İsyanım, laik kesimdeki aymazlara

Oscar Wilde’ın masal tadındaki hikayeleriyle büyümüş olmasının bugünkü düşünce yapısıyla yakından ilgisi var.

Ve annesinden öğrendiği hümanizmin. Kendisine benzemeyeni, aşağıda olanı, hor görüleni de anlamaya çalışan biri. Onlar gibi düşünmeye, hayata onların gözünden bakmaya çalışan biri. Son kitabı AKP Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu ile kelimenin tam anlamıyla yüksek sesli bir tartışma başlattı. Oysa, Osman Ulagay genellikle bağıran, çağıran, sesini yükselten "En doğrusunu ben bilirim" diyen biri değil. Ama sonunda o da isyan etmiş ve içinde bulunduğumuz değişim sürecini analiz eden bu kitabı yazmış. Biz de bu kitap üzerine konuştuk.../images/100/0x0/55ea2bb4f018fbb8f86f7346

Bu kitabı neden yazdınız?

- Sabrım taştığı için! Geçen yıl cumhurbaşkanı seçimiyle başlayan süreçte, doğru dürüst bir durum değerlendirmesi yapılmadığı için. Ortaya konan duygusal tepkiler ve tekrarlanan ezber, sinirimi bozduğu için. Laikliği tehlikede gören kesim, yıllardan beri aynı şeyleri tekrarlıyor, "Dinci, gerici, cahil!" diye nitelediği insanları aşağılayarak, dışlayarak, yabancılaştırarak bir yere varacağına inanıyor. Ülkenin hakimi olacağını sanıyor ama aslında toprak altlarından kayıyor. Kendimizi o aşağıladığımız insanların yerine koyup, onları anlamaya çalışmazsak onları etkilememiz de mümkün olmaz...

Yani bu bir isyan...

- Evet isyan, laik kesimdeki bu aymazlara isyan! Onların yüzden AKP’nin rakipsiz kalmasına isyan...

Siz genellikle sesini yükseltenlerden değilsiniz ama bu defa hem sesinizi yükselttiniz hem de kitaba gelen tepkiler yüksek sesli oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?

- Ben kendimi yazıyla ifade ederken "sesimi" yükseltebiliyorum galiba. Bu kitapta da öyle yaptım. Artık fazla vaktimiz yok, doğru analizleri yapıp siyasette AKP’nin karşısına ciddi bir rakip çıkartamazsak büyük çıkmazlara sürüklenebiliriz. Tabii klasik ezberi sürdürmek isteyen AKP muhalifleri ve AKP’nin rakipsiz kalmasını isteyenler buna tepki gösteriyor.

AKP YANLISI DEĞİLİM

Yanlış anlamıyorum değil mi, siz AKP yanlısı değilsiniz...


- Değilim. AKP’nin rakipsiz kalması beni de rahatsız ediyor. Doğru yöntemlerle düzgün rakipler çıkarılmalı. Ama laikliği savunan kesimin yaptığı gibi değil. Sadece kendi doğrultusunda düşünenleri yanına çekerek, bu işin altından kalkmaya çalışmak gülünç. Tabana oturan alternatif bir parti gerekiyor. Türkiye, bunun eksikliğini yaşıyor. Oysa çok büyük bir değişimden geçiyor...

Nasıl bir değişiklik söz konusu...

- Asıl anlamamız gereken bu: Dünyanın her yerinde muazzam bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor. Dünyanın güç merkezi, Batı’dan Doğu’ya doğru kayıyor. Daha 20 yıl önce Çin’in köylerinde dünyadan kopuk çiftçilik yapan yüz milyonlarca insan, bugün sanayi işçisi olarak Amerika’nın, Avrupa’nın, Türkiye’nin işçisiyle rekabet edebiliyor ama aldığı ücret onlarınkinin onda biri, beşte biri. İnternetle tanışan insanın dünyası değişiyor, küresel yaşamın parçası haline geliyor. Türkiye de bu değişimlerden nasibi alıyor...

Hor görülenler, aşağılananlar hayata dahil mi oluyor? Ötede, beride, geride durmayı ret mi ediyor?

- Aynen öyle. Türkiye’de de, dünyada da böyle...

Sizin bize sorduğunuz soruları ben size sorabilir miyim: Neden Türkiye’de AKP’ye muhalefet edecek parti yok?

- Çünkü sağlıklı analiz ve değerlendirme yapılamıyor. Parti sistemimiz de antidemokratik olduğu için lider sultasına açık ve rekabete kapalı. Sağlıklı bir değerlendirme yaparsak belki yeni bir çıkış yolu bulabiliriz, belki de bu işin ne kadar zor olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

Düzgün kişiler neden siyasete girmiyor bu ülkede...

