Nerede kalmıştık?

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Cezamı çektim

Geldim.

Cezasını çekmiş, saçını kestirmiş, besili Hollstein inekleri gibi keyiften ve yediklerinden şişmiş, kesinlikle rejimine ihanet etmiş, Alpler'de yaşayan Bavyeralı kızlar gibi yanaklarına renk gelmiş, beli kalınlaşmış, sütyeni dar gelmeye başlamış, yedi gün yazı yazmamış, yan gelip yatmış, dağlara tırmanmış, belli bir mesafe bırakarak hayatına bakmış, vicdanını Kuzey Denizi'nde boğulmaktan kurtarmış, bol bol kiralık arabalarla yol yapmış, üç ülke dolaşmış, koskocaman bir aile olmanın mutluluğunu, zaman zaman da sıkıntısını yaşamış, söz vermiş, söz almış, bir de yüzük takmış, üstelik anneannesinin 85. yaşını kutlamış olmanın...

Dayanılmaz hafifliği içerisindeyim.

Uzun bir cümle oldu.

Ama sanırım es geçtiğim hiçbir ayrıntı kalmadı.

* * *

Gerçi...

Yine suç(lar) işleyeceğim, ‘‘Vicdanım şimdi buradaydı, nereye kayboldu lanet olası!’’ diye hayıflanacağım, tekrar onu bulmak üzere ortadan kaybolacağım, kısa saçtan sıkılıp saçımı uzatacağım, ağzıma fermuar vurup, midemle bağlantısını kesip zayıflayacağım, ne yazık ki beynime fermuar dayanmaz, patlar, sizin için üzgünüm, bu yazıları Allah'ın her haftasının dört günü yine önünüze dayayacağım, uzaktaki ailemle telefonla konuşmayı sürdürüp, boş bir eve her girdiğimde ‘‘Yalnızlık gibisi yok, oh be!’’ diye sayıklayacağım, yüzüğümü de muhtemelen elimi sabunlarken bir yerlerde bırakacağım...

Ama yine de 98 benim için iyi bitti.

Maaile geçirdiğimiz bu zaman dilimi bana iyi geldi.

* * *

Çocukluğumun tatilleri gibiydi.

Demek istiyorum ki, o havanın tekrar koklanabilme ümidiydi.

Yani bir adet ‘‘geçmiş’’ CD'sini müzik setine koyup, ayakları uzatıp, o müziği tekrar dinlemenin denemesiydi.

Özlemiydi.

Hani o zamanlar anne, baba, çocuklar, teyzeler, neneler, kuzenler yeni yıla hep birlikte girilirdi, işte bizimki de aynen öyleydi. Dört bir yandan tüm akrabalar, hem yıl olan 98'in bitimini, hem de Rosa ninenin, yani Omi'nin, yaşı olan 84'ü, devirmesini kutlamak için, bir araya gelmişti.

Tek bir farkla şimdi kazık kadardık.

Dallanıp budaklanmıştık, ailemize yeni adamlar, kadınlar ve onlardan olan çocuk almıştık.

Anlayacağınız otomobile değil...

Biz ancak bir adet minibüs Vito'ya sığdık.

Ve geçmişi düşünmeye başladık:

* * *

Baba, oldum olası bir harita manyağıydı.

Bizi arabayla, o ülkeden bu ülkeye sürüklemeye bayılırdı.

Shell'in her sene yenilenen Avrupa atlası elinde, aylar öncesinden, Adana- Almanya hattı arasındaki o üç bin kilometreyi katetmek daha hesapta bile yokken, o salondaki televizyon koltuğunda çoktan direksiyona kurulmuş olurdu. Pasaportlar masada dururdu. Ve lastiğe sarılı dövizler. Babamın gözleri yolculuk yolculuk bakardı. Bir denizci edasıyla her sene farklı bir rota çizer, tatillerde dünyanın en mükemmel babası haline gelirdi.

Müthişti, müthiş.

Bırakın konaklayacağımız Gasthof'ları, zimmer frei'ları, otelleri, nerede çiş yapacağımız bile çizdiği o güzergahta belliydi. Ama yanımıza ne kadar eşya alacağımız değil. Dolayısıyla her yolculuğun başında, bavulların büyüklüğü sebebiyle kızılca kıyamet kopardı. Gerçi onların da yarısı boş olurdu. Dönerken doldurmak için. Co-pilot, kardeşim büyüyünceye kadar ablamdı, çünkü annem ön koltuğa oturduğu anda uyuma becerisi gösteren yeryüzündeki nadir insanlardandı. Üstelik annem ağzı açık uyurdu. Ama arkada buz kutusunun yanında oturduğu zamanlarda kesinlikle ağzı dolu olurdu!

Dolayısıyla bizim de...

Bizi bir güzel beslerdi.

Besili inek dönemlerim taa o günlere dayanır!

İşte, çocukluğumun hemen her yazı ve yılbaşısı, müthiş uydurukçu, (demek istiyorum ki yaratıcı!), hep çeşitli hikayeler anlatan ama annemin ‘‘İnanma ona, hep yalan!’’ dediği anneannemin Bavyera'daki evinde geçti. Ama benim o tatillerden çok, oraya ulaşmak için katteğimiz kilometreler, geçtiğimiz ülkeler, yediğimiz sosisler, arabadaki tepişmeler, dinlenen müzikler aklımda...

Bu yılbaşı da öyle geçti.

Ama zaman azdı, Düsseldorf'a uçakla varıldı.

Ve bir adet Mercedes Vito kiralandı...

Maceranın devamı da buraya sığmadı.

Artık Cumartesi'ye...

Yazarın Tüm Yazıları