toplantı yapan Mehmet Ağar, Almanya’daki Türk gazetecilerine, Almanya’da yapacağı gezinin bir programını çizdi. Bu arada Büyükanıt'ın Milliyet’de yer alan sözlerini de yanıtladı:

“Bizim hükümette olmamız durumunda hiç kimse böylesine bir açıklama yapmak ihtiyacı hissetmeyecek.. Açıklamalarımızı iyi izleyenlerin böyle bir sonuca varmaları mümkün değildir. Hiçbir açıklamamızda genel af iması yoktur. Türkiye’de yüreğinde evlat açısı olan hiçbir anne arasında ayrım yapmayız biz.”

Daha sonra hükümetin Avrupa’da 'medyatik görüntülerin’ ötesinde hiçbir başarısı olmadığını belirterek “Söyleyin hangi meseleyi halletti iktidar. Buna karşı güç göstermezseniz mevcut yönetimlerin, asimilasyona yakın bir çizgiye ulaştığına tanık oluyoruz.”

Ağar'ın ağzından şöyle bir cümle daha çıktı:

"Yediğim pekmez, gittim Antep... Benim adım Mehmet Ağar..."

Türklerin sorunlarına ilişkin yanıtlar da veren Ağar, toplantıyı bitirdiği anda, gazetecilere bir şey daha ekleyeceğini söyledi.

Cümlesi şöyleydi:

“Askerle siyaset yapılmaz,askersiz de bu coğrafyada devlet idare edilemez.”

Bu sözler, daha önce ‘af’ gibi yorumlanan PKK’nın ovaya inmesi sözlerine karşı askerle ortak hassasiyetini paylaştığını ortaya koyan bir ifadeydi.

Yani Ağar açısından bir sorun yok.

Ağar daha sonra arkadaşlarıyla birlikte Ren Nehri'nde bir gemide Zaman Gazetesi tarafından verilen iftar yemeğine katıldı. Almanca bir sunuştan sonra okunan ezanla oruçlar açıldı.

Akşam Renaissance Oteli’ne döndüğümüzde resepsiyondaki Alman görevli bayan soruyordu:

“Sahur yemeği ister misiniz?”

Benim bıraktığım İstanbul bu değildi'

NEBAHAT Pohlreich, Bielefeld'te (Almanya) 1967 yılından beri yaşıyor. 1973- 2004 yılları arasında Sosyal Danışman olarak Türkiye'den gelmiş insanlarımıza yönelik çalışmalar yapan bir kuruluşta çalışmış. 2004 yılından bu yana emekli.

1993 yılında Uğur Mumcu'nun öldürülmesine bir tepki olarak kentinde Çağdaş Yaşam Derneği'ni kurmuş. O tarihten beri de bu başkanlığını yapıyor. 1999'da derneğe bağlı olarak bir 'kadınlar kahvesi' kurmuşlar. Bu kahve bünyesinde kadınlara yönelik sosyal ve kültürel alanda çalışmalar yaptıklarını söylüyor.

Nebahat Hanım'ı biz politik yönüyle tanıştık. Bostancı Gösteri Merkezi'nde yapılan bir CHP İl Kongresine katılmıştı; ilginç konuşmasıyla dikkat çekmişti.

Sosyal demokrasi ile 1950'de Fatih'teki meydanda 'tanışmış'; henüz 8 yaşındaymış o zaman. "Yani ben sosyal demokrasi ile Almanya'da tanışmadım" diyor. 1991 yılından itibaren 9 yıl Bielefeld kentindeki SPD teşkilatında Yönetim Kurulu'nda görev yapmış; 1994'den bu yana da 3 seçim dönemi Bielefeld Büyükşehir Genel Meclis üyeliğini sürdürüyor.

SEÇİLEN İLK YABANCI

"Gerek politik, gerekse sosyal alanda içinden yalnız başına çıkamadıkları sorunlarında insanlara yardım ederken onların sarışın veya esmer

Hıristiyan veya Müslüman kadın veya erkek zengin veya fakir

olmalarına asla bakmadım "diyor. Bundan dolayı da 1994'de Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti'nde yapılan seçimlerde tercihli oylarla parlamentoya direk giren (seçilen) yabancı kökenli ilk politikacı...

Nebahat Hanım, geçen ay İstanbul Küçükyalı'daki evine geldiğinde başından geçenleri bize yazacağını söylemişti.