- "Nasıl olsa şansımız yok!" diye düşünüyorlar. Çünkü siyasetin bugünkü yapılanması, siyasette sivrilmek isteyenlere imkan vermiyor. Bir de tabii akademisyen ve entelektüeller için çok meşakkatli bir iş. Siyaset, insanın bütün hayatını kapsar. Kemal Derviş mesela, hayatını bu işe vakfedecekti. O tercihi yapmadı, yapamadı, siyasete atılmadı...

Yapsaydı kaderimiz farklı mı olurdu?

- Evet belki bir şeyler değişebilirdi...

Neden Türkiye’de insanların büyük çoğunluğu AKP’ye oy veriyor? Bu, hangi değişimin sonucu?

- AKP, Türkiye’nin nabzını iyi tuttu, geniş kesimin beklentilerine daha iyi karşılık verdi, iktidar olduğu ilk dönemde ekonomiyi ayakta tutmayı becerdi ve örgütlenmede çok başarılı oldu. Bu yüzden iyi sonuç aldı. Bu başarıda kitapta eleştirdiğim aymazlıkların, e-muhtıra komedisinin de payı oldu tabii...

"AKP’nin halka dağıttığı rüşvetler etkili oldu" deniyor, katılıyor musunuz?

- Yok hayır katılmıyorum. AKP’nin başarısını bu kadar basite indirgeyemeyiz...

Ya "göbeğini kaşıyan adam" realitesi?

- Böyle örnekler olabilir ama siyasetin tamamını bunun üzerine oturtamazsınız.

AKP’nin başarısının sebebi 28 Şubat mı?

- AKP 28 Şubat’tan ders çıkarmayı bildiği için başarılı oldu, marjinal siyaseti terk edip merkeze oynamanın yolunu buldu ama bunun ötesinde faktörler de var. Örneğin küresel ekonomideki olumlu konjonktürden de yararlandı.

AKP’liler 28 Şubat’a kadar Refah Partisi’nin içindeydiler, onun şeriat dahil bir sürü fikrini savunuyorlardı. 28 Şubat’tan sonra ılımlı hale dönüştüler ve çoğunluk oldular. Hiç mi korkulacak bir şey yok?

- Mesele korkmak ya da korkmamak değil, sağlıklı analiz yapabilmek. AKP’nin geçirdiği dönüşümü reddederek kendinden önceki siyasal İslam’ı temsil eden partilerin çizgisine geri dönmesi halinde, siyasetin merkezindeki ağırlığını kaybedebileceğini düşünüyorum.

KORKULAR TAMAMEN YERSİZ DEĞİL

Sıkışırsak asker kurtarır, mantalitesi ne kadar yaygın ve ne kadar doğru?


- Bu mantalitede olanlar hálá var ama bence giderek etkileri azalıyor.

Teknolojik gelişmeyle birlikte darbe yapmak zorlaştı mı? E-muhtıra neden fiyasko oldu?

- Toplumsal desteği olmayan, ya da çok dar bir kesimin desteğine sahip olan darbe girişimlerinin başarılı olması artık çok zor. E- muhtıra olayı da bunu gösterdi.

Bir sürü kişi şu durumda: Başbakan laiklere karşı dayılanıyor. "Eyvah! Bunlar bizi kesecekler!" diye korkuyor. Ertesi gün birileri darbeyi çağıracak konuşmalar yapıyor, yine "Eyvah! Türkiye’yi bitirecekler" diyor. Ne olacak memleketin hali?

- Ruh ve sinir hastalıkları uzmanı olmadığım için bir şey diyemeyeceğim.

Korkan herkes ruh ve sinir hastası mı? Bu korkular, boş korkular mı? Onlar boş korkularsa, sizin verdiğiniz garantilerin doğru olduğunu nereden biliyoruz?

- Ben garanti filan vermiyorum, veremem. Korkular da tamamen yersiz demiyorum. Korkmak gayet insani ve tepkisel bir şey. Ama insanı çözüme götürmediği açık. Korkunun ardındaki endişelere baktığımızda "Boş bunlar!" diyemiyorum. Zaten toplumsal değişimler çok da öngörülebilir şeyler değil. Türkiye, Malezya’ya ya da İran’a benzemez bence ama tabii bunun garantisi yok. 85 yıllık bir Cumhuriyet deneyimi var Türkiye’nin, bu tabii Türkiye’nin karakterinin belirlenmesinde çok önemli ama bu bile Türkiye’nin farklı bir yöne gitmeyeceğini garanti etmiyor.

