Kefe’den çeteye

ŞU "ulusalcı - kuvvacı" kıbleli "Ergenekon Çetesi"nin kendisine merkez seçtiği "Türk Ortodoks Patrikhanesi", Karaköy’deki "Kefeli Panaya Kilisesi"nde ikámet buyurur.

Tabii ki "Patrikhane"nin (!) de merkezi buradadır ama başka bir şubesi daha yoktur.

Çünkü dün dediğim gibi, bırakın episkoposun takdis ettiği tek bir diyakraya, tek bir papaza, háttá tek bir zangoca sahip olmayı, ayinde tek sıra dolduracak bir cemaati dahi yoktur.

Kel başa şimşir tarak, "Türk Ortodoks Patrikhanesi" dünyada başka bir eşi ve benzeri bulunmayan bir hilkát garibesidir ki, ne dindarı, ne ruhbanı, ne de "patrik"i vardır.

Dolayısıyla da, polis kayıtlarına göre yukarıdaki "Ergenekon Çetesi"ne "karárgah-ı umûmi" oluşturmanın ötesinde bir misyonu mevcut değildir.

* * *

KİLİSE tabelásındaki "Kefe" sözcüğü ise coğrafi bir mekándan kaynaklanır.

Kırım Yarımadası’nın güneyinde bulunan ve kurucu Cenevizlilerin "Kaffa", Yunanlıların "Teodosya", Ukraynalıların da "Feodosya" dediği limanın ismidir.

Zaten de temelini oradan hicret etmiş Rumlar attığı içindir ki, ibadethane bu adı taşır.

Evet evet, söz konusu yarımada 18. yüzyıl sonu - 19. yüzyıl ortalarında tamamen Rus hákimiyeti altına girince, ora Helenleri Çarlık sultası altında yaşamayı reddetmişlerdir.

Yegáne v-a-t-a-n addettikleri İmparatorluk sınırları içine göçmeyi tercih etmişlerdir.

Bunlardan bazıları, kırk yıllık yoldaşım ve "Sabah" gazetesi Atina temsilcisi Stelyo Berberakis’in de dedesi gibi Doğu Karadeniz sahiline; diğer bazıları ise, zaten Galata’da daha önce mevcut olan Kefe kolonisinin bulunduğu şehr-i Stambul’a yerleşmişlerdir.

Esas sahiplerinden gaspedilen mábedin Kayserili bir Karamanlı olan ve kendi kendini "Papa Eftim" diye takdis eden Pavlos Karahisaridis’e bırakılması; onun da bunu "Türk Ortodoks Patrikhanesi"ne dönüştürmesi ise 1924 yılına, yani Mübadele ertesine uzanır.

* * *

KURTULUŞ Savaşı sonrası ve Lozan Antlaşması uyarınca Türkiyei’yle Yunanistan arasında uygulanan bu Mübadele de, her iki taraf açısından bir insanlık tragedyasıdır.

Bir milyon civarında Ortodoks Anadolu’dan Yunanistan’a; yüzbinlerce Müslüman ise ters yönde, Yunanistan ve Adalar’dan Anadolu’ya göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır.

Yukarıdaki "Ortodoks" ve "Müslüman" terimlerini kasten kullandım.

Çünkü burada bir etnik değiş - tokuş değil, bir "dini" değiş - tokuş söz konusudur.

Nitekim, Rumcadan başka tek kelime bilmeyen ve çoğunluğu İslamlaşmış Helenlerden oluşan Giritliler, Rodoslular, Epiryalılar ve Bulgarca konuşan Trakya Pomakları Türkiye’ye iskán edilirken; karşı yönde de, bu defa anadili öz be öz Türkçe olan Karamanlılar ve zeybeği yine Türkçe söyleyen Ege Rumları denizin öteki yakasına göçmek zorunda bırakılmışlardır.

Dolayısıyla da, gerek Yunanistan, gerek Türkiye ulus - devletleri özünde "dinî" hamurla yoğrulmuşlardır ve laik veya seküler tercihler yukarıdaki nesnel gerçeği değiştirmez.

* * *

İŞTE, adı var dindarı yok, yukarıdaki "Türk Ortodoks Patrikhanesi"nin kurucusu Pavlos Karahisaridis, yani "Papa Eftim" de yukarıdaki Karamanlı aidiyete mensuptur.

Ve, dediğim gibi, Türkçeden başka tek söz bilmeyen ve ibadetini dahi Dede Korkut dilinde yapan; üstelik, Evancelinos Misaliadis’in "Temaşá-i Dünya ve Cefakár-u Çefakeş" iyle lisánımıza ilk romanı kazandırmaktan, Kayseri’nin kadirşinas evládı Elya Kazancıoğlu’yla dünya sinemasında şáheser yaratmaya, Anadolu’daki ilk modern "münevveran"ı üreten ve Türkofon Rum mu, yoksa Ortodoks Türk mü oldukları meçhul kalan o Karamanlıların tragedyası hem Türklüğümüz açısından, hem de bizzat Mübadele içinde apayrı bir faciadır.

Bu büyük faciadan "ulusalcı - kuvvacı" bir "Ergenekon Çetesi"ne nasıl gelindiği konusunu yarın yine Türkiye Hıristiyanlığı ve Cumhuriyet İdeolojisi bağlamında işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları