Kabakulak kriterleri

Aranızda Kabakulak okuru olmayabilir diye önce ne olduğunu söyleyeyim. 1996’da (8 sene olmuş), Hürriyet Pazar’da Kabakulak adı altında son derece sübjektif ve fesat albüm eleştirileri yazmaya başlamıştım.

Sonra cumartesiye, nihayetinde de cuma gününe taşındı bu yazılar. Yazdıklarım içinde hálá en çok o yazıları sevdiğimi söyleyebilirim.

Neyse, tanışmış oldunuz Kabakulak’la.

Kabakulak’ın ayrı ve sadık bir okur kitlesi var. Diğer yazıları da okuyorlar ama özellikle Kabakulak takip ediyorlar.

Kabakulak okurları zaman içinde çözebildiğim kadarıyla kendi içinde gruplara ayrılıyor:

1- Geyiğine Kurban Olam’lar

Müzikle ilgili olması ilgilendirmiyor onları. Zaten kimi zaman albümden bahsetmeden albüm yazısı yazdığım bile olmuştur. Sadece eğlenmek için okuyorlar. Ben de zaten eğlenmek için yazdığımdan en çok onlarla anlaşıyorum.

2- Fanatikler

Genellikle ‘Teenage pop yıldızları’ ve ‘Ne alaka?’ diyeceksiniz ama heavy metal dinleyicilerinden çıkıyor. Bir şekilde sevmiş oldukları sanatçı, dünyanın en dandik albümünü yapsa bile laf ettirmiyorlar.

3- Eskiciler

Hep eski grupları istiyorlar. Onlara yeni yılda bir sürpriz düşünüyorum. Sürpriz beceremem, şimdiden söyleyeyim de sonra vazgeçmem mümkün olmasın. Klasikleşmiş albümlerden 10 tane filan seçip, yeni çıkmışlar gibi yazacağım bir gün onlar için...

4- Anti-Karışıkçılar

Örgütlenmelerinde etkili olduğumu biliyorum. Karışık albüm sevmem. Onlar da sevmiyor. Ama sırf karışık albümlerle dalga geçmemi sevdiklerinden, bu albümleri yazmamı istiyorlar. Ben de kırmıyorum. Ama satış listelerine göre ciddi bir azınlığız, onu da söyleyeyim.

5- Enformasyon hastaları

Sürekli olarak enformasyon istiyorlar. Ya, ben de yazdım zamanında ‘Şu şarkının şu noktasındaki 43 saniyelik gitar soloda bilmemne marka gitar telinin etkisi göz ardı edilemez’ türü cümleler. Hálá yazanlar var, ben de onlardan okuyorum artık. Kabakulak’ta bu yok işte güzelim ya, ısrar etmeyin...

Daha var aslında ama çok detaya girmiş olacağız. Fakat bu ekiplerin hepsinin bir gün sorduğu ortak bir soru var: ‘Neye göre kötü?’

İlk ve en doğru cevap ‘Bana göre kötü’ tabii ki. Ama şimdi size küçük bir liste yapayım. Eğer bu sıraladıklarımdan biri bile varsa o albümde, gözümde kötüdür. Çok mu kötüyüm? Evet, kesinlikle öyle!..

1) Karışık albümse...

2) Türler arası yakınlaşma albümüyse... Örnek: Rap-metal.

3) İçinde Jennifer Lopez, Celine Dion, Mariah Carey, Ricky Martin veya ne bileyim işte Jessica Simpson varsa...

4) Kimi zaman sadistçe bir zevk aldığımı kabul ediyorum ama söz konusu albüm bir Modern Talking albümüyse... (Dieter Bohlen sendromu)

5) Albüm kapağındaki kişi veya kişiler manasızca mutluysa...

6) Albüm kapağındaki kişi veya kişiler manasızca mutsuzsa...

7) İçinde gitar yoksa...