Şerif Mardin kadınlar için problem olabileceğini, bunun için de mücadele etmek gerektiğini söyledi. Siz kadınlar için bir problem olmayacağından nasıl emin olabiliyorsunuz?

- Emin değilim.

Yakın çevrenizle AKP konusunda aynı görüşleri paylaşmadığınızı, hatta tartıştığınızı söylüyorsunuz...

- Evet çünkü çevremdeki pek çok kişi çok daha düz bir mantıkla bakıyor. Her ne pahasına olursa olsun, AKP’ye karşı koymak ve AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak gerektiğine inanıyorlar. Onlarla aramda ciddi bir düşünce fark var.

Onlar size "Sen tehlikenin farkında değilsin!" demiyorlar mı?

- Demezler mi? Onlar da beni aymazlıkla ve saflıkla suçluyorlar! Ben şunu söylüyorum: Bu şekilde AKP’ye karşı cephe alarak etkili bir sonuca varamıyoruz. Muhalefeti, sadece laiklik ve türban gibi konularda sınırlamamalıyız. Mesela AKP’nin ekonomi politikasına alternatif oluşturulsun. AKP bu gibi konularda eleştirilsin. Vurguyu laiklik ve türban gibi konulara yaptığımız zaman, toplumun büyük bir bölümünü de dışlamış oluyoruz, hiçbir şey elde edemiyoruz.

Patronun oğlu olmayı benimseyemedim

Nasıl bir aileydi sizinki?

- Annem tek parti döneminde milletvekilliği ve müsteşarlık yapmış bir babanın üç yabancı dil bilen, edebiyata meraklı kızı. Babam, babalarının kurduğu tahlil laboratuvarını modern bir ilaç fabrikasına dönüştürme çabasındaki dört erkek kardeşten biri. İşine çok düşkün bir işadamı, sabah 8, akşam 8 çalışıyor. Ayrıca o zamanki deyimle "cemiyet hayatı"nı da seviyor, meslek odalarında faal, Galatasaray Kulübü’nün yöneticisi bir dönemde...

Demek ki siz daha çok anneyi görüyorsunuz...

- Tabii. Evin tek hakimi annem. Benim ve kız kardeşimin her sorunuyla o ilgileniyor. Evde onun kuralları, disiplini geçerli. Biliyor musun, ben anneme hep "siz" diye hitap ettim, babama ise "sen"...

Ona siz demeniz, yakınlaşmanıza engel olmadı mı?

- Yok hayır, ona siz diye hitap etmem aramızdaki mesafeyi göstermiyordu, bir tür saygının ifadesiydi.

Rol modeliniz anneniz miydi?

- Rol modeli demek doğru mu bilmiyorum ama annemin üzerimde kalıcı bir etki bıraktığını sonraları daha iyi anladım. Temel değerlerimin, ölçülerimin, zevklerimin belirlenmesinde önemli rolü olduğunu fark ettim. Ben daha okuma çağına gelmemiş bir çocukken Oscar Wilde’in hikayelerini masal gibi anlatırdı annem bana. Mesela bencil devin bahçesi hálá hatırımda...

Bize de anlatın...

- Kentin birinde "Devin bahçesi" diye anılan muazzam bir bahçe var, çocukların cıvıl cıvıl oynadığı, kuşların ötüştüğü, renk renk çiçekler ve meyve ağaçlarıyla kaplı bir bahçe. Bahçenin sahibi olan bencil dev, bir gün çıkageliyor ve bahçesinde oynayan çocukların gürültüsünden rahatsız olup hepsini kovuyor, bahçenin etrafına da yüksek bir duvar ördürüyor. Ama bir süre sonra hiç beklemediği bir şey oluyor. Çocukların neşesinden yoksun kalan bahçede çiçekler açmaz oluyor, ağaçlar meyve vermiyor, kuşlar ötmüyor. Bencil dev de hatasını anlıyor ve duvarı yıktırmak zorunda kalıyor. Şimdi 60 yıl sonra hálá bu öyküyü hatırlıyorum. Bencilliğin, yasakçılığın, duvar dikmenin iyi bir şey olduğunu düşünmeme imkan var mı?

Annenizden en çok ne öğrendiniz?

- Hayatta kendi yaşadığımız koşullardan çok farklı koşullarda yaşayan insanların da olduğunu anlatırdı, gösterirdi. Bu sayede kendimi onların yerine koyarak düşünmem gerektiğini de öğrendim. İnsanlara bir şey vermenin, almaktan daha önemli olduğunu da öğrendim. Güçlünün değil, güçsüzün yanında yer almanın daha insani bir değer olduğunu da. Çok önemli şeyler bence bunlar.

