Marmaris’in selamı var

Güneyin gözde tatil beldesi Marmaris sessiz bir bekleyiş içinde. Yat limanlarında tatlı bir telaş, yollarda, binalarda yaz hazırlığı var.

Baharın kendini göstermeye başladığı şu günlerde, hem doğanın uyanışını izlemek hem de lezzet duraklarında damağımı şenlendirmek için gezinip durdum.

Bu mevsimde bir sessizlik kaplar bu yöreleri. Yalnızlıkla karışık bir sessizlik. Halbuki herkes yerli yerindedir. Traktörler toprağı yarmakta, insanlar çarşı pazara gidip gelmekte, kahvelerde çaylar demlenmektedir. Sadece birkaç tane hediyelik eşya satan dükkan kepenkleri indirmiştir. Çünkü bu mevsimde kimsenin mayo, gözlük, havlu, güneş kremi, tişört, şort, kartpostal, sandalet, deniz kabuğu, şapka, can simidi, deniz yatağı almaya niyeti yoktur. Zaten yerli halkın bunlara hiçbir zaman ihtiyacı da olmamıştır. Ayrıca birkaç tanesi hariç büfeler, lokantalar, barlar, bazlamacılar, hamburgerciler, balık restoranları, dondurmacılar da kapalıdır. Çünkü yemek saatinde herkes evine gider. Tencerede ne kaynıyorsa ona razı olur.

Yalnızlık, yaz konuklarının yokluğundan kaynaklanır. Onun için yazlık yerler, kış aylarında hep bu hasretliği yaşar. Sucular, aygazcılar, marketler, lokantalar, büfeler, taksiciler, bakkallar, garsonlar, patronlar, birahaneler, gençler, hep konukların özlemi içindedir. Her birinin nedeni ayrı ayrı olsa da, hepsinin beklediği aynı yolculardır.

Sessizliğin kaynağı da aynıdır. Çünkü yerli halk kendi arasında çok konuşmaz. Kelimeleri çarçur etmekten korkarlar sanki. Cümleleri kısadır. Kahvede, elleri şakaklarında düşünür dururlar... Sadece motosikletlerin patpatları sessizliği yırtar. Kediler, köpekler bile güneşli bir köşede, kıvrılıp uyur. Onlar da kış tembelliği ile sarmaş dolaş olmuştur. Söyleyemezler ama, onların da balık kokulu masalar arasında dolaşmayı özlediğini bilirim.

YALANCI LİMANIN YATLARI

Dalaman’dan Marmaris’e doğru giderken, aklıma gelip giden düşüncelerdi bunlar. Halbuki daha cıvıl cıvıl şeyleri düşünebilirdim. Çünkü, tepede pırıl pırıl bir gökyüzü vardı ve yolun kıyısında da dalları portakal dolu bahçeler akıp gidiyordu. Yani kışın ortasında baharın içine düşmüş şanslı bir kişiydim.

Önce Ortaca’nın girişindeki Toprak Ana’da durup taze sıkılmış nar suyu içtim. Eski dostlarla hoş beş edip tekrar Marmaris’in yolunu tuttum. "Bu mevsimde oralarda ne işin var" diye bir soru aklınıza gelirse, cevabım sizi şaşırtmayacak. Bu gözde tatil beldesine, yaz konukları için "Lezzet Durağı" keşfine gidiyordum. Yani yemeli-içmeli bir rotanın daha peşine düşmüştüm yine.

Marina Restoran (252- 422 0063), Marmaris’in lezzetli mekanlarından biriydi. Şık, manzaralı, denizci görünümlü bu restoranın açık mutfağında pişen taze makarnaların ünü, denizleri aşıp kulağıma kadar gelmişti. Şefin yaptığı makarnalardan birkaçını, değişik soslarla, Akdeniz’i seyreden bir masada afiyetle yedim. Biraz ölçüyü kaçırınca denizden çıkan lezzetlerin tadına bakamadım.

KIYIDAKİ LEZZETLER

Marmaris’teki ikinci lezzet durağı yine bir yat sığınağındaydı. İlçenin simgesi haline gelen Netser Marina’daki Pineapple (252- 413 0431), koloniyal mimariyi andıran bir binada müşterilerini ağırlıyordu. Bahçedeki ve üst kattaki masalarda yemeğinizi beklerken, tekneleri seyrederek düş yolculuklarına çıkabiliyordunuz. Orada önce önüme "Yelkencinin Tabağı" geldi. Bu tabakta, ızgarada pişmiş 4-5 çeşit deniz mahsulü vardı. Ardından kuzu fırın sökün etti. Önce yağda kızartılan, sonra fırında pişirilen kuzu incikler ağzımda adeta eridi gitti.

Sonra günbatımına yakın, eski yat limanına gittim. Oraya vardığımda güneş, Turunç tarafındaki dağların arkasına doğru iniyordu. Trafiğe kapalı yolda el ele, kol kola dolaşan sevgililer, çocuklarının arabasını iten çiftler, iki adımda bir durarak el kol hareketiyle ateşli konuşmalar yapan emekliler, çığlık çığlığa koşturan çocuklar, gelip geçenden şefkat dilenen sokak köpekleri vardı. Onların arasına katılıp Marmaris’in serin akşamüstünün tadını çıkardım. Güneş gökyüzünden elini eteğini çekip mor bir karanlık bastırınca soluğu Dede Restoran’da (252- 413 1711) aldım. İkinci kattaki iki kişilik balkonda yerimi ayırtmıştım. Bu manzaralı balkon, yaz aylarının gözdesiydi. Burası için günler öncesinden rezervasyon yapılır hem de kaparo verilirdi.