Başlıyor:

"İnsanlar, özellikle de Türkiye`den gelenler dönüşde ülkede yaşadıkları sorunları bana aktardıklarında bir masal dinler gibi oluyordum, inanamıyordum.

Bana anlatılan olayların benzerini geçtiğimiz ay geldiğim İstanbul'da kendim yaşayınca bunları sizinle paylaşmak istedim.

İstanbul Küçükyalı'da 1979 yılında aldığım ve emekli olduğumda gider içinde otururum diye düşündüğüm bir dairem var.

20 yıldır üzerime kayıtlı gerek Türkiye’deki gerekse Avrupa'daki kimselerin beni arayabileceği bir telefonum var.

Evimin tüm masrafları Halk Bankası Beşiktaş Şubesi'ndeki hesabımdan ödenmekte. Ayrıca dairem tüm hasarlara karşı Yapı Kredi Yuvam Sigorta'da sigortalı. Sigorta yıllık primlerim de hayli yüksek. Primler her yıl MasterCard hesabımdan çekilmekte.

Geçen yıl evimin bir panjurunun düşmek üzere olduğunu komşum bildirince İstanbul'a geldim sigortaya bildirdim. Gelip kontrol edilmesinden sonra onarımı yaptırıp 300 milyon küsur tutarındaki faturayı ve Halk Bankası hesap numaramı sigortama bildirerek Almanya'ya geri döndüm. Evimin aylık masrafları için Banka hesabıma ayrıca para yatırmadım çünkü sigortadan alacağım para bunu en az 2 yıl karşılardı.

Gerek Federal seçimler, gerekse eşimin hastalığı dolayısıyla tam bir yıldır

İstanbul'a gidemedim.

8 Eylülde oğlumla İstanbul'a gelmek üzere yoldayken, oğlum Küçükyalı'daki evin telefonunu Alman eşine bıraktığını deneme olarak da telefonu açtıklarını ama bir erkeğin telefona çıktığını söyledi. Oğlum bu erkeği temizlikçi sanmış.

Tabii şaşırdım ve cebimden numarayı aradım. Gerçekten telefonuma bir adam çıktı ve telefonu benim geri verdiğimden dolayı kendisinin aldığını söyledi.

Aklıma hemen kötü şeyler geldi.

Küçük oğlum bizden 1 saat önce Berlin üzerinden İstanbul'a gidiyordu. Bir aksilikle karşılaşmaması için komşularıma telefon açarak elektrik ve suyun kesilip kesilmediğini sordum, posta kutuma baktılar herhangi bir mektubun olmadığını söylediler.

İstanbul'da yaşadıklarım ise bir felaketti.

Ücreti ödenmediği için telefon doğal olarak kesilmiş.

20.2.2005'den beri Yuvam Sigorta'da bekleyen işlemim tamamlanmamış benden evin tapusu beklenmekteymiş. Sanki ben tapunun gönderilmesinin gerektiğini rüyamda gördüm de bunu yerine getirmedim.

Küçükyalı Telefon Müdürlüğü, 133.25 YTL olan borcun tahsili işlemini Kartal`da Mustafa Yalbuz isimli bir avukata vermiş. Bu avukat 134 85 YTL masraf ve 110 YTL vekalet ücretinin tahsili için elime geçebilecek hiçbir tebliğ yapmadığı halde telefonumu kestirmiş ve telefon başkasına satılmış.

Yeni bir telefon için başvurdum ve aldım.

Bankada hesap açtırmak istedim. Vergi Dairesinden vergi numarası istediler. Aldım. Vergi Dairesine gittim, Vatandaşlık numarası istendi. Aldım.

Bundan sonra banka hesabımın İnternet üzerinden takibinde gerekli işlemlerin yapılması için Halk Bankası Küçükyalı Şubesi'ne gittim. Hesabımın Beşiktaş'tan Küçükyalı'ya aktarılmasını istedim. İşlem yapamayacaklarını hesabı getirebileceklerini ancak elektik su vs masrafların ödenmesi için mevcut işlemlerin Küçükyalı'ya aktarılması için Beşiktaş'a gitmem gerektiği bildirildi.

Beşiktaş'a gitmek zor geldiğinden bu defa sırf telefonun ödenmesi için Küçükyalı'da yeni bir hesap açtırdım.

Halk Bankası Küçükyalı'dan Beşiktaş'a da bir miktar para havale ettirdim. Bunun için de 5 YTL masraf ödedim, sebebini de anlayamadım.

