İskoçya örneği

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

İskoçya deyince aklımıza sek içilen malt viskiler, gayda üfleyen ve ‘kilt’ etek giyinen folklorik insanlar, hafif engebelere bakan nemli çayırlar gelir.

Gözümünün önünde pastoral bir kartpostalın sükunet imajları belirir.

Belki belki, hortlakların cirit attığı tekinsiz şatolar ve Doktor Jekyll' in Mister Hyde'ye dönüştüğü lanetli mezarlıklar da belirir.

Kuşkusuz bunların hepsinde biraz İskoçya vardır ama, İngiltere'yi kuzeyden ayıran Hadrianus Duvarının öte yakasında başka gerçekler de vardır.

Edinburgh'da, Glasgow'da, Aberdeen'de kırmızı tuğlalı fabrikalar uzanır.

Bu fabrikaların bacaları hep kurşuni bir göğe hep kurşuni duman fışkırtır.

Yine aynı kırmızı tuğlalarla inşa edilmiş yoksulluk evlerinde ise, futbol maçından konuşulurken halis malt viskisi değil, ılık ve ucuz bira içilir.

Annenin tasarrufuyla sofraya konmuş koyun kızartması da, kutsal günün yüzü suyu hürmetine ancak pazarları yenir. Diğer vakitler sade suya tirit gidilir.

Bu İskoçya pastoral kartpostalde değil, 19. yüzyıl sanayi devrimindedir.

Fakat bugünkü İskoçya 21. yüzyıla ilerleyen daha da başka bir İskoçya'dır.

* * *

Bütün bu İskoçya'lar önceki gün yapılan refarandumla özerk meclis edindi.

Beş milyon seçmenin ezici çoğunluğu yerel parlemanto kurulmasını istedi.

Böylelikle, 1707 yılında İngiltere'yle bütünleşerek Birleşik Krallığı oluşturmuş olan Kelt kökenli ahali kısmen ‘otonom’ bir yönetim kazandı.

İşin garibi, maceracı bir bağımsızlık peşinde koşan ‘İskoç Milli Partisi’ SNP hariç tutulursa, yukarıdaki meclisin oluşturulması için esas seferberliği gerçekleştiren kurum İngiliz İşçi Partisi ve onun lideri Tony Blair oldu.

Büyük Britanya'yı modernleştirmek isteyen Blair İskoçya ve Galler Bölgesi' nin nisbi özerklikle donatılması durumunda ayrılıkçı akımların durulacağı, dolayısıyla da Birleşik Krallığın daha çok pekişeceği hipotezinden yola çıktı.

Bana kalırsa da Tony Blair müthiş akıllılık etti ve gayet öngörülü davrandı.

* * *

Evet, zira ulus-devlet bünyesinde yaşayan azınlıkların kendilerine özgü aidiyet duyguları, hala yetmişli yılların anakronik düşüncelerini aşamamış ‘köy - kent’ hayalperestlerinin sandığı gibi feodalizmin tasfiyesi, toprak reformunun gerçekleşmesi veya ekonomik refahın arttırılmasıyla körelmiyor.

Tam tersine, böylesine bir refah onlardaki aidiyet duygusu daha çok güçlendiriyor. İktisadi ilerleme azınlıkların kimlik dürtüsünü de ilerletiyor.

Nitekim, İskoçya'da da aynı şey oldu. Bu çoğrafyadaki yeni milliyetçilik yukarıda tablosunu çizdiğim 19. yüzyıl sanayi devrimi mahallelerinde doğmadı.

Ne zaman ki İskoçya yetmişli yıllar sonundan itibaren ham petrolün rantını yemeye başladı; ne zaman ki Avrupa'nın ‘bilgisayar vadisi’ne dönüştü; ne zaman ki kişi başına GSM on beş yılda yüzde yüz yirmi arttı; ne zaman ki kırmızı tuğlalı ev sakinleri sofraya her gün koyun kızartması koyar oldu, işte o zaman milliyetçi SNP oy oranını yükseltti ve bağımsızlık sesleri yoğunlaştı.

Bu durumda süpabı gevşetmek gerektiğini kavrayan Blair merkezi otoritenin özüne halel getirmeyen, ama İskoç yerelliğini onaylayan bir mekanizmayı seçti.

Ve referanduma paralel sondajlar ortaya koydu ki, gayda üfleyenlerin ezici çoğunluğu bağımsızlık istemiyor. Bu ahmaklığa gülüyor ve viskiden fırt alıyor.

Hatta, Edinburgh meclisine yüzde yetmiş beşle evet diyen ahali iş aynı meclisin ek vergi koymak hakkına gelince, destek oranını hemen düşürüyor.

Aidiyet farklığı hukuken tescil edilen ve kısmi bir yerel yönetime kavuşan İskoçlar şimdi kendilerini daha çok Büyük Britanya vatandaşı hissediyor.

Azınlıkları yurttaş üst kimliğinde bölünmez bir bütün olarak birleştirmek, onların farklı alt kimliğini hukuken ve fiilen onaylamaktan geçiyor.

Yazarın Tüm Yazıları