Çocukluğunuzdan size kalan ne...

- Disiplinli, düzenli bir hayat. Yatma, kalkma, oynama saati falan hepsi belli. Annem bize edebiyat ve müzik zevkini de aşılamaya çalışırdı. Ben kısa pantolonla, o zaman Beyoğlu’ndaki Saray Sineması’nda yapılan klasik müzik konserlerine gittiğimi hatırlıyorum.

Sizde iz bırakan başka aile büyüğü yok mu? Teyzeler, halalar...

- Olmaz mı? Babaannem var. Dört erkek evlat yetiştirmiş, kocasının işlerine yardımcı olmuş, çevresinde topladığı her yaştan, dinden, ırktan insanlarla konak yaşamını sürdürmeye alışmış, geniş yürekli, güler yüzlü bir hanımefendi. Ve kocasını kaybettiği yıl ilk torun olarak ben dünyaya geliyorum. Ayrıcalığımı düşünebiliyor musun?

O konak yaşamının ne kadar içindeydiniz?

- Babaannemin Çubuklu’da özellikle yazları oturduğu büyük evi vardı, 20 odalı filan. Ben yazları giderdim. Kocaman bahçeli bir yer. Osman Hamdi Bey’in ailesinden kalmış bir yapı, bir yalı. Babaannem evlenirken onunla gelen Arap kalfa da vardı o evde, babam dil öğrensin diye Avrupa’dan gelmiş Polonya asıllı bir matmazel de. Şenlikli bir yerdi. Tabii ben müthiş eğlenirdim. Babaannemin yanında sınırsız şımarma özgürlüğüm vardı.

Ulagay soyadını taşımak bir ayrıcalık mıydı? Siz varlıklı bir aileden geldiniz, imtiyazlarından yararlanmadınız mı? Dadılar, okula şoförle gitmeler...

- Bu tür şeyler vardı ama ben hiç önemsemedim. O zamanın İstanbul’unda saygıdeğer bir aileydi, bunu hissederdim ama o kadar. Bunu ayrıcalık olarak görmedim. Ayrıca soyadımın Ulagay olmasının pratik zorluğunu çok yaşadım çünkü doğru söyleyeni bulmak hayli zor. Ulugay, Uluçay, Ulubay, Ulagan ne isterseniz var!

Aldığınız yabancı eğitim sizi nasıl şekillendirdi? Yabancı okullarda okumanın size ne faydası oldu?

- Ortaokulu Nişantaşı’ndaki İngiliz okulunda okudum. İngilizler, "kuralıyla yarışma" kültürünü öğretti bana. Lisede Robert Kolej’e geçtim, yüksekokulu da orada okudum. Boğaziçi Üniversitesi’nin öncüsü olan Robert Kolej Yüksekokulu’nda ekonomi okudum ama orada, uygarlık tarihinden sanat tarihine kadar pek çok alanda ufkum genişledi. İnsanlığın büyük serüveninin farkına varmaya başladım.

1960’lı yıllardaki sol rüzgardan siz nasıl etkilendiniz?

- Çok etkilendim. Bir yandan ortalığı kaplayan sol literatürle tanışma, diğer yandan ülkedeki yoksulluk ve eşitsizlik tablosu, Türkiye İşçi Partisi’nin yükselişi. Annemin aşıladığı temel değerlerle bunlar birleşince sol rüzgara kapılmam kolay oldu.

İşadamı olmayı reddedip gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz peki?

- Babam aile şirketinde çalışmamı, işadamı olmamı istiyordu. Ben de bir süre bunu denedim ama sonra bana göre olmadığını anladım. "Patronun oğlu" rolünü benimseyemedim. Hálá rüyalarıma girer o dönemde yaşadığım sıkıntı...

Neden o kadar sıkıntı çektiniz, sebebi neydi? Bir olay anlatın mesela...

- Size duyulan saygı sizin kendi başınıza elde ettiğiniz bir şey mi? Sizin performansınıza mı gösteriliyor, patronun oğlu olduğunuz için mi gösteriliyor? Hep bir ikili ölçü kullanıldığı hissine kapılıyorsunuz. Ben bir de çok başarılı olmadığım halde orada tutuluyorum hissine de kapıldım. Toplam iki yıl çalışmışımdır. Ayrıldım, derin nefes aldım.
Yazarın Tüm Yazıları