Eski telefon masraflarımın Beşiktaş Şubesi tarafından ödenmemesi için yine Beşiktaş'a gitmek zorunda kaldım.

Bu defa bu şubeden Küçükyalı`dan hesabımı kapatmamı, tüm işlemlerimi yine Beşiktaş üzerinden yürütmemi önerdiler. Emekliye ayrılan daha önce bankada çalışan arkadaşımın hatırına bunu yaptım. Ama bu sefer Küçükyalı'ya gidip telefon ödeme işlemini Beşiktaş'a aktarmam gerektiği bildirildi.

Ayrıca İnternet üzerinden işlem için bana verilen numaraya telefon etmem istendi.

Ertesi gün verilen numaraya telefon ettim; adın, soyadın, doğum tarihin?

Yok; tutmadı, telefon konuşması bitti. Telefonu yineledim yine doğum tarihimde çaktım. Araya Beşiktaş şubesi girdi.

Doğum yılımda düzeltme olduğu için, hangi sebepten bilmem ama eski doğum tarihim kayıtlarda gösteriyor. Kayıtlar düzeltildi.

Telefonu yineledim

Bu defa adreste takıldık.

Ben ayrıca yeminli tercüman olarak da 30 yılın üzerinde çalıştım.

Kendimi paramı emanet ettiğim bir bankada değil de poliste, mahkemede sorguda hissettim.

Tekrar tekrar denedim; en sonunda hastalığa yakalanmamak için nline- yani İnternet sistemi ile hesabımı kontrol etmekten vazgeçtim.

Küçükyalı Şubesi'ne giderek telefon hesabımı kapatmak istediğimi söyledim.

Başlattığım işlemleri tamamlamalıydım.

Genç bir memur bayan Beşiktaş'a telefon ederek buna gerek olmadığını ve ne yapılması gerektiğini telefonda kendilerine bildirdi.

Sonuçta banka işlemleri için 2 haftalık İstanbul tatilimin en az bir haftasını ve paramın o sıcakta en az 500 YTL taksi ücreti olarak harcadım.

Avukata telefon ederek bana neden tebligat yapılmadığını sordum. Cevap benim sorumun tam dışında kaldı, kapattım.

Anlayacağınız Türkiye'den izinden dönen vatandaşın bana anlattıklarını bu kez ben kendim bizzat yaşadım.

Benim bıraktığım İstanbul böyle değildi.

Hele 1967 de buraya gelirken geride bıraktığım Türkiye hiç böyle değildi.

Bir kere 'siz' değil herkes birbirine 'sen' diye hitap ediyor.

Türkçe bilen eşime, oğluma bunu anlatabilmem oldukça zor.

Dolaşmak zorunda kaldığım dairelerde herkes bir havaya bürünmüş. Almanya'daki kendi durumumu düşünerek bir komplekse kapılma durumuna düştüm.

Memur kendisi oturuyor, karşısındaki boş sandalye sanki süs içinmiş gibi, vatandaşa ne yer gösteriyor, ne selamlıyor, ne selamı alıyor, ne de insanın yüzüne bakıyor

Herkes kendini daha yüksek hissediyor.

Bugün Türkiye'yi yönetenleri gazete ve televizyonlardan izlediğimde 'balık baştan kokar' tabirinin ne kadar yerinde olduğunu düşünüyorum.

Ülkeyi yönetenlerin vatandaşa davranışları, hitapları farklı mı? Hayır.

Ancak yaşamını insanlara adamış insanlarla insanlar için çalışan

benim veya benim gibi kimselerin Türkiye'nin giderek içine düştüğü bu durumu kabul etmesi olanaksız.

Tüm üzüntüm şu ki; yaşamım boyunca Küçükyalı'daki daireden başka hiçbir yatırımda bulunmadım ve yaşlandığımda eşimle İstanbul`a gelir, yerleşirim diye düşünmekteydim.

Bu ümidimi de kaybettim ve ben yıkıldım.

Ülkemiz giderek yaşanılmaz bir hale gelmekte.

En azından başka sistemde yıllarca yaşamış benim durumumdaki insanlar için.

Nebahat POHLREİCH-BİELEFELD- ALMANYA Npohlreich@aol.com

500 bin dilekçeli dava önerisi heyecan yarattı

- BİR defaya mahsus bazı insanlar bu basiret zincirini kırmak istiyorlar. Bende yanlarındayım. Avrupa'daki gelişmiş ülkelerdeki gibi halkı bilgilendirip birleştirmek lazım. Bu da bilgili, tecrübeli, vizyon sahibi, dürüst insanların birleşmesi sayesinde olur.

