İslam, teokratik düzen demek değildir

BİR okuyucumuz, "İslam’da teokratik düzen yoktur diyorsunuz. Peki, Osmanlı Devleti’nde İslam hukuku uygulanmıyor muydu? Şeyhülislamlık makamı neyi temsil ediyordu?" diye soruyor ve bu konuya açıklık getirmemizi istiyor. Biz de bugünkü yazımızda bu konuyu ele alacağız.

Din, esas itibarıyla insanı şekillendirmek, ona belirli bir ahlaki şahsiyet kazandırmak için vardır. Hiçbir din, doğrudan sosyal yahut siyasi sistem vazetmez. O dinin değerleri ve bakış açıları ile kişiliklerini kazanan insanlar, sosyal ve siyasi nizamlarını kurarlar. İslamiyet’te ne teorik planda, ne 15 asırlık uygulamada teokratik devlet diye bir şey olmuştur.

* * *

Teokratik devlet, hákimiyet hakkının doğrudan Allah’tan alındığına ve egemenliğin Allah adına kullanıldığına inanır. Bu da fiillerinden sorumlu olmayan başka bir anlayışı gerektirir. Teokraside bir hanedan veya zümrenin Allah adına yönetmesi söz konusudur. Papalık hükümetinde hákimiyetin din adamları zümresine mahsus olması gibi. Şia hariç, hiçbir Müslüman Türk veya Arap devletinde böyle bir anlayış olmamıştır.

Türkiye’de kavramlar fevkalade karıştığı için, bu konuları kısa bir yazının hacmi içinde değerlendirmek zordur. İslam hukukunun uygulanması ayrı bir şeydir, teokratik devlet ayrı bir şeydir. Osmanlı İmparatorluğu hiçbir zaman teokratik bir devlet olmamıştır. Son döneminde meşrutiyete geçerken de hiç kimse Allah’tan alınan ve Allah adına kullanılan bir egemenlik hakkının meclise devredilemeyeceğini ileri sürmemiştir.

Bizim dahil olduğumuz ehl-i sünnet anlayışında iktidarın kaynağı ilahi değil beşeridir. Kur’an siyasi hákimiyet yahut yapı hakkında bir şey söylemez. Bu hususlar maslahata bırakılmıştır. Kur’an, siyasi hayat ve teşkilatlanmalar da dahil olmak üzere bütün bir hayata ve insan ilişkilerine ölçü ve hedef olmak üzere adalet ilkesini vazetmiştir. İslam tarihinde adaleti gerçekleştirebilen hükümdarlar vardır, zulme sapanları vardır; adaletin hákim olduğu mutlu dönemler vardır, olmadığı dönemler vardır. Her toplumda adaletin ölçüsü, o toplumun inanç ve hukukudur. Önemli olan, iktidarların bu hukuka uygun davranıp davranmadıklarıdır.

İslami inanca göre bu hákimiyetin meşruiyetinin devamı için iktidarın adil olması gerektir. Adil olmayan iktidarlara başkaldırma hakkı vardır. Kur’an’da belirtilen bu ana ilke, meşruiyetin temelidir. Hákimiyetin kaynağı beşeridir, ama meşruiyet adalet ile mümkündür. "Adalet mülkün temelidir" sözü de bunu anlatır. Mülk, burada "hákimiyet" ve "devlet" anlamındadır.

Uygulamaya gelince; tarihi süreçte bu ilkelere uygun biçimde gelişmiş iktidarların hákimiyetlerinin meşruiyeti fetva yoluyla sağlanmaya ve denetlenmeye çalışılmıştır. Ancak Osmanlı hariç bu hassasiyet kurumlaşamamış, Osmanlı’da şeyhülislamlık kurumu belli zamanlarda ve belli ölçülerde iktidarın meşruiyetini kaybetmemesi için bir denetim kurabilmiştir.

Bu, günümüz kavramlarıyla hukuka bağlılığın ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin korunması çabasıdır. En kısa hatlarıyla hükümdarın verdiği her türlü karar önce şeyhülislamlık makamının incelemesinden geçmiş, yani hukuka uygun olup olmadığı denetlenmiştir. Hatta savaş kararları için bile bu makamdan görüş alınmıştır ki bugün bile siyasi kararlar kategorisi olarak isimlendirilen bu tür kararlar anayasa mahkemelerinin denetimi dışında tutulmaktadır.

