Murat Bardakçı: 1894’teki deprem raporu Demirel’e verilenin tıpkısı

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

‘‘...Depremin bu kadar büyük zarar vermesinin önde gelen sebebi, inşaat malzemelerinin kötü ve eski olmasıdır. Tuğla binalar kolayca yıkılmamaları gerektiği halde inşalarında özen gösteril-mediği için ayakta kalama-mışlar-dır...’’ Bu cümleler 17 Ağustos 1999 depreminin değil, İstanbul'da 10 Temmuz 1894'de yaşanan büyük sarsıntının raporunda geçiyor. Anlayacağınız, İstanbul'un inşaat sektörü 100 küsur senedir hiç değişmemiş, aynı kalmış.

Türkiye'nin önde gelen jeoloji ve sismoloji hocaları, geçen hafta devletin en yüksek makamına bir ‘‘deprem raporu’’ sundular. Raporda 17 Ağustos feláketinin bilimsel açıtklaması yapılıyor, verdiği tahribat değerlendiriliyor ve hasarın bu kadar büyük olmasının önde gelen sebepleri açıklanıyordu: Çürük inşaat ve uygun olmayan arazilerin iskána açılması...

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sunulan raporun bir benzeri bundan 105 yıl önce de hazırlanmış ve o zamanın en yüksek makamındaki kişiye, İkinci Abdülhamid'e verilmişti. Konu, İstanbul'da 1894'ün 10 Temmuz'unda yaşanan büyük depremdi. Raporun altında Atina rasathanesi müdürü Eginitis'le İstanbul rasathanesi müdürü Coumbary'nin ve yardımcısı Emile Lacoine'ın imzaları vardı; işin en ilginç tarafı ise bir asır öncesindeki jeologların şikáyetlerinin bugünkü meslekdaşlarıyla aynı olmasıydı: Çürük yapılaşma... Anlayacağınız, İstanbul'un inşaat sektörü 100 küsur senedir hiç değişmemiş, aynı kalmıştı.

İşte, 1894 depreminden hemen sonra hazırlanan ve 15 Ağustos'ta padişaha sunulan raporun bazı bölümleri.

‘‘Feláket, İstanbul için her bakımdan çok büyüktür. Meselá Kapalıçarşı harabeye dönmüş, çok kişi enkaz altında can vermiştir. Deprem Heybeliada'yla Kınalıada'da en şiddetli şekilde yaşanmıştır. Yeşilköy'e, Anbarlı'da, Kınalıada'da, Büyükada'da ve Katırlı'da birçok ev yıkılmış, camilerle kiliseler harap olmuş, duvarlar çatlamış, minareler devrilmiş ve çok kişi enkaz altında kalmıştır.

Depremin bu kadar büyük zarara vermesinin en büyük sebebi, bina yapımında kullanılan malzemenin eski ve fena olmasıdır. Bu yüzden şehrin içinde ve dışında büyük hasar meydana gelmiştir. İstanbul'daki yapıların çoğunun karg;r değil ahşap olması hasarın daha da artmasını önlemişse de şehrin içindeki ve dışındaki kárgir binaların çoğu yerle bir olmuştur. Ahşap yapıların zelzeleye bu derece fazla dayanması hayret verici bir hadisedir. Buna karşılık ahşap binaların hemen yanıbaşında yükselen yepyeni ve hatta demirlerle bağlanmış kárgir binalar yıkılmıştır.

Ahşap binalardan sonra en fazla dayanan yapılar tuğladan inşa edilenlerdir. Deprem tuğladan yapılmış ve demirlerle bağlanmış olan binaların sarsıntıya dayanabildiğini açık bir şekilde göstermiştir. Ancak tuğla binalar elástikî olmaları, sağlam ve kolayca yıkılmamaları gerektiği halde bir kısmı inşaları sırasında gereken özen gösterilmediği için ayakta kalamamışlardır’’ (Dr. Hamiyet Sezer'in ‘‘1894 İstanbul Depremi Hakkında Bir Rapor Üzerine İnceleme’’ başlıklı makalesinden).