Her şeyden önce Türkiye'yi idare eden kişilerin sağ duyularının çok kuvvetli olup; ileriyi gören ekip ile başarması lazım.

Eski at, it ve eşekle yarış kazanılmaz.

David METİNER/MARSİLYA

d.metiner@infonie.fr

- AMERİKA'da yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bende görevimi yapmak istiyorum.

Muammer ŞAHİN/MİLWAUKEE

msah13@yahoo.com

- BİR Türk vatandaşı olarak açılacak davaya katılmak ve üzerime düşen görevi yerine getirmek istiyorum. Sayın Süheyl Batum'a teşekkür ederken size de yaptığınız bu hizmet için teşekkürü bir borç bilirim.

Ercan SOYKÖK

ercansoykok@gmail.com

- BU onur savaşımızda katkılarınızı hanemize değil yüreğimize altın harflerle

yazacağız. Size ve gazetenize sonsuz teşekkürler.

Bülent SERİN

info@serin-solingen.de

- FRANSIZ Parlemantosu'nun bu kararına karşı düşünülen ihlal davaları için

aranılan 500 bin kişiden 300 bin kişisini Fransa'da yaşayan biz Türk

vatandaşlarından sayabilirsiniz. Bizler bu kanun çıkarsa peşinen potansiyel suçlularız. Siz geri kalanları bulun.

Süha BİNGÖL

suha.bingol@orange.fr

- 500 bin kişi ile Fransa'ya açacağımız davayı İsviçre'ye neden açmıyoruz? Bu konuya eğilebilirseniz sevinirim.

Burçin ELMASTAŞI

- FRANSIZ hükümetinin aldığı bu kararla ilgili olarak hep birlikte mücadele etmek için elimden geleni yapacağım.

Volkan ÜSTÜNEL

volkan.ustunel@rcmail.biz

- BU çok güzel öneriyi dile getirdiğiniz için teşekkür ederiz. Başvuruyu yapacağımız adresleri ve yöntemi de gazetenizde duyurarak, bu konuda zaman kaybetmeden ulusal bir etkinliğe dönüştürmemize yardımcı olacağınıza inanıyoruz. Hatta bu konuda ulusal bir İnternet sitesi oluşturulması ve başvurular hakkında doğrudan bilgi ve takibin gerçekleştirilebileceği bir ortamın yaratılmasında da büyük yarar var.

Gürsel Kahraman

Fransa’ya ulusal ve uluslararası tepkiye Gaziantep öncülük etmeli

FRANSA'da soykırım tartışmasını yasa zoruyla ceza konusu yapma şaşkınlığı ve saçmalığı karşısında AKP iktidarının beceriksiz ve teslimiyetçi tutumu nedeniyle Türkiye gerekli tepkiyi koyamamaktadır.

Çuval olayındaki aczini “soykırım” soytarılığı karşısında tekrarlayan AKP iktidarının ulusumuza yeni bir aşağılamanın utancını yaşatmasına engel olmak için onun sinesinden çıkacak bir halk hareketine gerek vardır.

Bu hareket için Kurtuluş Savaşı’mızdan Fransız işgaline ve zulmüne on buçuk ay direnen Gaziantep’in öncülük etmesi doğru olacaktır. Bu tepkiye yine Kurtuluş Savaşı sırasında Fransız saldırısına ve katliamlarına maruz kalan Adana, Urfa ve Maraş illeri halkı ve sivil toplum kuruluşları da bu ulusal platforma katılarak Fransa’ya karşı uyarı ve tazminat istemlerini başlatmalıdır.

Bu ulusal platforma 20. yüzyıl boyunca Fransız sömürgeciliği ve zulmüne maruz kalan Vietnam, Tunus, Cezayir gibi ülkeler halkı ile uluslararası dayanışma kurarak Fransız katliamlarına ve tahribatlarına karşı kınama ve tazminat savaşımı evrensel bir insanlık eylemine dönüştürülmelidir.

Kurtuluş Savaşı’mızda Antep Savunmasını yöneten Kuvva-i Milliye Komutanı Özdemir Bey o koşullarda bile Fransız Ordusu’nda görevli Tunuslu, Cezayirli, Rus ve Alman kökenli askerlerle bu dayanışmayı kurmayı başarmıştı.

