Kanepe insanının hayat değerlendirmesi

Topesto başka bir arkadaşımızla birlikte kafayı Kurtlar Vadisi’ne sardığından beri, perşembe toplantılarımız sekteye uğradı.

Ben hadiseden kopuk olduğum için Kurtlar Vadisi seyretme seanslarına katılmıyorum, onlar da ‘Geçen haftanın özeti - Yeni bölüm- Televole’nin Kurtlar Vadisi özeti’ üçgenine sıkıştıklarından dışarı çıkamıyorlar.

Arada sırada elemanların Kurtlar Vadisi seyrederkenki halini seyretmek için takılıyorum. Her bölümü bana son bölüm gibi geliyor. ‘Dan!’ diye birini vuruyorlar mesela, ‘Kimdi az evvel mıhladıkları abi?’ diye soruyorum, ‘Acayip önemli adamdı bu’ diye başlayan ve gerisini kesinlikle anlamadığım bazı şeyler anlatıyorlar.

‘Senatör müydü giden abi?’ diyorum, ‘Konsey üyesi... Usta sen çerez yesene, bak çok taze, mmmmmh!’ filan diye püskürtüyorlar.

*

Geçen perşembe Kurtlar Vadisi seanslarına ev sahipliği yapan eleman başka bir işi çıktığı için tesisi bize emanet edip gitmiş.

Topesto aradı, ‘Tek başıma seyretmeyeyim usta, buyur gel beraber seyredelim’ dedi.

‘Senin evin var, benim evim var; niye tarafsız sahada seyrediyoruz biz bu diziyi? Bir açıklama alabilir miyim; saçma olmayan tarafından?’ diye sordum.

‘Televizyon manzaralı iki kanepe var gencin evinde’ dedi.

‘Yeterli açıklama diye ben buna derim’ diyerek yola koyuldum.

Digitürk şu sıra paso ‘Big Lebowski’ yayınlıyor. Biz de Jeff Bridges’ın gazına gelip bira yerine ‘White Russian’a döndük. Evde votka varmış, süt ve Kahlua aldım giderken.

Topesto ‘Kahve likörü vardı moruk’ dedi, ‘Onunla güzel olmuyor bu meret, ben de denedim’ dedim.

*

Otoban kenarındaki koyunlar gibi yayıldık kanepelere, pizza sipariş ettik ve Kurtlar Vadisi’ni beklemeye başladık.

Bu arada klasik dolgu malzemesi kontenjanından üç kez üst üste Nick Cave ve Shane MacGowan’ın ‘What A Wonderful World’ klibini seyrettik...

Neyse uzatmayayım, başladı hadise.

Topesto arada birtakım yem açıklamalarla benim dumura uğratıcı sorularımdan kurtulmaya çalışıyor ama bu pek mümkün olmuyor.

‘Bu adam kim? Peki bu adam kim? Aha benim komşu çıktı... Benim komşu iyi adam di mi bu dizide?.. İyi insandır zaten!.. Polat parlamenter seçilirse dizi bitecek mi?.. Bu kadar silah patlıyor, bir polis memuru yok mu ortalıkta?..’ gibi sorularla eskitip duruyorum arkadaşı.

*

Dizi bitti, ben yine bir şey anlamadım. Daha doğrusu yine son bölüm sandım. Sonra Televole başladı. Acayip bir şeyler olmakta televizyonda. Yine de öyle yağı fazla çekmiş paçanga böreği gibi kıpırdamadan duruyoruz.

Hamlelerimiz, bardağa veya artık iyice soğumuş pizzaya uzanmakla kısıtlı.

Tam ‘Bir de film mi patlatsak’ noktasına doğru sürüklenirken Topesto ‘Saat kaç birader?’ dedi.

Uzaktan komutanın ‘info’ tuşuna basıp saati kontrol ettim ve ‘00.20... Uzayalım mı?’ dedim.

‘Yok ya, doğum günün kutlu olsun diyecektim’ dedi.