105 yıllık rapor sanki bugün yazılmış gibi

Deprem, 1894 Temmuz'unun 10'unda öğlen saat 12'yi 24 dakika geçerken üç şiddetli sarsıntıyla başlamış ve meydana gelen tahribatın hemen tamamı, bu sarsıntılar yüzünden olmuştur.

İlk sarsıntıdan bir-iki saniye önce yeraltından kaldırımdan aynı anda hızla geçen birçok otomobilin gürültüsünü andıran şiddetli sesler gelmiştir. Dört-beş saniye kadar devam eden bu sarsıntı diğerleri kadar şiddetli olmadığı için eşyaları düşürmemiş ama şiddeti giderek artmıştır. Hemen arkasından gelen ikinci hareket ise çok güçlü olmuş, giderek artmış, sekiz-dokuz saniye kadar devam etmiş ve tahribat bu sırada olmuştur. Üçüncü sarsıntı ikinciden hafif olmuş ve beş saniye sürmüştür. 17-18 saniye kadar devam eden deprem sırasında yeryüzü dalgalı bir denizi andıran şekilde sallanmıştır.

Yalova'da kumluk arazi üzerinde inşa edilmiş olan çiftlik binaları yıkılmış ama Yalova'nın merkezi pek bir zarar görmemiştir.

İstanbul'da deniz suları pek çok çalkalanmış ve bazı mahallelerde denizin 50 metre kadar çekilip geri döndüğü görülmüştür.

Sahilin birçok yerinde denizin kaynamakta olduğu görülmüştür. Yeşilköy'deki bir denizci elini denize soktuğu zaman suyun ılık olduğunu görmüştür. Yine Yeşilköy'de depremden 15 dakika kadar önce denize giren bir kadın denizin ılık olduğunu farketmiş ve bundan rahatsızlık duymuştur.

Yeniköy'de de depremden yarım saat önce denize girenler önce suyun ılık olduğunu farketmiş, hemen arkasından da iki büyük dalga görmüşlerdir. Bakırköy'de kuyulardan çekilen suların ılık olduğu, Galata'da da depremden hemen önce zeminin normalden daha fazla ısındığı farkedilmiştir. Katırlı'da deprem sırasında denizden sütun şeklinde buhar çıkmış ve 10 metreye kadar yükselmiş ve güneydoğuyla kuzeybatıya sekiz kilometre kadar gitmiştir.

Büyükada'da depremden sonraki üç gün içerisinde denizin üzerinde üç kilometre boyunca uzayan bulut şeklinde bir duman görülmüştür. Yapılan araştırmalardan sonra bu bulutun deprem sırasında çıkan ve deniz suyunu ısıtan gazların sebep olduğu anlaşılmıştır''

Doktor bey, sen Ebced’i de bilmiyorsun, Kur’an’ı da!

Deprem öncesinde gündemi sıkça meşgul eden Dr. Oktar Babuna, birkaç gün önce ortaya garip bir iddia attı. Oktar Bey ‘‘17 Ağustos feláketi Kur’an’da yazılıdır’’ buyuruyor.

Dr. Babuna, bu keşfini Kur'an'ın ‘‘zilzál’’ yani ‘‘zelzele’’ ismini taşıyan 99. suresini ‘‘ebced’’e uyarlayarak yaptığını iddia ediyor. ‘‘Ebced’’in ne olduğunu, bilmeyenler için kısaca söyleyeyim: Hem batı hem doğu dünyasında eski zamanlardan kalma bir sistemdir ve şiirden gizli ilimlere kadar birçok alanda kullanılmıştır. Temeli, alfabedeki her harfin belli bir rakam değeri taşımasına dayanır; kelimedeki yahut cümledeki harflerin toplanmasından çıkan sayı bir olayın meydana geldiği tarihi verir. Meselá ‘‘Deniz altmış sekizde dondu, buzdan bendeniz geçtim’’ mısraının 1168 Hicri yani 1754 Miládi’yi, ‘‘Amma yaptın yahu doktor’’ cümlesi de 811'i gösterir.

