Mali sistemde vergilendirme

VERGİ çoğunlukla gelirden alınır. ‘Bazı tasarruf araçları vergilendiriliyor’ denildiğinde, ‘mali sistem vergilendirildi’ demek yanlış olur.

Vergilendirilen tasarruf araçlarından kazanılan gelirlerdir. Ücretlerin vergilendirildiği gibi, tasarruf araçlarından elde edilen kazançların da vergilendirilmesi doğaldır. İlke, her türlü gelirin (ücret, faiz, kira, temettü gibi), farklı oranlarda da olsa, vergilendirilmesidir.

Çeşitli tasarruf araçlarından elde edilen gelirlerin aynı bazda vergilendirilmeleri de doğaldır. Bu yolla, devlet çeşitli tasarruf araçları arasında herhangi bir ayırımcılığa neden olmaz. Mevduatların getirisi üzerinden alınan vergi ile bir şirket hissedarının elde ettiği temettü gelirleri aynı oranda vergilendirilmelidir. Risk algılamasına ve beklenen getirilere göre, tasarruflarını isteyen mevduat yoluyla, isteyen şirket hissesi alarak değerlendirebilir. Ancak, bu şekilde risk ve getiri ilişkisi kaynakların en verimli şekilde tahsisi mümkün olur.

Mali sistemdeki getirilerin vergilendirilmesi konusunda hükümetin aldığı son kararların bazıları yerindedir. Ama, eksiktir. Çeşitli mali araçlardan elde edilen gelirlerin vergilendirilmesinin yeknesak olabilmesi için bu vergilerin yalnızca stopaj yoluyla toplanması yeterli değildir. Vergi mükellefleri beyan usulüne göre vergi vermek durumunda kalmalıdırlar. Aksi taktirde, temettü kazançları ile faiz kazançları farklı vergilendirilecektir. Çeşitli gelirlerden alınan vergi ile gelir düzeyinin ilişkilendirilmesi mümkün olmayacaktır.

Son tahlilde, tasarruf araçlarından elde edilen gelirler de adı üstünde gelirdir. Doğal olarak gelir vergisi içinde ele alınmalıdırlar. Yani, faiz kazançları da, temettü gelirleri de toplam gelirin bir oranı üzerinden alınmalıdır.

Aksi takdirde, Yılda 100 milyon lira faiz geliri olup yıllık geliri 1 milyar olan vergi mükellefi ile aynı miktarda faiz geliri olup yıllık geliri 100 milyar olan vergi mükellefi aynı miktarda vergi vereceklerdir. Ama, geliri düşük olanın gelirine göre ödediği faiz vergisi çok daha yüksek olacaktır.

Tasarrufların değerlendirilmesinden kaynaklanan kazançların yatırım enstrümanına göre eşit vergilendirilmesi beyanname usulüne geçilmedikçe mümkün değildir. Mümkün gibi görünse de, adil değildir.

Hisse senedinin vergilendirmesi’ denen durum ise biraz daha farklıdır. Hisse senedi yatırımcısı iki çeşit gelir elde edebilir. Birinci çeşit gelir, hissedar sıfatıyla, şirketin kar dağıtımından aldığı temettüdür. İkinci çeşit gelir ise hisse senedinin fiyatının artması yoluyla elde edilen sermaye kazancı (capital gain) denen gelir türüdür.

Temettü gelirleri faiz gelirleri gibi vergilendirilmelidir. Beyanname usulünün getirilmesi faiz ve temettü gelirlerinin aynı şekilde vergilendirilmesinin tek yoludur. Sermaye kazançları ise bir başka vergi çeşididir. Gerçek kişiler için sermaye kazançları vergisi uygulanmamaktadır. Örneğin, 30 milyar liraya aldığınız bir evi iki ay sonra 50 milyar liraya sattığınızda, iki ay beklemekle elde ettiğiniz 20 milyar lira tutarındaki sermaye kazancı vergilendirilmemektedir. O halde, hangi ilkeye göre hisse senedinden elde edilen sermaye kazançları vergilendirilecektir?

Yanlış anlaşılmasın. Hisse senetlerinden elde edilen sermaye kazançları ister kısa dönemli olsun, ister uzun dönemli olsun vergiye tabi olmalıdır. Ama, tüm sermaye kazançları vergiye tabi olmalıdır. Sermaye kazançları vergisi gerçek kişiler için yalnızca hisse senedi yatırımcılarına uygulandığında asıl amaca ters düşülmektedir. Ev satan bir yatırımcıyla hisse senedi satan arasında ne fark vardır?

Dünyanın birçok yerinde devlet kendi borçlanmasından elde edilen faiz gelirlerini ya hiç vergilendirmez ya da çok düşük vergilendirir. Çünkü, devlet tahvil ya da bonosu üzerinden elde edilen faiz gelirlerinin vergilendirilmesi devlet açısından paranın bir cepten diğerine gitmesidir.