Karşıma İçmeler’in göz kırpan ışıklarını, birbiri üstüne binen mor dağları, renk cümbüşünü andıran gökyüzündeki yıldızları alıp yemeklerin tadına baktım. Tabii balıklara ve denizden gelenlere öncelik tanıdım. Ne de olsa denizin biraz ötesinde yiyip içiyordum. Geç saatlere doğru otelime doğru giderken, bir yaz akşamında Dede Restoran’a tekrar gelmeye karar verdim. Çünkü manzaranın da, yemeklerin de tadı damağımda kalmıştı.

Marmaris’in içinde yer alan lezzet durakları, tabii ki yukarıda anlattığım üç yerle sınırlı değildi. Bir hamlede tümüne gitmem, yemek yemem ve onlar hakkında değerlendirme yapmam olanaksızdı.

Yalancı Boğaz

Çam kokan yolları aştım, ağaçların gölgesine sıralanmış kovanlara bal taşıyan arıları seyrettim, döndüm dolaştım, okaliptüsların, günlük ağaçlarının arasından geçip Yalancı Boğaz mevkiindeki yat limanına geldim.

Marmaris’ten bakıldığında bir boğazı andırdığından buraya bu sıfat yakıştırılmıştı. Aslında Cennet Yarımadası’nı karaya bağlayan doğal bir setti. Burası Türkiye’nin en büyük yat barınaklarından biriydi. Limanın restoranına doğru yürürken, hummalı bir faaliyetle karşılaştım. Kızaktaki koca tekneler temizleniyor, boyanıyor, yelkenleri onarılıyor, motorları elden geçiyordu.

Bir de küçük bisikletleriyle gidip gelen kadınlara ve erkeklere rastladım. Yüzlerindeki pas kırmızı güneş yanığına, markası belli olmayan eski püskü tişörtlerine, ayaklarındaki sandaletlere bakınca, bunların bizim tekneciler olmadığını hemen anladım. Sonra bu ademlerin, burada kışlayan yabancı tekne sahipleri olduğunu öğrendim. Bütün kışı çoluk çocuk teknede geçiriyor, mevsim gelince de başka limanlara doğru yelken açıyorlardı.

Bozburun’a doğru

Sonraki günlerde Marmaris’ten çıkıp Bozburun’a doğru yol aldım. İçerilere girdikçe yalnızlık daha da koyulaştı, çevre daha yeşillendi, daha sessizleşti. Önce Orhaniye’de durakladım. Bu koy, çevrenin en sakin koylarından biriydi. Çarşaf gibi deniz rengini çevresindeki çamlardan alıyordu. Onun için bu koyun rengi yeşilli maviydi ve bu renge başka koylarda rastlanmazdı. Burada kumul hareketleri sonucu koyun ortasında bir sığlık oluşmuştu. İnsanlar bu sığlıkta denizin ortasına kadar yürüyüp, kameralara poz vermekten çok hoşlanıyorlardı. Bu mevsimde ne yüzen ne de yürüyen insanlar vardı. Koy kendi kendine kalmıştı.

Martı Marina’nın hemen yanı başındaki Mistral (252- 487 1366), yöredeki ilk lezzet durağımdı. Manzarasını mavi deniz, çamlarla örtülmüş yeşil tepeler, dünyanın dört bir yanından gelmiş tekneler oluşturuyordu. Mönüsünde Uzakdoğu’yu anımsatan tatlar ağırlıktaydı. Bunun nedeni de işletmeci Okan Kitapçı’nın her yıl birkaç kez bu ülkeye gidip, arınıp yeni fikirlerle dönmesiydi. Bu gezilerini "Erkekler Kelebektir" adlı kitabında ballandıra ballandıra anlatıyordu. Burada çok lezzetli yemekler yedim, Okan Kitapçı’nın piyanoda çaldığı bluesları dinledim. Denizin üstünde yakamozlar parlamaya başlayınca otele dönme vaktinin geldiğini anladım.

TEPELERDE BAHAR VAR

Selimiye Köyü’ne girerken birden baharı gördüm. Tepelerde tüm güzelliğini sergiliyordu. Badem ağaçları beyaz gelinliklerini giymiş genç kızlara benziyordu. Önce tepelere tırmanıp baharı kokladım. Deniz kıyısındaki Sardunya Restoran (252- 446 4003) çevrenin önemli lezzet duraklarından biriydi. Muz, zeytin ve okaliptüs ağaçlarının gölgesinde, insanın içini huzur dolduran bir mekandı. Önündeki iskeleye yaz aylarında tekneler bağlanıyordu. Gittiğimde kimsecikler yoktu. Tüm restoran bana çalıştı. Kalamar tavanın ve dolmasının en lezzetlisi, ahtapot ızgaranın en yumuşağı, lağosun en sulu ızgarası, kabak tatlısının en kaymaklısı sadece bana servis edildi.

Son durağım Söğüt’teki Deniz Kızı (252- 496 5032) oldu. Hem balıkçı hem lokantacı olan Muhammet Usta işini iyi bilen bir aşçıydı. Zaten çevre lokantalardaki aşçıların çoğu onun tezgahından geçmişti. Konuşmasını pek sevmeyen bu ustadan, ahtapot güvecin tarifini güç bela alabildim. Bütün mezeler lezzetli, balıklar çok tazeydi ama manzara hepsini bastırıyordu. Güneş batarken denizin menevişlenmesi, burunların, dağların, adaların morarması, gökyüzünün renkten renge bürünmesi insanın aklını başından alıyordu. Benimkini aldığı gibi. Eğer bu yaz yolunuz Marmaris’e düşerse, bu lezzet duraklarına uğramanızı öneririm. Beğenirseniz bir kadeh de benim için kaldırmanızı dilerim.
Yazarın Tüm Yazıları