Tek kelimeyle şeyhülislamlık; yasama ve idare kararlarının hukuka uygun olup olmadığının, yürürlüğe girmeden denetlendiği bir kurumdur. Şeyhülislamların azledilemez oluşu da kurumun bir teminatı olarak düşünülmüştür. Ancak, bilindiği gibi bu kurumun iyi çalıştığı ve giderek genel bozulmayla birlikte bozulduğu, zorla fetvaların alındığı, şeyhülislamların azledildiği ve hatta katledildiği dönemler de yaşanmıştır.

* * *

Burada önemli ve dikkat çekilmesi gereken nokta, hukuka bağlılık ve hukukun üstünlüğü fikrinin İslam geleneği içinde kurumlaştırılmış olmasıdır. Bu fikrin Batı’dan alınan yeni bir şey olmadığı anlaşılabileceği gibi, dini bir devlet olmakla ilişkisinin bulunmadığı da söylenebilir. Bu kurumun ne ölçüde başarılı olduğu, neler yapabildiği, kültürün genel durumuyla ilgili ayrı bir konudur.

Ancak, önemli olan şudur: İslami esaslara dayalı devlet diye özel bir devlet türü yoktur. Devlet vardır, İslam toplumlarının devleti vardır, hukukun üstünlüğü ve hukuka bağlılık kavramları değişik ifade ve kurumlar şeklinde belirli ölçülerde gerçekleştirilmiş ve meşruiyetin denetimi yapılmıştır ki bugünkü Anayasa düzeni ve kurumları da bundan pek farklı bir şey yapmamaktadırlar.

İslam’da ruhani bir sulta olmadığı gibi; ruhani kişiliklere dayalı bir idare şekli de bulunmamaktadır. Bu konuyu ileriki yazılarımızda daha geniş bir şekilde ele alacağız.

SORALIM ÖĞRENELİM

Sabah namazını imsaktan sonra hemen mi, yoksa gün ağarmaya yakın mı kılmalıyız? Ayrıca, kalkamadığımız durumlarda sabah namazını nasıl kılacağız?

Enise KIRAN/İZMİR

Sabah namazının vakti, tan yerinin ağarmaya başlamasından itibaren güneşin doğuşuna kadar olan zamandır. İmsak ile güneş vakti arasında kılınır. Uyuyakalan bir kimse, güneş bir veya iki mızrak boyu yükseldikten sonra kılamadığı sabah namazını kaza niyetiyle kılabileceği gibi, henüz üzerinden ikinci bir vakit geçmediği için kaza niyeti yapmadan da kılabilir.

Kur’an kursuna gidiyorum. Ádet gördüğüm zamanlarda kursa gidip Kur’an öğrenebilir miyim?

A.TİMUR/İSTANBUL

Ádet gören veya loğusa halinde bulunan Kur’an öğreticilerinin ve öğrencilerinin Kur’an-ı Kerim’e dokunmaları ve okumalarında bir sakınca yoktur. Çünkü bu bir zorunluluk halidir.

Latin harfleriyle Kur’an okumanın mahzuru var mıdır?

Akile GÜMÜŞ/ALMANYA

Bu soruya geçtiğimiz günlerde de cevap vermiştik. Kur’an-ı Kerim Arapça olduğuna göre, onun Arap alfabesiyle yazılıp okunması gayet tabiidir. Türkçemiz için kullanmakta olduğumuz yeni harflerde Arapça’daki bütün sesler bulunmadığından Kur’an-ı Kerim’i bu harflerle eksiksiz ve doğru olarak yazmak ve hatasız okumak zordur. Bu durum başka alfabeler için de söz konusudur. Her ne kadar özel işaretler kullanılsa da bu da bir eğitim gerektirir. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’i orijinal metninden kısa bir zamanda öğrenmek mümkündür ve çok da kolaydır.

"Velilik, peygamberlikten üstündür" diyenler var. Bu konuda ne dersiniz?

Ahmet DABAKÇI/ÇANKIRI

İslam’ın genel itikadi prensipleri çerçevesinde bu tür söylemler sapıklık olarak değerlendirilir. Hiçbir veli, peygamberden üstün bir mertebede görülemez. Ancak, peygamberlik ve velilik bir şahısta toplanırsa, onun veliliği nebiliğinden üstündür. Çünkü velilik Allah’la, nebilik ise dünyayla ilgilidir.

Namazların sadece farzını kılsak olur mu?

Tünay SEMALAR/ANKARA

İnsanlar farz namazları kılmakla yükümlüdür. Farzları kılmakla borcunu ödemiş olur. Ancak, sünnetler devamlı olarak terk edilmemelidir. Bu konuyu daha önceki yazılarımızda ifade etmiştik.
Yazarın Tüm Yazıları