Kirpinin dayanılmaz cazibesi

Geçen pazar Ertuğrul Özkök’ün "Yaralı Kirpi Requiem"ini okuyunca aklıma, bir oklu kirpi hayranı olan Sigmund Freud geldi. Özkök’ün masası üzerinde bir kirpi gördüğümü anımsamıyorum. Freud’un Londra’daki, müze haline getirilmiş evinin çalışma masası üzerinde hálá duran oklu kirpinin öyküsünü sizinle paylaşacağım.

Böceklerden yola çıkarak ölümden sonra geçen zamanı hesaplayan, cesedin taşındığını, ölenin zehirlendiğini söyleyebilen adli entomologlar bilgilerinin önemli bölümünü, John Steinbeck dahil birçok edebiyatçıya danışmanlık da yapmış Dr. Maynard Jack Ramsay’e borçludur. Ramsey’i önce biyolojiye, sonra böceklere yönlendiren ise Buffalo Üniversitesi’ndeki hocası Albert R. Shadle’dir.

Shadle, ömrünün tamamını kunduzlar ve oklu kirpilere adamıştı. Çalışma odasında beslediği, 5 dişi ve 3 erkek kirpiyi haftalarca gözleyerek kaleme aldığı 1946 tarihli "Copulation in the Porcupine" (Oklu Kirpilerin Çiftleşmesi) adlı makalesi, pek merak edilen bir konuyu bütün ayrıntılarıyla, hatta kimilerinin günümüzde bile pornografik saydığı ve şaka yollu bile olsa, "sakın çocuklara okutmayın" diye uyardığı bir dille anlatır.

Bilim dünyası, oklu kirpilerin nasıl arka ayakları üzerine kalkıp yüz yüze geldiğini, oklarını nasıl gevşetip yatırdığını, dişilerin erkekleri nasıl baştan çıkarttığını, erkeklerin nasıl "şarkı" söylediğini, nasıl kendi kendilerini tatmin ettiklerini ve daha birçok şeyi, hep bu ve Shadle’nin iki meslektaşıyla birlikte yayınladığı "The Sex Reactions of Porcupines (Erethizon d. dorsatum) Before and After Copulation," (Oklu Kirpilerin Çiftleşme Önce ve Sonrasındaki Davranışı) adlı makalelerden öğrenmiştir.

Tıpkı Shadle gibi bir biyolog ve entomolog olan Dr. Alfred Charles Kinsey, dünyayı yerinden oynatan, şaşkınlık, öfke ya da kutlamayla karşılanan ünlü raporlarında, kirpilerle insanların cinsel yaşamları arasındaki benzerlikleri dile getirir.

İlginç olan, kirpi davranışını okların nasıl etkilediği meselesinin sadece biyologları değil, filozofları ve ruh hekimlerini de yakından ilgilendirmesi; kirpi denen gizemli canlının şövalyelerden futbolculara kadar, yüzyıllar boyu insanlara ilham vermeyi sürdürmesidir.

DOKTOR KİRPİ PEŞİNDE

1909 yazında Sigmund Freud, Viyana Berggasse 19 numaradaki evinde "Amerika’ya gideceğim" dedi. "Vahşi oklu kirpileri görmek, birkaç da konferans vermek istiyorum." Freud, 53 yaşına gelmişti, aldığı birçok davete rağmen, nefret ettiğini her fırsatta dile getirdiği Amerika’ya hiç gitmemişti. "Büyük hedefleriniz varsa, dikkatinizi fazla gayret gerektirmeyen ikinci bir hedefe yoğunlaştırmak, korkunuzu azaltır" diye sürdürdü. Böylece "kirpiyi bulma", psikiyatri kavramları arasındaki yerini aldı.

O yıl Freud, meslektaşları Jung, Ferenczi ve Jones ile birlikte okyanusu aştı ve Worchester Üniversitesi’nin 20. kuruluş yıldönümü kutlamalarına katıldı. Verdiği konferansı dinleyenler arasında ABD’nin ilk nöroloji kliniğinin kurucusu James Putnam bulunmasa ve çiftliğine davet etmeseydi, kirpisini göremeden Viyana’ya dönecekti.

Yarım yüzyıl sonra, Freud’un biyografisini kaleme alan Ernest Jones’a göre Freud’un, Jung ve Ferenczi ile paylaştığı, küçük kulübenin kapısını iki genç kız çalar. "Bizimle gelin, tepedeki kirpiyi görün" derler. Böylelikle üç adam ve iki kızın, bir hayli meşakkatli geçen ve kötü bir sürprizle sonlanan tırmanışı başlar. Kirpiyi bulurlar ama, kendilerini karşılayan canlısı değil, ileri derecede çürümüş ve şişmiş cesedi olur.

