Neden karşı çıktılar?

Yaşar NURİ ÖZTÜRK
Haberin Devamı

‘Anadilde ibadet’i, karşı çıkanların deyimiyle ‘‘Türkçe ibadet’’i kastettiğimi herhalde anlamışsınızdır. Israrla, ‘‘Türkçe ibadet’’ deyimini kullandılar. Neden? İslam fıkıh tarihinin bin dört yüz yıllık bir müzakere konusunu, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti zındıkları, Kuran'ı baltalamak için onun tercümesiyle ibadeti bahane olarak kullanacaklar’’ yolunda bir tez geliştirmek ve bu yolla Türkiye ve Cumhuriyet düşmanlığı yapmak için. Oysa ki herkesin anadiliyle ibadet edebilmesi meselesi daha Hz. Peygamber devrinde gündeme gelmiş ve yüzyıllardır üzerinde fikir beyan edilmiş bir fıkıh konusudur. Müslümanların, sadece birkaç milyon ve sadece iki dil (Arapça, Farsça) konuşan bir camia oldukları sırada tartışılan bir mesele, yüzlerce yıl sonra ve Müslümanlar'ın yüz küsur dil ve iki milyara yakın insanla temsil edildikleri bir dünyada nasıl konuşulmaz, nasıl tartışılmaz? İnsanımız bilmeli ki, ‘‘anadilde ibadet’’ konusu, bilimsel-fıkhi yörüngesinden çıkarılarak ‘‘mülhid Türkler'in Kuran'a taarruzu’’ (deyim, Kurtuluş Savaşı'na karşı olan Şeyhülislam Mustafa Sabri'nindir) halinde lanse edilmiş ve dine-imana bir saldırı imajına büründürülmüştür. Oysa ki ‘‘anadilde ibadet’’i savunanlar, bu ülkenin dine de imana da en hayati hizmetleri vermiş bilim ve düşünce öncüleridir. Bir tek ‘‘noksanları’’ vardır. Cumhuriyet düşmanı değillerdir. Bu düşmanlığa uzak sesleri ‘‘dindışı’’ gören anlayışların o seslerle bilim ve kitapta birleşmesi ise hayaldir.

* * *

İşin esası bu olduğu içindir ki, anadilde ibadete ‘‘cevaz’’ vermeyenler, konuyu sürekli bir biçimde fıkıhtan, bilim ve kitaptan dışarı çekerek bir siyasal kavgaya dönüştürdüler. Ne yazık ki bu kavgada, onlara, patentiyle anayasal bir kurum, hakikatiyle ise, tüm hurafe ve ışık dışılıkların maaşlı fideliği olan Diyanet İşleri Teşkilatı da yandaş oldu. Reisleri perde arkasından, elemanları ise açıkça. Ve, Cumhuriyeti sevmek gibi bir ‘‘şaibeleri’’ olan ilahiyatçılara saldırı için, Diyanet'in direktifi ile cami minberleri kullanıldı. (Baskı ve sindirmelerle sesleri boğulan her seviyede Diyanet mensubu meslektaşımı, altını çizerek ve saygıyla istisna ediyorum; onların hangi sindirmelere maruz kaldıklarını da biliyorum.) Bunu ne biz unutacağız ne de tarih!.. Anadilde ibadet tartışması, 1920'lerde Mısır'da aynı konuda yaşanan bir tartışmayı hatırlatmamızı zorunlu hale getirmiştir. Doğrusu, işin bilim ve din çerçevesinde kalmasını, o eski tartışmayı hatırlatmaya gerek kalmamasını çok istedim. Ne yazık ki, işi siyasal bir kavganın hortlatılmasına dönüştürenler, bu hatırlatmayı kaçınılmaz kıldılar. Sadece Mısır'ın değil, son asır İslam dünyasının yetiştirdiği tartışmasız bir ‘‘İslam bilimleri otoritesi’’ olan Ezher profesörü müfessir Ahmet Mustafa el-Merâği, bizim Kurtuluş Savaşı'nı verdiğimiz sıralarda, İslam dünyasının dikkatini şu noktaya çekmişti: İslam, evrensel bir mesajdır. Tüm insanlığın dinidir. O halde, her Müslüman kitle, bu dinin emri olan ibadetleri, kendi dilinde yapabilmelidir, yapabilir. Mesela namazını, Kuran'ın kendi dilindeki çevirisi ile kılabilmelidir, kılabilir. Aksi halde İslam'ın yaşanmasında tıkanmalar, problemler çıkar, din de dindarlar da zor durumda kalır. Anadilde ibadet yolu, bir ruhsat olarak, mutlaka açılmalıdır. Bunu engelleyen hiçbir dinsel buyruk yoktur. Tam aksine, İslam fıkıh mirası buna cevaz veren birçok beyan ve uygulama taşımaktadır... Mısırlı bilgin Merâği böyle düşünüyor ve böyle söylüyordu. O sırada toparlanmakta olan Türkiye'de de Kuran'ın Türkçe'ye tercüme ve tefsiri gündemde idi. Nitekim bir süre sonra da Meclis'in emri ile bu iş Müfessir Elmalılı'ya yaptırıldı.

* * *

Gel gör ki, Kurtuluş Savaşı'na karşı mücadelesinde başarılı olamadığı için Mısır'a gitmiş bulunan Mustafa Sabri, ‘‘Dinleri bile tartışılacak olan Ankara Mülhitleri’’ dediği Cumhuriyetçilerin, Kuran'ı tercüme ettirme faaliyetlerine ‘‘bir tür dinsizlik’’ damgası vurmak ve siyasal muarızlarını bu yoldan yıpratmak için, ilim ve fikir üretmekten başka bir şey yapmayan Merâği'ye savaş açtı. ‘‘Kuran'ın Tercümesi Meselesi’’ diye bir kitap yazarak, Merâği ve fikirdaşlarını ‘‘Ankara mülhitlerine destek vermek’’le suçladı. Mustafa Sabri'ye göre, bırakın ibadet sırasında Kuran tercümesini okumayı, Kuran'ı tercüme etmeye cevaz vermek bile sapıklıktır. Gerekçe açıktır: ‘‘Böyle bir cevaz, Ankara mülhitlerine destek anlamı taşır, onlara destek ise dini yıkmaya destekle eşanlamlıdır.’’ Mustafa Sabri, çok kötü aldanmıştı. ‘‘Ankara Mustaripleri’’, Kuran'ı, asrın en büyük müfessirine tercüme ve tefsir ettirdiler, ama bu tercüme ve tefsirle dini yıkmadılar. İslam dünyasında Kuran'ın da, irfanın da en samimi ve seviyeli biçimde yaşatıldığı bir büyük Türkiye oluşturdular. Eksikleri-gedikleri olmakla birlikte, İslam dünyasının yıldızı bir Türkiye... Yaşadığımız günlerde ‘‘anadilde ibadet’’e, fıkhın bin küsur yıllık kaynaklarına ve insan gerçeğinin gerekli kılmasına rağmen ‘‘cevaz’’ vermemekte ısrar edenlerin gerekçeleri, Mustafa Sabri'nin gerekçesiyle örtüşüyor. Ve bu hem ayıp, hem de günah oluyor... Acaba yanılıyor muyum?













Yazarın Tüm Yazıları