Makaron renklerinden bir gökkuşağı

KARŞIMDAKİ genç adama biraz şaşkınlıkla bakıyorum.

Ben kelli felli bir patron bekliyorum.
Elini uzatan genç adam ise, 1970’lerin başındaki San Fransisco’dan çıkmış bir hippi.
Ortadan ayrılmış uzun saçları var.
Üzerinde açık renk takım elbise.
Hafif dökülüyor. Daha doğrusu, özenli bir şekilde akıyor.
İçine yelek ve yakaları iliklenmemiş bir gömlek giymiş.
Bu genç adam, adı artık neredeyse Paris’le özdeşleşmiş, 150 yıllık bir markanın sahibi.
“Laduree”nin...
“Makaron” denilen efsane tatlıların mucidi ve üreticisi.
Çırağan Oteli’nin Boğaz’a bakan geniş salonunda, aynı adı taşıyan şampanyasını içiyoruz.
Rengârenk makaronlar önümüzde resmigeçit yapıyor.
Kutulardan birinin üzerinde Christian Dior’un olağanüstü tasarımcısı “Galliano”nun ismi yazıyor.
Kutuyu o tasarımlamış.

“Laduree” adını, 1970’li yılarda Paris’te öğrenciyken işitmiştim.
Royale sokağındaki dükkânın vitrinlerinde makaronları hayranlıkla seyrederdim.
Bu küçük tatlılar bana, hayal ettiğim “iyi hayatın” gökkuşağı gibi görünürdü.
Bu markayı 1862 yılında Louis Ernest Laduree bir ekmek fırını olarak açmış.
Sonra eşi burayı pastane haline getirmiş.
Ama markanın asıl büyümesinin hikâyesi 1993 yılında, karşımda duran bu genç adamın tutkusuyla başlıyor.

David Holder, Fransa’ya göç eden Ukraynalı Yahudi bir ailenin, üçüncü kuşak çocuğu.
Paris’te üniversite okuyor.
Babası her hafta sonu onu ziyarete geliyor.
Ve her hafta cumartesi günleri babası ile “Laduree”ye gidiyor.
Omlet ve makaron yiyor, şarabını içiyor.
Beş yıl boyunca, Paris’te olduğu her hafta mutlaka oraya uğruyor.
Pastanede herkes onu tanıyor.
Beşinci yılın sonunda, 1993’te, garson kızlardan biri kulağına bir şey fısıldıyor.
“Canımız sıkkın. Ailenin fertleri arasında anlaşmazlık var. Galiba burayı satacaklar.”
Genç adamın gözleri parlıyor.
“Laduree”, hayallerinin markası. Hemen babasını alıp şirketin sahipleri ile konuşuyor.
Ve “Laduree”nin yüzde 51’ini alıyor.
Ondan sonra marka iyice güçleniyor.

1997’de Champs Elysees üzerindeki büyük restoran ve pastane açılıyor.
Onu Japonya, İngiltere, İsviçre ve başka ülkelerdeki mağazalar takip ediyor.
Sonunda, İstanbul Bebek de, Laduree gökkuşağının altına giriyor.
Dikkat edin, “Laduree” coğrafyası, aynı zamanda yükselmiş ve yükselen şehirler güzergâhı.
“David Holder”, beni gerçekten etkileyen bir tutkuyla ve heyecanla anlatıyor.
Her yıl koleksiyonuna yeni parfümler, yeni meyveler ve kutular ekliyor.
Tuzlu tereyağıyla, şekeri ve karameli birleştirmiş.
İncir ve hurmayı makaron dünyasına sokmuş.
Önceki yaz, şirketlerle ilgili çok ilginç bir makale okumuştum.
Tezi şuydu:
Sahibinin ve yöneticisinin iç dünyasındaki renkleri, heyecanları yönetime yansıtamayan şirketler başarısız oluyor.
Oysa bize hep, “şirketlerin anonim, ruhsuz olması gerektiği” anlatılırdı.
Karşımdaki genç adamın heyecanını, Laduree gibi 150 yıllık bir markayı renkli bir kişilikle büyütmesini görünce, bu tezin ne kadar doğru olduğunu anlıyorum.
David Holder, ürettiği makaronlar kadar renkli bir insan.
Hayatımızın çok büyük bir bölümü çalıştığımız mekânlarda geçiyor.
O mekânlar, ekonominin demir kanunlarına, iş âleminin kuru, sıkıcı, yorucu iklimine meydan okuyamadığı zaman, gri ve siyah, hayatımızın rengi haline geliyor.

Güzel bir akşamüzeri güneşi vardı.
Boğaz her zamanki gibi baştan çıkarıcıydı.
Ayrılırken dua ettim.
Allah, makaron renklerinden ve tadından oluşan bir gökkuşağını ruhumun üzerinden hiç eksik etmesin.
Yazarın Tüm Yazıları