Vergi sisteminde devlet borçlanma senetleri bir anlamda kayrılarak devlet bir avantaj elde etmektedir. Bu da devletin borçlanmasını daha kolaylaştırmaktadır. Birçok ülkede bu yöntem vergilendirme gücünün bir yansıması olarak algılanmaktadır. Bizde vergi ayrıştırmasıyla devletin borçlanmasında ayırımcılık yapılacağına kol bükerek ayırımcılık yapılması nedense tercih edilmektedir. Bu yolla vergi gelirlerinin artıyor gibi görünmesi yoluyla prim yapıldığı sanılmaktadır.

Bir yıl daha biterken

YILIN
son haftasına girdik. Dünyada ve Türkiye ekonomisinde çok hareketli bir yıl yaşandı. Genelde, tüm dünyada ekonomik gelişmeler beklentilerin ötesinde olumlu oldu.

Amerikan ekonomisi uzun dönemli bir durgunluğa gidebilir yönünde yorumlar yapılırken, faizlerin daha da artacağı beklentisine rağmen, Amerika’da büyüme göreli olarak hızını koruyor. Bütçe ve dış ticaret açıkları artıyor. Dolar düşmeye devam ediyor.

Avrupa kendini daha toparlayamadı. Ama, daha da kötü olmadı. Avrupa’nın büyük ülkelerindeki artan bütçe açıkları ve üretimde verimlilik düşüşlerine rağmen, bir daralma yaşanmadı. Enflasyon ciddi bir tehdit olarak görülmedi. Euro’nun dolar karşısında değer kazanması ise ekonomik toparlanmanın önünde engel olabilir.

Gelişmekte olan piyasalar ömürlerinde görmedikleri sermaye akımları aldılar. Yılda 200 milyar doları aşan sermaye girişleri ile, içlerinde Türkiye de dahil olmak üzere, birçok gelişmekte olan ülke ekonomik büyümede rekorlar kırdılar. Döviz rezervleri hızla artıyor.

Petrol fiyatının kısa sürede çok hızlı artmasına rağmen, ne enflasyonda ne de ekonomik büyümede dünyanın hiçbir bölgesinde (en azından şimdilik) olumsuz bir gelişme olmadı. Aksine, petrol fiyatının artmasıyla Rusya gibi petrol ihraç eden ülkeler önemli kazanımlar elde ettiler.

Gelişmekte olan ülkeler içinde bu yıl iki tane yıldız vardı: Brezilya ve Türkiye. Brezilya sarsılan ekonomisini göreli bir istikrara kavuşturup zor denilen yapısal reformlar konusunda kararlı adımlar atarak herkesi şaşırttı.

Türkiye de enflasyonu indirme yönündeki kararlılığı ve aynı zamanda gerçekleştirdiği yüksek ekonomik büyüme ile dikkatleri üzerine çekti. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin bir adım daha ilerlemiş olması herkesin dikkatine çekti.

Arjantin, Venezuella ve Uruguay gibi ülkelerle Afrika’nın fakir ülkeleri ekonomik sorunlarını çözebilmiş değiller.

İşlerin dünyanın bir çok yerinde iyi gitmiş olması ekonomilerde sorunların ve risklerin olmadığı anlamına gelmiyor.

Bir yıl daha biterken haftanın geri kalan günlerinde bütün bu konulara daha ayrıntılı yer vereceğim.

İstihdam dostu büyüme

REKOR
düzeyde ekonomik büyüme gerçekleştirip işsizlik konusunda neredeyse hiçbir mesafe alınamamış olması doğal olarak toplumun tüm kesimlerini rahatsız ediyor. Herkesin bu durumdan rahatsız olması çözümlerin kolay olacağı anlamına gelmiyor.

İstihdam dostu büyüme’ ortalama üretimin istihdam yaratabilecek potansiyele sahip sektörlerde yoğunlaşması olarak algılanıyorsa, büyük bir yanılgıya düşülüyor. Çünkü, ekonominin tüm sektörlerinde verimlilik artışı gerçekleştirmek ve sürdürmek hayati bir önem taşımaktadır.

Verimlilik artmadığında, ekonomik istikrar büyük bir risk altına atılacaktır. Üretimde verimlilik arttığı halde, istihdam artışı sağlamak durumundayız. Çözüm, yalnızca büyümede olabildiğince gaza basmak değildir. Aynı şekilde, istihdam yaratmak için verimlilikten taviz vermek de sorunu çözmemektedir.

Çözüm uzun dönemli olmak zorundadır. Gençlerimize ‘istihdam dostu eğitim’ sağlamak zorundayız. Bu yolda ilerlemediğimiz sürece, işsizlik sorununa kalıcı bir çözüm üretebilmemiz mümkün görünmemektedir.
Yazarın Tüm Yazıları