İyi haber manşet olur mu

HÜRRİYET'in Genel Yayın Yönetmeni oluşumdan kısa bir süre sonra yazı işlerinde ilginç bir tartışma yaşamıştık.

Gündem maddeleri arasında bir Türk şirketinin yaptığı çok güzel bir işle ilgili haber vardı.

‘‘Bunu manşet yapalım’’ dedim.

MESLEKİ İTİRAZ

Arkadaşlarımdan biri itiraz etti. Önce ‘‘Reklamı olur’’ dedi. Ben, ‘‘Her gün siyasetçilerin ismini, partisini veriyoruz, o da reklam olmuyor mu’’ diye itiraz edince, ağzından baklayı çıkardı.

‘‘Gazetecinin görevi eleştirmektir, övmek değil...’’

Şaşırıp kaldım.

Asıl şaşkınlığım ise, bu görüşün birçok meslektaşım tarafından paylaşıldığını görmekti.

Ben buna katılmıyorum.

Gazeteci bir gözü kapalı insan değildir. Tek gözlü bir vicdan ayarı da olamaz.

Görevi sadece eleştirmek değil, iyiyi de görmektir.

O nedenle son günlerde başlayan ‘‘yalakalık’’ tartışmasını da bu çerçevede değerlendiriyorum.

Bu tartışmalarda ideolojik bakışın insafsızlığını görüyorum.

Geçen kış ilk karın yağdığı gün Haliç'teki Kadir Has Üniversitesi'nin önünden geçiyordum.

Eskiden Reji binası olarak kullanılan, sonra Tekel'e geçen bu bina, şimdi restore edilerek üniversite haline getirildi.

Geçen haftaya kadar bu binanın hep dış görünüşünü biliyordum.

MİMARI KUTLUYORUM

Cuma günü üniversitenin rektörü Prof. Yücel Yılmaz'ın davetlisi olarak binayı gezdim.

Binanın restorasyonunu ve iç dekorasyonunu yapan mimar Dr. Mehmet Alper'i bütün içtenliğimle kutluyorum.

Ve iddia ediyorum, dünyada bu kadar güzel bir üniversite binası çok az bulunur.

O nedenle bu binayı size biraz anlatmayı istiyorum.

Kapı geniş bir hole açılıyor.

Daha ilk anda çelik, beton ve ahşabın mükemmel bir beraberliğine tanık oluyorsunuz.

Binanın bütün duvarları, Reji ve Tekel döneminden kalma fotoğraflarla dolu.

Böylece o salonda eskiden kimlerin çalıştığını ve hangi makinelerin bulunduğunu görüyorsunuz.

Sınıf ve konferans salonlarının çoğu atrium biçimli geniş alanlara açılıyor.

Bunların hepsinin üzeri kapalı. Dolayısıyla içerdeki bitki örtüsü de zengin.

Mesela üç, dört tane dev muz ağacı dikkati çekiyor.

Birinin üzerinde büyük sayılabilecek bir muz hevengi sallanıyordu.

Binanın altında bir Bizans sarnıcı bulunuyormuş. Bu sarnıç, ocak ayında uluslararası bir Bizans sempozyumu çerçevesinde dünyaya açıklanacakmış.

ALTINIZDAKİ TARİH

Ama en ilginci, öğrenci kafeteryasının ortasındaki şeffaf cam zemin.

Bu zeminin 3-4 metre altında bu sarnıcın besleme künklerinden biri görünüyor.

Tarihçiler bu bölgede böyle bir besleme künküne şimdiye kadar rastlanmadığını söylüyorlarmış.

O künk çok güzel aydınlatılmış ve siz yürüyerek üzerinden geçerken, altta bu tarihi eseri görüyorsunuz.

Rastladığım öğrencilerin tipleri, davranışları, herhangi bir Amerikan üniversitesindeki öğrencilerden farklı değildi.

Binaların orta yerleri hep atrium tarzı boş mekánlara açılıyor. Bunların birinde çok güzel bir hat sergisi vardı.

Binayı gezerken kendi mazimdeki bazı şeylerden utandığımı hissettim. 1960'lı yıllarda özel üniversitelere karşı gösteri yaparken meğer bu ülkeye neler kaybettirmişiz.

Vakıf üniversitelerine karşı çıkanlara bu binaları, bu eğitim kuruluşlarını gezmelerini tavsiye ederim.

BENİM GENÇLİĞİM

Geçtiğimiz yıllarda Sabancı, Koç, Yeditepe üniversitelerini gezmiştim. Oralarda da aynı şeyleri hissetmiştim.

Bunları görünce, tek gözlü gazeteciliğin ne kadar yanlış olduğunu, güzel şeyleri ‘‘övme’’ duygusunun ne kadar insani bir şey olduğunu daha iyi anlıyorum.

Tabii bu okulları görünce, ister istemez kendi gençliğimin üniversitelerini de hatırlıyorum.

O yıllar ve o binalar hakkındaki görüşümü yazmayacağım. Çünkü o zaman Mülkiyelilerin bir kısmı üzülüyor, bir kısmı da bana fena halde kızıyor.
Yazarın Tüm Yazıları