İşte, Oktar Babuna bu hesap sisteminden yola çıkarak Zilzál Suresi'nde 17 Ağustos 1999 depreminin önceden haberverildiğini iddia ediyor. Babuna'ya göre, surenin Kur'an'ın 99. suresi olması 1999'u, 8 ayetten ibaret bulunması Ağustos'u, ilk ayetinin 17 adet harften meydana gelmesi de ayın 17. gününü gösteriyor. Daha da önemlisi, surede geçen ‘‘rabbeke evha leha tühaddisu ahbareha’’ kelimeleri Babuna'ya göre ebcedde 1999'a karşılık oluyor ve onun ifadesiyle ‘‘Kocaeli depremiyle inkár edilemeyecek derecede mutabık’’ kalıyor.

‘‘Ebced’’i bilen ve kullanan bir kişi olarak, açıkça söylüyorum: Oktar Bey'in bütün söyledikleri yanlıştır, sakın inanmayın. Dr. Babuna 1999 sayısını bulabilmek için ayetleri kesip biçmiş, Kur'an'da işine gelmeyen harfi yahut kelimeyi atmış, kalanları peşpeşe sıralanmış anlamsız sözler haline getirmiş, yani uydurmuştur. İşte, uydurduklarından bazıları:

Zilzál Suresi'nin ilk ayeti 17 değil 20 harftir; Dr. Babuna ayetin başında yeralan ve üç harften meydana gelen ‘‘İzá’’ sözünü atmıştır. ‘‘İzá’’ eski gramerde ‘‘zarf-ı müstakbel’’dir, yani cümlenin gelecek zamanı ifade ettiğini gösteren bir ektir, kaldırılınca cümle düşer, daha da önemlisi ayetle oynanmış olur, bu biiir!..

Kur'an'da Babuna'nın iddia ettiği şekilde ‘‘rabbeke evha leha tühaddisu ahbareha’’ şeklinde bir ayet yoktur; doktor surenin 3. ve 4. ayetlerindeki bazı kelimeleri atmış, kalanları da anlamsız bir kelimeler yığını haline getirmiştir. Babuna'nın kesip biçtiği ayetlerin aslı ‘‘Yevmeizin tuhaddisu ahbárehá - Bienne rabbeke evhálehá - yevmeizin yasdurunnásu...’’ şeklindedir, bu ayetlerin sayı karşılığının 1999'la uzaktan yakından alákası yoktur ve ebced hesaplamalarında metnin bozulmaması kesin kuraldır, bu ikiii!..

Oktar Bey veya ebced işine onun adına kalkışan kişi sadece ebcedi değil Arapça'yı da hiç bilmediğinden olacak ‘‘ahbárehá’’ kelimesini yanlış yazmış, sondaki ‘‘he’’ ve ‘‘elif’’ harflerini koymayı unutmuştur. Dolayısıyla yaptığı hesap da yanlıştır, ‘‘ahbárehá’’nın karşılığı 804 değil, 810'dur ve en önemlisi bu iki harf hatası yüzünden 1999 iddiası da kaynayıp gitmiştir, bu üüççç!...

Babuna'nın açıklama metninde yeralan ‘‘Arapça'da harflerin rakamsal değerleri’’ başlıklı kutuda yazılanlar da yanlıştır. Biraz teknik olacak ama, gene de söyleyeyim: Listede ‘‘ince k’’ yani ‘‘kef’’ harfi unutulmuştur, ‘‘20’’ sayısının karşısına konan iki ayrı ‘‘rı’’ harfinin yerinde ‘‘kef’’ olacaktır. ‘‘200’’ sayısının değeri ‘‘dal’’ değil, ‘‘rı’’dır. ‘‘Zı’’ 1000'in değil 900'ün, ‘‘gayın’’ da 900'ün değil 1000'in karşılığıdır ve sözün kısası liste baştan başa yanlıştır, bu da dööörttt!..

Bunlar, Dr. Oktar Babuna'nın devirdiği çamlardan sadece birkaçı. Gerçi faksla gönderdiği üç sayfalık metinde devrilmiş daha birçok çam var ama ötekileri yazmayacak, Oktar Bey'e çok sevdiğim bir sözü hatırlatmakla yetineceğim: ‘‘İnsanlar bilmedikleri konular hakkında konuşmasalar dünya büyük bir sessizliğe bürünür’’ diyen İngiliz atasözünü...



Yazarın Tüm Yazıları