8) New Age albümüyse... (Kitaro-İpek Yolu sendromu)

9) ‘Sabah uyanınca dinlemem ben bu albümü’ dedirtiyorsa...

10) ‘Akşam yatmadan önce dinlemem ben bu albümü’ dedirtiyorsa...

Entelektüel bir çizgi roman düşmanı

Haftalık harçlığımın dışında Milliyet Çocuk Dergisi, Tommiks, Teksas ve Zagor için ayrı bir bütçeye sahip olan şanslı bir çocuktum. Ders kitabı arasında çizgi roman okumak zorunda kalmadım hiç.

Ama arkadaşlarımın büyük bölümü neredeyse suç gibi okurdu. Bugün hálá çizgi roman alan, okuyan, kendince koleksiyonu olan biriyim ve durumumdan gayet memnunum.

Üç ayda bir Levent Cantek editörlüğünde yayınlanan çizgi roman araştırmaları dergisi Serüven’i de yakından takip ediyorum.

Serüven’in üçüncü sayısında ‘Psikolog gözüyle zararlı neşriyat’ başlıklı bir yazı dikkatimi çekti.

24 Mart 1949’da Yeni Sabah’ta yayınlanmış olan çizgi roman karşıtı yazıyı Sabri Esat Siyavuşgil’in yazmış olmasına üzülmedim dersem yalan konuşmuş olurum.

‘Yağmur gibi doldursan odanı sözlerinle/ İçinden konuşacak aynalar gözlerinle/ Ve gün avuçlarından kayan gümüş bir balık’ dizelerini de aynı kişinin yazmış olduğuna inanamıyor insan.

Siyavuşgil çizgi roman için bakın neler demiş: ‘...Fakat asıl tehlikeli tarafı (çizgi romanların), bütün mevzuların çeşitli cinayetler, kanlı boğuşmalar, sadizm, seyyareler arasında harb, çete ve korsan vakaları, casusluktan inhisar etmesiydi. Genç ve körpe kafalar bu resimli hikayelerden adeta hunharlık dersi alıyordu. Aynı zamanda içine ancak birkaç kelimenin sığabildiği bu resimleri kavramanın kolaylığı çocuğu tembelliğe alıştırıyor, onda her türlü yazıda resim görme itiyadını kökleştiriyordu. Çocuk bu alışkanlıkla öyle bir hale geliyordu ki, resimsiz yazılara karşı isteksizlik gösteriyor, kafasını mücerret mevzular üzerinde çalıştırmak kabiliyetini kaybediyordu. Tabii güzel örneklerden mahrum kaldığı için, meramını düzgün bir cümle ile, hatta hatasız bir imla ile ifade etmek itiyadını da kazanamıyordu...’

Final Marşı bitirici bir şey

Yıllar önce ‘Peynir mayasız olmaz...’ şeklinde didaktik bir tavır da içeren ‘Pınar Peynir Mayası’ reklamı yüzünden derin acılar çekmiş bir kuşağın mensubuyum.

Jingle’ı reklamdan daha büyük hasar bırakmıştı bünyelerimizde. Zaman içinde daha pek çok darbe yedik reklam müziklerinden. Sevdiklerimiz de oldu tabii, hakkını yemeyelim jingle’ların.

Ancak Final’in televizyonlarda sürekli dönüp duran marşı hakiki manada tedirgin edici bir çalışma. İlk seyrettiğim anda dilime takıldı. Özellikle koronun ‘Ülkemin her köşesindeeeeee’ diye coştuğu anın etkisinden bir türlü kurtulamıyorum.

Dile takılması başarı olarak algılanabilir belki. Fakat sizi temin ederim ki; başarılı bir jingle’dan çok, ‘Ya başlarsa... Ya dilime tekrar takılırsa... Ya kalabalık bir ortamda kendimi tutamayıp ayağa fırlarsam ve Final Marşı’nı okursam’ gibi endişelerle yaşıyorum.

Sadece bu endişemi sizlerle paylaşmak istedim.
Yazarın Tüm Yazıları