Leydi Di gazetecilerden nefret mi ederdi?

Başbakan'ın eşi Berna Yılmaz, o 1988 gününü hâlâ çok iyi hatırlıyor. ‘‘Yüzünde her zamanki hüzünlü ifade vardı. Sanki hiçbir zaman mutluluğu yakalayamamış gibi bakıyordu'' diyor.Ben Leydi Di için hep aynı şeyleri düşündüm.Hüzün, bazı kadınların yüzlerine deri gibi yapışır kalır.O hüzün, bazılarına apayrı bir güzellik verir.Bazılarına ise sadece acıma duygusu.* * *Leydi Di, birinci gruba girenlerdendi. Hüzün, onun en muhteşem makyajıydı.Hüzünlü güzeller sınıfının A takımından.Ama bir farkla. Hüznünü cinsel cazibeye çevirebilenlerden. Hüzün simyasını en iyi bilenlerden biri olarak.Ölümü herhalde uzun süre konuşulacak. Ölümünde gazetecilerin rolü tartışılacak.Gazetecilere hıncı olanlar, ne kadar haklı olduklarına bir kere daha iman edecekler.Gazetecinin kaderi budur.İnsanların en hoşuna gidecek şeylerle en kızdıkları şeyleri yapan insanlardır onlar. Günlük olarak doğarlar ve ölürler.Dünyanın en hızla tüketilen canlılarıdırlar. Bir sabah doğarlar, ertesi sabah öldürülürler.Bir gün seversiniz, ertesi gün nefret edersiniz.* * *Benim için Leydi Di hayatın güzel şeylerinden birisiydi.Şöhret denilen hünsa etiketin en güzel örneklerinden birisi.İnsana hem keyif, hem ıstırap veren en tuhaf sıfat.Girdiğiniz mekânda, herkes size bakarak, ‘‘A bak o da burada'' derken aldığınız keyifle, giderek daralan, sıfırlaşan mahremiyetinizin çelişkisinin ortak paydası.Şöhret...Ne onla, ne onsuz yapılabilen alın yazısı...Hep merak etmişimdir. Leydi Di'nin, gazeteciler ve paparazziler hakkında gerçek düşünceleri neydi? Onlardan çok mu nefret ederdi, yoksa onları çok mu severdi?Bu soruya kendisinin bile samimi bir cevap verebileceğini sanmıyorum.İtiraf edebilmek, kabullenebilmek sandığımızdan daha zor bir şeydir.Leydi Di bir celebrity, bir şöhretti.Şöhret olmanın kuralları vardır. Kabul etmek zorunda kaldığınız mecburiyetleri.Şöhret, kamunun ortak malıdır. Kimsenin mülkiyetinde değildir. Şöhret olmak bir tercihtir. İsteseniz de istemeseniz de. Ondan hem nefret edersiniz, hem de onsuz yapamazsınız. Şöhret, Tanrı'nın yarattığı en bencil sıfattır.İşinize geldiği zaman tanınmak, istemediğiniz zaman in cognito, görünmez adam olmak.* * *Ne yazık ki Tanrı bu kadar büyük lüksü kimseye vermiyor.Şöhret, bedeli mutlaka ödenmesi gereken bir lüks. Kamu, onun vergisini çok ağır kesiyor.Şöhret ve onun arkasındaki paparazzi, symbiosis hayatın iki ferdidir.Biri ötekinin sırtından yaşar. Öteki de, sırtındaki o olmadan yapamaz.Hâlâ merak ediyorum. Leydi Di gazetecilerden çok mu nefret ederdi, yoksa çok mu severdi?Gazetelerin birinci sayfalarında fotoğraflarını gördükçe mutlu mu olurdu, yoksa yüzündeki hüznün çizgileri biraz daha derinleşir miydi?Ben bu sorunun cevabını bilmiyorum. Bildiğini iddia edenlerin de ne kadar haklı olduklarından şüphe ederim.* * *Peki ya tüketenler? O fotoğraflara bakıp fikir yürütenler, o fotoğraflara karşı muazzam talebi yaratanlar?Yani okuyucular, televizyon seyircileri?Onlar hiçbir zaman tartışılmayacaklar.Sanık sandalyesine sadece ve sadece paparazziler oturtulacaklar.Hatta onların patronları. Medya.Leydi Di, hüzünlü bir prensesti. İngiltere tahtından uzaklaştığı zaman bile hep prenses olarak kaldı.Nasıl? Kimin sayesinde?Acaba bunda, peşindeki o paparazzilerin, gazetecilerin hiç mi payı yoktu?Onu bilinmezliğin, ünsüzlüğün, unutulmuşluğun karanlıklarına bırakmayan gazetecilerin, onun son mutluluğunda hiç mi katkıları yoktu?* * *Daha yıllarca tartışırız. Ama unutmamamız gereken bir şey var. Ex prenses'lerin, terk edilmiş kraliçelerin en büyük dostu gazetecilerdir.Onlar bir gün kendilerini saray kapılarının önlerinde bulduklarında, yanlarında sadece bizler, gazeteciler oluruz.Onlar ve bizler, birbirimize hayat kordonlarıyla bağlı türleriz.Ne onlar bizsiz, ne bizler onlarsız yapabiliriz.Birbirimizi yiyerek, bitirerek bir hayatı tüketiriz.
Yazarın Tüm Yazıları