Kuşkusuz bu savaşım bu toplumların Fransa’da yaşayan diyasporalarının desteğini sağlamalı ve özgürlükçü ve dürüst Fransız yurttaşları ile diyalogunda yolunu aramaktır.

Bu ulusal ve uluslararası tepkinin yurdumuza sığınarak ekmek kavgası veren 30-40 bin Ermenistan yurttaşımızı kovmak gibi milletimize ve devletimize yakışmayacak tepkilerden çok daha etkili olacağına inanıyoruz

Murat GÜZTOKLUSU

Yurt Partisi Genel Sekreteri

Prof. Neşşar'dan, Akdağ'a Roche sorusu

CHP Denizli Milletvekili Prof. Mehmet Neşşar, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'a soruyor:

"Roche Firmasının bazı ilaçları pahalı satarak kamuyu zarara uğratması konusunda ne düşünüyorsunuz? Kamu hakkının korunması ve ilgili zararın tazmini için yasal yolları hızlandırmayı düşünüyor musunuz?

Roche hakkında ardı ardına ortaya çıkan skandallar varken, bu firmanın parasal desteğini alarak yaptığınız bisikletli kanser kampanyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?"

Biliyor musunuz

- TMSF'nin 'tartışmalı' satışından sonra Cem Uzan'ın 'kahredici bakışı'nda, Ali Özmen Safa'nın 'sahipliği'nde, AKP'nin 'hamiliğinde', dünürün oğlu Serhat Albayrak'ın 'CEO'luğunda', AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan'ın (Tayyip Erdoğan'ın müteahhit danışmanı) 'gözetimde' son halini alan Star Gazetesi'nde yapılan son kıyım sonucu yazarlar Ardan Zentürk, Ümit Aslanbay, Halit Kakınç, Şeref Oğuz ve Musa Ağacık'ın işlerine son verilirken, Hadi Özışık'ın yazılarının haftada bire indirildiğini, Murat Kelkitlioğlu'nun kadrosunun internet sitesiyle sınırlandırıldığını; 'Cüppeli Ahmet' haberlerinin hiç görülmediğini, bu arada PKK'ya 'terörist', Ermeni soykırımına 'sözde' ifadelerinin kullanılmasının 'yasak' edildiğini...

- ERZURUM'da çıkan Haber Özel Gazetesi'nin, "Köşe yazarı aranmaktadır. Gazetemiz 12 sayfa olup renklidir. Tirajı yüksektir" şeklinde bir ilan verdiğini...

Güllük

MİLAS-Bodrum arasında Mandalya Körfezi'nin sonunda Güllük dalyanı ile nihayet bulan turizm, kültür balıkçılığı ve liman ile ekonomiye katkıları olan bir yerleşim birimidir.

En büyük sorunlardan sadece biri, adını 'Güllük kelebeği' koyduğumuz sivrisineklerdir.

Belediye Başkanımız Mehmet Yavuz Demir, büyük projelerle uğraşmaktan zaman bulabilirse bunlarla da uğraşacağı günü beklemekteyiz.

Nuriddin ERDOĞAN-Güllük

Avukatlık sınavı

23 Aralık'ta yapılacak olan avukatlık sınavı, biz stajyer avukatları mağdur edecek niteliktedir. Sınavın altyapısının hazırlanmadan yapılacak olması büyük hak kayıplarına sebep olmaktadır. Stajını bitirip aylardır ruhsatını alamayan arkadaşlarımız büyük çoğunluktadır. Sınavın stajdan sonra yapılması, telafisi mümkün olmayan hak kayıplarına yol açacaktır. Bu sebeplerden dolayı bu sınavın iptaliyle yeni bir düzenlemenin yapılması gerekmektedir.

F.BALKAN

Yağmacı zihniyet

ÖNCEKİ gün oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş basketbol maçına oğlumu götürdüm. Üstlerinde Genç Fenerbahçeliler yazılı tişörtler bulunan belki 100 belki 150 kişi önce Eminönü Vapur İskelesi'nin sonra da Sirkeci Tren İstasyonu'nun turnikelerinin üstlerinden atladılar. Hiçbir görevli bu kişilere müdahale etmedi, edemedi. İki kuruş para ödememek için etrafa korku salan bu

holiganları görünce Fenerbahçeliliğimden utandım, oğluma karşı mahcup oldum.

Mazhar KÖSE-BOSTANCI

Yazarın Tüm Yazıları