‘Haa, doğum günüm oldu di mi? Eyvallah birader’ dedim.

Benden iki gün sonra da Topesto’nun doğum günüdür. ‘Kutlamalar için önlem aldık mı?’ dedim.

‘Herkese başka yalan söyleyip hallettim ben o işi’ dedi.

‘Eline sağlık, bu sene de yırttık yani’ dedim.

*

Kısa bir sessizliğin ardından Topesto şöyle bir konuşma yaptı: ‘Usta bu mudur bizim geldiğimiz nokta şimdi? Yani şu yaşımıza geldik; bir kanepede sen, bir kanepede ben. Pizza, Big Lebowski içeceği... Televizyonda birtakım acayip insanların acayip hikayeleri var. Şu an çalmakta olan cep telefonumun melodisi Indiana Jones. Sen kafanı acayip topuz gibi bir şey yapmışsın, ben demin üstüme Kahlua döktüm... Yarın ikimiz de çalışmıyoruz ve doğum günümüz kutlanmasın diye insanlara yalan söylüyoruz. Sanırım 45 dakika içinde Yuri Gagarin gibi olacağız (Sarhoş olacağımızı belirtmeye çalışıyor, bu lafı seçtiğine göre zaten kozmonot olmuş arkadaş) ve işin daha da acayip yanı, haftaya perşembe yine bunları yapıyor olacağız büyük ihtimalle...’

İstifimi bozmadan ‘İyi durumdayız yani... Zor oldu bugünlere gelmek ama geldik işte birader...’ dedim.

‘Hakikaten bravo bize’ dedi ve konuşmaya son noktayı şöyle koydu: ‘Biz şimdi Fellini’den I Vitelloni’yi seyretmez miyiz, seyrederiz...’

Harçlıkları biriktirin, acayip konserler var

Konser meraklıları için kış mevsimi de fena geçmedi fakat önümüz yaz ve hakikaten çok konser var... Festivallerin sayısını takip edemez hale geldi millet.

Bu durumdan kimsenin şikayeti olacağını sanmıyorum. Umarım bu organizasyonların hepsi dinleyicisini bulur, biletini satar, parasını kazanır, serpilir, gürbüzleşir ve seneye daha iyisini yapacak hale gelir.

Konserlerde sıkılmak gibi tuhaf bir huy edindiğimden daha önce de bahsetmiştim. Isıtılacak hali kalmamış kabak yemeği formatına gelmiş bu konuya bir daha girmeyeyim.

Zaten bakıp bakıp, ‘Haydi moruk dürt kendini de git bari şu konsere’ dedirten atraksiyonlar da mevcut.

Mesela Rock’n Coke’a Franz Ferdinand geliyormuş. Gitmeyecek miyim yani? İçimden bir ses ‘Tabii gitmeyeceksin. O gün kimbilir ne yalanlar uyduracaksın kendine’ demekte mütemadiyen, fakat duymazdan geliyorum.

Efendime söyleyeyim, sonra Sonic Youth geliyor. Thurtson Moore ve Kim Gordon’ı dünya gözüyle görmek gerekir. 30 Mayıs’ta İstanbul’da Maslak Venue’de, 31 Mayıs’ta da Ankara Saklıkent’te çalacaklar.

O konsere gitmeme hiçbir şey, içimdeki uyuz ses bile engel olamaz herhalde.

Böyle bir konser çılgınlığı yaşayıp Kraftwerk’e de gider miyim acaba?

Liste çok uzun. Megadeth’ten Chemical Brothers’a uzanan bir skala söz konusu.

İyisi mi öğrenci tayfası harçlık biriktirmeye başlasın şimdiden. Abi nasihatidir, dinleyin faydasını görürsünüz.

Konserler yaklaştığı zaman ádet olduğu üzere bir de ‘Rock festivalinde hayatta kalma rehberi’ hazırlarım size, tamam mı?

Haydi dağılalım şimdi, nasıl uyku bastırdı anlatamam!
Yazarın Tüm Yazıları