2 Ekim 1909’da Freud, Yeni Dünya’dan Berggasse 19’a, iki değerli anıyla döndü. Biri, fahri doktora diplomasıydı. Onu çerçeveletti, hastaların bekleme odasının duvarına astı. Diğeri, Putnam Çiftliği’nden ayrılırken, hediye edilen bir kağıt ağırlığıydı. 10-15 santim uzunluğunda, sırtı dimdik oklarla kaplı, metal bir kirpi heykelciğiydi bu. İlginç olan, insanı yaralayacak kadar keskin olduğu sanılan oklara dokunulduğunda, batmamaları bir yana, tatlı sesler çıkartmalarıydı.

Freud kirpiyi yazı masasının üzerine, sigara tablasının arkasına, değişik kültürlerin mitolojik kahramanlarının heykelciklerinin önüne yerleştirdi. 1938 baharında Naziler, Avusturya’yı Almanya’ya bağladı. Bir Yahudi olan Freud’un evini birkaç kez ziyaret etti. "Özgür ölmek istiyorum" dedi ve Londra’ya taşındı. Kirpi’yi yine çalışma masasının üzerine yerleştirdi. Müzeye dönüşmüş Londra’daki evini gezenlerin genellikle dikkatinden kaçan kirpinin öyküsü budur. Ancak Freud’un aklına oklu kirpiyi sokan ünlü Alman filozof Schopenhauer’dir.

SCHOPENHAUER’İN KİRPİLERİ

Sigmund Freud, 1921’de yayınladığı Grup Psikolojisi ve Ego’nun Analizi adlı eserinde, ana-oğul dışında tüm insan ve grup ilişkilerinde gözlenen çatışmayı açıklamaya çalışır. "Schopenhauer’in ünlü donan oklu kirpi benzetmesindeki gibi, hiç kimse, komşusuna fazla yaklaşmaya katlanamaz" der ve bir dip not verir. Bu dip not, Arthur Schopenhauer’in 1851’de yayınladığı Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler adlı eserinin 396. bölümünün bir kısmıdır. Bölümün tamamını aktarmaması çok eleştirilmiş, filozoftan etkilendiği anlaşılmasın diye bu yola başvurduğu iddia edilmiştir. 396. bölümün Almanca’dan yaptığım çevirisi şöyle. Freud’un yer vermediği satırları, parantez içine aldım.

"Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki ıstıraba da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya dek sürdü. (İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeliğidir. Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu uzaklıkta duramayanlara, İngiltere’de "keep your distance!" denir (Schopenhauer "mesafeni koru" anlamına gelen bu deyimi, anadilinde değil, İngilizce kaleme almıştır). Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez. Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.)

Freud, eşler ve arkadaşlar arasındaki çatışmayı, çocuklarını evlendirmiş iki ailenin veya komşu köylerin birbiriyle rekabetini; Almanya’nın güneyinde yaşayanlarla kuzeydekiler, İngilizlerle İskoçlar, İspanyollarla Portekizliler arasındaki gerilimi, beyaz ırktan olanların zencilere, Almanların Yahudilere düşmanlığını, oklu kirpi metaforuna dayandırmıştır.

Şövalyeler futbolcular isyancılar

Bundan 615 yıl önce bir yaz gecesi, Fransa’nın Orleans Dükü Louis, 24 adamla buluştu. Hepsinin sırtında, deniz mavisi renkte, kapüşonlu, kadife pelerinler vardı. Dük, önce kendi, sonra onların parmağına birer işlemeli akik yüzük taktı. Ardından, önce kendi, sonra onların boynuna üç altın zincire asılı birer altın madalya geçirdi. Hepsine bir oklu kirpi resmi, çevresine "hem yakından, hem uzaktan" anlamına gelen "cominus et eminus" sözcükleri kazınmıştı. "Bu nişanla şövalye oldunuz" dedi Dük, "Bundan böyle Korkusuz Jan’a karşı bir oklu kirpi gibi hem yakından, hem uzaktan savaşacağız." (Orleans Dükü, oklu kirpilerin, iğnelerini uzaktan fırlatabildiğini sanıyordu anlaşılan!) Kirpi, kraliyet armalarındaki yerini bir asır kadar korudu, sonra "halkın kafasını karıştırıyor" dendi ve "nutrisco et extingo" (hem yerim, hem söndürürüm) yazılı, ağzından ateş püsküren bir semender ile değiştirildi.

