Mağrur burnu düşse eğilip almıyor

Virginia Woolf’un yaşadığı döneme vurduğu edebiyat damgası, günümüze kadar boşuna uzanmıyor. "Mektuplar" bunun kanıtı.

Övgü ya da yerden yere vurma, güzellik ya da çirkinlik, arkasından yapılan dedikodu ya da el üstünde tutma, umrunda bile değil. Kendi deyimiyle, "Benim kendi yayınevim var, kitaplarım ve hakkımda ne yazılırsa yazılsın, onlara hiç ihtiyaç duymadan, yazmaya devam ediyorum, ben buna bakarım".

Bir yazar için kolay bulunamayacak bir lüks.

Ünlü İngiliz yazar Virginia Woolf (1882-1941). Onu edebiyatla ilgili ya da hafif tiyatro izlemiş, herkes tanıyor.

Sadece romanlarından değil. Belki daha önce, onun hakkında yazılan bir tiyatro eserinden. Yine bir İngiliz tiyatro yazarı Edward Albee’nin, "Kim Korkar Virginia Woolf’tan" adlı tiyatro eserinden. Daha sonra filmi de çevriliyor. Elizabeth Taylor ile Richard Burton’un oynadığı film ve kitap, Türkçe’ye avangard üslupla, "Kim Korkar Hain Kurttan" diye tercüme ediliyor. Hatta, aynı deyim, günlük dile de geçiyor.

Yirminci yüzyılın edebiyat dünyasına damgasını vuran edebiyatçılardan Virginia Woolf’un geçenlerde anıları yayınlanıyor. İki cildi bin sayfayı aşan "Mektuplar" başlıklı anılar, hem dönemin edebiyat dünyası, hem de politika arenasında insanın başını döndüren bir hayatın tanığı haline getiriyor.

DOYUMSUZLUĞUN SONU

Geçen hafta elime o anıların bir özeti geçiyor. Okurken bir hayallere dalıyorum, bir irkiliyorum. Öyle tantanalı, öyle şaşaalı, lüks ve her türlü duyguyla öyle sarmalanmış bir hayat ki, ona yine de sürekli doyumsuzluk aşılıyor. Belki de, Woolf’un bir nehrin sularına kendini bırakarak, intihar etmesi, pek çok sanatçıda görülen aynı doyumsuzluğun son aşaması.

Sürekli doyuma ulaşarak, doyumsuzlukla yoğrulmak.

Virginia Woolf’un kendi yaşadığı döneme vurduğu edebiyat damgası, günümüze kadar boşuna uzanmıyor. "Mektuplar" bunun kanıtı.

Gerek kendi kişiliği, gerek eşinin sahip olduğu yayınevi, İngiltere’den Rusya’ya kadar dönemin ünlü yazarlarını bir araya getiriyor. Gertrude Stein, Maksim Gorki, Rainer Maria Rilke, İtalo Svevo’nun kitapları o yayınevi kanalıyla dünya edebiyatına kazandırılıyor.

Kapitalist sistemin elli yıl boyunca teorisini ezberlediği ve uyguladığı iktisatçı John Maynard Keynes ya da felsefede çığır açan Bertrand Russell. Şömine karşısında, bordo deri koltuklarda içilen içkiyle başlayan sohbetler, yaşadıkları yirminci yüzyılı aşıyor.

Aşkı uğruna tahtından feragat eden İngiltere Kralı 8. Edward, daha sonra onu yine de aldatan Madam Simspon, İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Woolf malikanesinin konukları arasında.

ZENGİNLİĞİN GÜVENİ

İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar Londra’yı bombalarken, o masası başında romanını bitirmeye uğraşıyor. Yeğeni İspanya iç savaşında ölüyor. Eşi, onca varlığına rağmen, aktif bir sosyalist.

Her sohbet, her olay onda iz bırakıyor. Çünkü, o her olaya insani bir merakla yaklaşıyor. Altını çizmek gerek, onaylasın ya da onaylamasın, onu yazar kılan da, doyumsuz bırakan da, vazgeçilmez insani merakı.

Ama, mağrur. Burnu düşse, eğilip almıyor. Belki de, pek az yazara nasip olan ekonomik gücünün güveniyle. Bir kadın olarak güzelliği buna eklenince, kadın haklarını da, en uç ilişkileri de savunmakta hiç tereddüt etmiyor. Her eylemine felsefi bir açıklama getirmekte güçlük çekmiyor.

Çok yönlü ve gerçekten çok parlak, çok zengin ilişkiler zinciri içinde, hayatına kendi elleriyle son vermesi, bende derin iz bırakıyor. O şaşaalı hayat, onda boşluğa yol açıyor. Yaratıcılığı, içine düştüğü boşluğu gidermeye yetmiyor.

Anıların son satırını okurken, benzer hayatları düşünüyorum. O lüks, o debdebe içinde insani merak peşine düşmüş, başkalarının duygu ve düşüncelerini ıskalamayanları saymaya çalışıyorum. Saymaktan vazgeçiyorum.
Yazarın Tüm Yazıları