Afrikalılar da oklu kirpinin cazibesine dayanamıyor ki, kıtanın neresine gitseniz karşınıza onun yer aldığı bir efsane ya da dikenlerinin süslediği bir maske çıkıyor. Kenya’nın Kikuyuları ateşi onun yarattığına, Mali’nin Bambaraları ise domatesi nara dönüştürdüğüne inanıyor.

2006 yılının Fransız edebiyat ödülü Renaudot’yu, "Memoires de Porc-epic" (Oklu Kirpi’nin Hatıraları) adlı romanıyla alan Kongolu Alain Mabanckou da her insanın alter egosunun, yani öteki ben’inin kendi içinde değil, doğadaki bir hayvanda olduğu efsanesinden yola çıkmıştır. Romanın kahramanı oklu kirpi, korkunç dikenlerini kullanır ve gözünü kan bürümüş "sahibi" Kibandi’nin önüne çıkanları, garip yöntemlerle teker teker öldürür.

1950’lerde Gana’da, etnik kökene dayalı federasyon yanlısı bir hareketin sembolü olan bin oklu kirpi, günümüzde sadece Gana’nın değil, tüm Afrika’nın en başarılı futbol takımlarından Asante Kotoko’nun amblemi olarak yaşamını sürdürmektedir.

Oklu kirpi şu sıralar, ABD’deki çok ilginç bir başka hareketin, "Bizler, sevecen, şiddet yanlısı olmayan, ama yalnız kalmak isteyen kişileriz. Bize saldıran olursa kendimizi savunuruz, tıpkı bir kirpi gibi" diyen Özgür Eyalet Projesi’nin de sembolü.

2 Nisan 2008 itibariyle 8 bin 290 olan üye sayısı 20 bin kişiye ulaştığında eyalet gelir vergisi düşük, tüketim malları üzerinden ise hiç vergi alınmayan New Hampshire’a topluca taşınmayı, kendi görüşlerindekileri seçtirerek, devlet baskısının en az, kişisel özgürlüklerin en uç noktada yaşanacağı (örneğin, silah taşımanın ve uyuşturucu kullanmanın serbest bırakılacağı) bir düzen kurmayı hedefliyorlar. Amerikan usulü darbe böyle olsa gerek.

Ve nihayet, bundan 100 yıl kadar önce "Kirpi" takma adıyla yazarak, İttihat ve Terakki Fırkası’nı yerden yere vuran Refik Halid Karay’ı unutmak ne mümkün.

Ertuğrul Özkök’ün kirpisi hangisi?

Özkök’ün kirpisi, Türkiye’nin hemen her yerinde rastlanan Kirpigiller (Erinaceidae) familyasından Erinaceus concolor mu, yoksa batıya göç etmiş dikenleri kahverengi ve beyaz bantlı, uzun kulaklı çöl kirpisi (Hemiechinus auritus) mi bilemem. Tabii, dikenleri olduğundan "kirpi" denen, ama kirpigillerle hiçbir akrabalığı bulunmayan bir eski dünya oklu kirpisi, Hystrix cristata ya da Hystrix indica bile olabilir.

Boynunun altında göğsüne doğru ilerleyen, geniş, beyaz bir lekesi varsa eğer, DNA analizleri sayesinde, bundan 5 milyon yıl kadar önce Avrupa’daki boynu kahverengi lekeli kardeşi Erinaceus europaeus’dan ayrıldığını öğrendiğimiz yaygın kirpimiz concolor’dur. Bir de, "concolor’un, Trakya tarafında bulunan C1 tipi mi, yoksa Anadolu’daki C2 tipi midir?" gibisinden hayati bir soru daha var ki, onu yanıtlamak için, başının üzerinden alınacak 8-10 saç telinde mitokondriyal DNA analizi yapmaktan başka çare yoktur.

Ancak şurası muhakkak ki, Özkök’ün kirpisinin, biyolog Shadle ve Kinsey’in seks hayatını incelediği; Freud’un insan ilişkilerindeki sorunları açıklamak için metafor olarak kullandığı, üstelik heykelini ölümüne dek gözünün önünden ayırmadığı, boyu 80, kuyruğu 30, dikenleri 8 santimi bulan, Kuzey Amerika oklu kirpisi (Erethizon dorsatum) olma ihtimali, neredeyse sıfırdır.
Yazarın Tüm Yazıları